Ficool

GÖLGENİN ÖTESİNDE

Sessiz_kalplerr
28
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 28 chs / week.
--
NOT RATINGS
264
Views
Synopsis
Yazılmamış kaderlerin, sistemin ve kıyametin gölgesinde... Bir kitap var. Adı: Sonun Başlangıcı. Gerçek dünyada yazılmakta olan, yarım kalmış bir hikâye. Kıyametin taşla başladığı, Cennetin İradesi'nin kurallarıyla şekillenen bir dünya. Ama sonra, beklenmedik bir şey oldu. Farklı evrenlerden karakterler bu hikâyeye karıştı. Yazılanla yazılmayan birbirine karıştı. Cennetin İradesi dünyayı yok etti ve yeniden başlattı. Bu kez bir sistem kurdu, gerçek dünyadan oyuncuları gönderdi. Görevleri dışlanmışları temizlemekti. Ama bazı şeyler sistemin dışında gelişiyordu... --- Fatih, kıyamet günü ölmesi gereken adamdı. Ama hayatta kaldı. Yazarın yazmadığı, sistemin hesaba katmadığı gizemli bir figür. Sessizce izliyor, sabırla bekliyor ve kendi kaderini yazmak için uyanıyor. --- Gölgenin Ötesinde, yazılmamış karakterlerin ve sistemin çizdiği kaderin ötesinde verilen mücadelenin hikâyesi. Peki, gerçekte kim yazıyor bu hikâyeyi.... “Uyarı: Bu hikâyedeki karakterler ve olaylar tamamen kurgu olup, gerçek kişiler, topluluklar veya dinlerle hiçbir ilgisi yoktur. Hikâyeyi keyifle okumaya bakın!”
VIEW MORE

Chapter 1 - 1. bölüm ( sonun başlangıcı)

Eylül, elindeki kitabın bembeyaz, pürüzsüz sayfalarını dikkatle inceliyordu. Her bir harf, her bir kelime öbeği, onu bilincinin sınırlarını zorlayan bambaşka bir dünyanın içine çekiyordu. "Sonun Başlangıcı"...

Bu eser, onun için bir tutkudan farksızdı.

Kitabın hikâyesi, yeryüzünün tanıdığı hiçbir şeye benzemeyen, tuhaflıklarla dolu bir diyarda geçiyordu. Evet, kabul etmek gerek: Merkezinde bir erkek ve bir kadının olduğu o tipik, klasik klişeyi taşıyordu. Ama bu, sıradan, yavan bir klişe değildi. Hikâye, kıyametin tam eşiğinde konumlanmıştı. Ancak geleneksel kıyamet senaryolarından farklıydı: Ne bir salgının tetiklediği zombi kaosu vardı ne de dünyayı yutan bir doğa felaketi. Bu kitap, benzersiz ve tamamen farklı bir felaketi anlatıyordu.

Yine de, Eylül'ün zihnini asıl meşgul eden ne bu alışılmadık felaket haliydi, ne ansızın ortaya çıkan anormal zindanlar ne de hikâyenin konusu. Hayır, Eylül'ün dikkatini çeken, tüm bu olay örgüsünün ötesinde bambaşka bir detaydı: Kitabın içinde barındırdığı bir karakter, ruhunda fırtınalar koparıyordu.

Kendi adı ve soyadıyla tıpatıp aynı olan, herkesin sevdiği o kadın:

Eylül Kervan.

Başta bu kitabı ofiste masasının üstünde gördüğünde, çalışanların unuttuğu saçma sapan bir kitap olduğunu düşünmüştü. Bir an düşünmeden çöpe atacaktı ama o sırada kapağının üstünde kendi ismini görmüştü. Merak edip açtığında bir daha da kitabı bırakamamıştı. Kaç defa okuduğunu bilmiyordu baştan sona. Çok defa bitirmişti ama hep aynı heyecanla eline alırdı. Kim bıraktı ya da kimin kitabıydı, bilmiyordu ama artık kendisinindi.

Ama sayfalar her ona geldiğinde, Eylül'ün gözlerinde küçümseme ve iğrenme beliriyordu. Bu kadın, kendi isminden bile rahatsızlık duymasına neden olmuştu.

O yapmacık, iyi kalpli, masum hâli Eylül'ü deli ediyordu. İnanmıyordu bir insanın bu kadar iyi olacağına.

Hah! Tatlı dilli yılan! Bu kadın Yılandan başka bir şey değildi! Eline alıp parçalamak, öldürmek istiyordu!

Kadın baş karakterin yanında duran erkek baş karakter ise tam bir saplantıydı Eylül için. Her sahnede onun varlığı, Eylül'ün içinde kıskançlık, öfke ve hırsın birbirine karıştığı karanlık bir duygu yaratıyordu.

Sayfalardan gözlerini ayırmadan, o adamı kendi elleriyle yutmak, kendisine ait kılmak istiyordu.

Bu istek önce bir fısıltıydı.

Sonra susuzluk.

En sonunda içini yakan, kara bir ihtiyaç.

Onun gözlerinde kendini görmek , Eylül'ün adıyla çağrılmak, onunla yaşamak istiyordu. Başka hiçbir kadının yanında durduğu hâlini kabullenemiyordu.

Erkek baş karakterin varlığı yavaş yavaş zihnini sarıyor, kalbine derin bir boşluk oyuyordu.O boşluk dolmazsa, dünya tamamlanmayacaktı.

Kendisi tamamlanmayacaktı.

Yalnızca yanında olmak değil…

Her şeyini bilmek, nefesini hissetmek, gölgesi gibi yapışmak, hayatına sızmak istiyordu.

Bu, tatlı bir hayal değildi; keskin, zehirli ve karanlıktı.

O anda...

Farkında bile olmadan, bedeninden ince bir duman yükseldi Eylül'ün.

Önce görünmeyecek kadar silikti. Sessizdi.

Ama birkaç saniye içinde oda, bu dumanla dolmaya başladı.

Pis ve boğucu bir balçık gibiydi.

Simsiyah, ağır, ıslak bir karanlık...

Tırnaklarının arasına, derisinin altına, düşüncelerinin içine sızan bir çürüme gibi.

Gözleri hâlâ erkek karakterin adının yazılı olduğu satırdaydı.

Baran...

Harfleri okşar gibi bakıyordu.

Saplantı, artık sınırlarını yitirmişti.

Ve o sırada, duman çoktan odanın her yerine yayılmıştı.

Duvarlar nefes alamıyor, hava yerle bir oluyordu.

Bir şeyler ters gidiyordu.

O da fark etmişti.

Ama artık çok geçti.

Yüzüne aniden çöken bir ifade…

Endişe.

Korku.

Çıldırmış bir panik.

Ve ardından, boğazını yırtarcasına atılan bir çığlık.

Bir an sonra odayı sessizlik kapladı. Biraz önce olanlar sanki hiç yaşanmamış gibi, oda eski hâline döndü. Geriye sadece sayfaları hâlâ açık olan, yatağın üstünde duran bir kitap kaldı.

O sırada bir şey oldu ve sayfadaki yazılar birer birer silinmeye başladı. Sayfalar hızla değişiyor, her çevrilen sayfa ardında boşluk bırakıyordu. Bütün kitap bu şekilde boş sayfalardan ibaret kaldı. Sonra kitap hızla kapandı.

Boş odada, kitap uzun süre yalnız başına durdu yatağın üstünde.

Ve bir süre sonra bir el, kitabın sayfasını çevirir gibi hafifçe dokundu.

Kitap açıldı. İlk sayfa göründü. Üzerinde, yavaş yavaş mürekkep yazılar belirmeye başladı.

Kitap yeniden yazılıyordu...

_______________________________

2023

Türkiye, Çorum / Bakiyat Köyü

Gözlerini açtığında, etrafını tanımadığı bir oda sarıyordu. Işık boğuk, hava ağırdı. Kalbinin derinliklerinde, yitip giden bir hayattan kalan parçalar dönüp duruyordu zihninde. O an, adım adım bedenini ele geçirdiğinin farkına vardı.

Zihninde anılar hızla çarpışmaya başladı. Gözlerinin önünde bir adamın silüeti beliriyor, kulağına uzaktan gelen tanıdık kahkahalar doluşuyor ve beynin de tek bir isim yankılanıyordu: Eylül.

.O, başkalarının hayran olduğu o kadın karakterin bedeninde uyanmıştı.

Yavaşça ellerine baktı; tırnakları, çizgileri, teni ona yabancıydı ama aynı zamanda ona aitti. İçinde, saplantılı bir sevinç yükseldi. Bu bedenle, o adamla, kendi dünyasından çok farklı bir yaşama adım atacaktı.

Ve dudaklarının kenarında karanlık, zafer dolu bir gülümseme belirdi.

Bir an durdu, derin bir nefes aldı. Çevresini dinledi; uzaktan gelen kadın sesleri, kahkahalar, hayat dolu konuşmalar... Hepsi ona yabancıydı ama artık onun hayatının bir parçası olacaktı.

"Baran..." diye fısıldadı kendi kendine, o ismi anmadan duramıyordu. Dudaklarından kaçan ince, sessiz bir kıkırdama duyuldu o an. Eğer biri onu görseydi, bu beklenmedik sesi ve yüzündeki ifadeyi tedirgin edici bulurdu. Kalbi hızla çarpıyordu; hayalindeki o adamın varlığı zihnini tamamen doldurmuştu.

"Yakında benim olacaksın," diye fısıldadı, "sadece benim olacaksın."

Ve o an, içindeki karanlık bir kez daha güçlendi; yeni hayatına, yeni bedenine yerleşti.

Buraya nasıl ve neden geldiğini bilmiyordu ama geri dönmek istemiyordu. İçinde yükselen karanlık arzu, onu bu yabancı dünyaya çekmiş, sarmıştı. Her şey belirsizdi, her şey yabancı...

Ama tek bir gerçek vardı: Artık geri dönüş yoktu. Yeni hayatının kapıları ardına kadar açılmıştı ve o kapıdan geçmek için can atıyordu.

Ayak seslerini duyduğunda, içgüdüsel bir şekilde başını çevirdi. Salondan gelen sesler biraz daha yükselmişti. Kadınların kahkahaları arasına bir erkek sesi karışmıştı – kısa, mesafeli ama derinden gelen bir tını.

Tezgâhtan uzaklaştı. Omzundaki hafif gerginliği silkeler gibi yürüdü. Mutfağın kapısından başını uzattığında ilk göz teması gerçekleşti.

Oradaydı.

Kadınların arasında, arkasına yaslanmış bir şekilde oturuyordu: Fatih.

Zihnine, Eylül'ün anılarından gelen donuk görüntülerden çok farklıydı bu hâli. Gerçekti. Diri. Sessizdi ama varlığı salona yayılıyordu.

Kadın bir an durdu.

Gözleri onun yüzünde gezinirken, içi istemsizce kıpırdadı.

Ama bu, hayranlık değildi.

Bu, iğrentiye yakın bir rahatsızlıktı.

Eylül'ün yas tuttuğu adam.

Sevdiği. Uğruna ağladığı.

Ne için?

Gördüğü buydu işte: Sessiz, sıradan, fazla içe kapanık.

Sadece orada oturuyordu, tek kelime etmeden dinliyordu.

Kadının dudakları, belli belirsiz bir çizgiye döndü.

İçindeki ses soğuk ve netti:

"Sen o değilsin. Asla sen olmayacaksın." dedi anlamsız bir şekilde.

Bu söz, içinde bir kesinlik gibi yankılandı.

Fatih'e bakarken tek bir an bile şüpheye düşmedi.

Onun gözlerinde, sesinde, duruşunda... hiçbir şey yoktu.

Hiçbir ışık.

Hiçbir güç.

Hiçbir çekim.

O sadece geçmişin hatasıydı.

Ve bu hikâyede ona yer yoktu.

Baran gibi bir adamla aynı hikâyede bile geçmeyi hak etmeyen biri.

Eylül'ün gözlerinin körlüğü, onun taşıdığı bu anılarla açıkça ortadaydı.

Yavaşça başını çevirdi. Daha fazla göz teması kurmadı.

Salona adım atarken yüzünde hafif bir tebessüm vardı; tanıdık, sıcak, kibar...

Ama içinde, diken giderek batıyordu.

Fatih'in varlığı, onun yeni hayatının ilk lekesiydi.

Kadın, mutfaktan çay tepsisini tutarak ağır adımlarla çıktı.

İçinde planlar, karanlık arzular ve yeni hayatının hedefleri yankılanıyordu.

Salona doğru yönelirken, kadınların kahkahaları ve sohbetleri arasında kendine bir yol açtı.

Gözleri kalabalığın içinde dikkatle süzülüyordu.

Ve orada, tam karşısında duruyordu: Fatih.

Eylül'ün anılarından tanıdığı o silik adam, şimdi canlı ve gerçekti.

Sessizce oturuyor, yüzünde sakin ama etkileyici bir ifadeyle etrafı izliyordu.

Kadının içine batan bir diken gibi oldu varlığı.

Yine de yüzünde soğuk, sahte bir tebessüm belirdi.

Zarifçe birkaç adım attı ve kadınların arasına karıştı.

Her hareketi, her gülümseyişi hesaplanmış, dikkatlice seçilmişti.

Kalabalığın içinde Eylül'ün yeni hâli oradaydı.

Ve artık her şey değişecekti.

Kadınların sohbeti devam ederken, Ayşe gururla oğlunun terfisinden bahsediyordu.

Herkes onu dikkatle dinliyordu; ortamda samimi bir sıcaklık vardı ama bir yandan da küçük bir rekabet kokusu hissediliyordu.

Fatih, tabaktaki poğaçalara gözlerini kaydırdı. İçinde büyük bir sorgulama vardı; neden burada olduğunu, ne aradığını bilmiyordu. Ama poğaçanın eriyen peyniri, o anki sorularını biraz olsun susturuyordu.

Tam o sırada, kalabalığın içinde hafif bir fısıltı yayıldı:

"Ne kadar güzel bir kız..."

O güzellik, Eylül'ün kendisiydi.

Eylül, herkesin gözü önünde çay servisini yaparken, Fatih'in ona bakışlarını fark etti.

Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi; içinde hem oyunbazlık hem de nazik bir sıcaklık vardı.

Fatih, o an donup kalmıştı; zaman sanki yavaşlamıştı.

Çevredeki sesler bulanıklaşmış, sadece genç kızın adımları duyuluyordu.

Eylül sonunda Fatih'in önüne geldi.

Genç adamın ona olan bakışlarını inceledi ve kendini ele vermemek için hafifçe kıkırdadı.

O an odada bir sessizlik oldu, ardından boğuk birkaç gülüşme duyuldu.

Fatih aniden utandı, kaşığı bıraktı ve boğazına kaçtı bahanesiyle öksürdü.

Kulağının ucuna kadar kızarmıştı.

Eylül, bunu fark etti ama belli etmedi.

Çayı masaya koydu ve Fatih'in fincanına hafifçe dokunup uzaklaştı.

Tam o sırada, kalabalıktan biri pat diye sordu:

"Eee Fatih, siz ne zaman evleniyorsunuz Eylül'le?"

Odada bir sessizlik oluştu, ardından kadınlar birbirine gülüştü.

Merakla karışık bir beklenti vardı; sanki yeni dedikodular için sabırsızlanıyorlardı.

Fatih, utangaçlığını üzerinden atmaya çalışarak dikleşti ve gözlerini Eylül'e çevirdi.

Bakışları sormak ister gibiydi: "Ne cevap vereceğiz?"

Eylül, sakin ve kendinden emin bir gülümsemeyle karşılık verdi.

Gözleriyle "Bana bırak," dercesine işaret etti.

Fatih derin bir nefes aldı, rahatladı.

Eylül, nazikçe soruyu soran kadının yanına eğildi ve elini tuttu.

Bu hareket ortamın kasvetini dağıttı, kadının yüzündeki yapay tebessüm yumuşadı;

belki de o anda Eylül'e kendi kızıymış gibi bakıyordu.

Kadınlar başka bir dedikoduya geçerken, Fatih'in içinde sessiz bir umut serpildi.

Gözlerinde Eylül'den başkası yoktu.

Dudaklarına yorgun bir tebessüm yerleşti, kalbinin kıyısına ılık bir his dokundu. O an, hayatındaki tüm aksiliklere rağmen her şeyin iyiye döneceğine inandı. Belki sonunda, beklediği yeni başlangıç gerçekten de gerçekleşecek, geleceği değişecekti.

Ama o fark etmedi.

Eylül'ün gözleri çoktan başka bir sahnenin perdesini aralıyordu...