Ficool

Chapter 6 - 5. bölüm ( beyaz Lotus düşerken)

Türkiye, Çorum — Bakıyat Köyü/Fatih'in evi

Tarih: 04 Ağustos 2023

Saat: 19:47

> "İyi akşamlar, ana haber bülteni ile karşınızdayız. Tüm dünyada şok etkisi yaratan bir haberle devam ediyoruz. Amerika Birleşik Devletleri'nin Nouvelle Harbor kentinde bu sabah saatlerinde korkunç bir cinayet işlendi. "

Koltukta oturmuş çayını ve kuruyemişini yiyen fatih bu haberle uzaktaki televizyona baktı. Spiker, görüntülerin üzerine konuşuyordu. Arka planda, sarı polis bantlarıyla çevrilmiş bir sokağın gece çekimi görünüyordu; detaylar bulanıktı, görüntü karartılmıştı.

"Polis raporlarına göre, gece yarısı bir çığlıkla başlayan olay, sabahın ilk ışıklarında bir cesedin bulunmasıyla gün yüzüne çıktı. Cinayete kurban giden kadının bedeni üzerinde bilindik cinayet aletleriyle yapılmış izler bulunmuyor.

Fatih kaşlarını çattı. Elindeki kumanda yavaşça dizine düştü.

"Adli tıp, ceset üzerindeki derin yırtık ve ısırık izlerinin kaynağını araştırmaya devam ediyor. Yerel makamlar, olayın münferit bir saldırı mı, yoksa seri bir cinayetin başlangıcı mı olduğu konusunda temkinli konuşurken, halk arasında büyük bir panik ve korku hakim."

Spiker kısa bir duraksamanın ardından daha sıradan bir ifadeyle devam etti:

"Haber merkezimize ulaşan bilgilere göre, polis, cinayetin ardındaki gizemi çözmek için geniş çaplı bir soruşturma başlatmış durumda. Olayla ilgili tüm gelişmeleri size aktarmaya devam edeceğiz."

Fatih'in gözleri ekranda donup kaldı.

İçinde tanımlayamadığı bir tedirginlik kıpırdandı. Görüntüler kısa sürede bitti. Ekran başka bir gündemle doldu.

Ama Fatih'in aklı hala biraz önceki görüntüler de duruyordu.

"Siktir." Ağzından istemsiz bir küfür kaçtı.

Haberin ardından yerinden doğruldu. İçinde garip bir huzursuzluk vardı. Haberin detayları onu fazlasıyla etkilemişti. Elini cebine attı, telefonunu çıkardı. Birkaç saniyede ekran aydınlandı.

Telefonun arama motoruna girdi. "Graymar cinayeti" yazıp arama tuşuna bastı. Arama sonuçlarında az önce izlediği haberin başlığı görünüyordu, ama başlıklar hızla yok oluyordu. Sayfayı yeniledi, aynı sonuç. Arama sonuçları birer birer silinmiş gibiydi.

Bir haber sitesine girdi, arama kutusuna "Graymar" yazdı. Hiçbir sonuç bulunamadı. Az önce izlediği görüntüler... sanki hiç yayımlanmamış gibiydi.

Ama Fatih'in aklı, telefonundaki sosyal medya bildirimlerine takıldı. Bazı kişilerin hala olayla ilgili paylaşımlar yaptığını fark etti. Twitter'a girdi, birkaç anahtar kelimeyle arama yaptı. Bir grup kullanıcı, haberi duyurmuş, olayın gerçek olduğunu savunuyordu. Ancak paylaşımlar hızla kaldırılıyor, hesaplar kısa sürede kapatılıyordu.

Bir tweet vardı:

> "Graymar'daki korkunç olay gerçek. Hükümet bunun üzerini örtüyor."

Altında onlarca yorum gelmişti, ancak çoğu silinmişti.

Fatih'in boğazı düğümlendi. Kafasında tek bir düşünce yankılanıyordu: Birileri... bu haberi kontrol ediyor, yayılmasına izin vermiyor.

Televizyona tekrar baktı. Yeni bir haber, bambaşka bir gündem... Graymar'dan söz eden tek kelime yoktu artık. Ama Fatih, o korkunç cinayeti ve kurbanın üzerinde bilindik silahlarla açıklanamayacak izleri hâlâ hatırlıyordu. Üstelik artık yalnızca halk değil, dijital dünya da susturulmuştu.

Televizyonu kapattı. Bir terziydi o; hayatı iğne ve iplik, dikiş ve kumaşla doluydu, karmaşık cinayetler ve komplo teorileriyle değil. Ama içindeki huzursuzluk bir türlü dinmiyordu. Haberdeki eksiklikler, sessizlik, hükümetin haberi gömme çabaları...

Bunlar normal değildi.

Aklına, "Sistem" geldi. Onu silmeye çalıştıkları gün, her şey değişmişti. O günden beri ne sistemi görmüş, ne de izleyiciler ortaya çıkmıştı. Dışarıdan bakıldığında hayatına dönmüş gibiydi, ama içinde bir yerde eski normale asla dönemediğini biliyordu. Bildiklerinden sonra sıradan bir hayat yaşamak imkânsızdı; yine de yeniden fark edilmek istemiyordu. Ne sistemin, ne de o şeyin.

Şimdilik yalnızca bir izleyiciydi — sorgulayan ama harekete geçmeyen biri.

"Belki de fazla kafaya takıyorum," diye fısıldadı kendi kendine. Ama o "fazla" dediği his, kalbinde küçük ama inatçı bir düğüm olarak kalmaya devam etti.

Gündelik işlerine döndü; makinelerin tekdüze uğultusu eşliğinde eski kumaşları kesip dikmeye başladı. Yine de zihninin bir köşesinde, o sansürlenmiş haberin gölgesi sessizce asılı duruyordu.

~~~~

[Sonun başlangıcı :

Sahne: Fatih ve Eylül - İç Mekan / Yarı Boyalı Bir Ev / Gün Işığı Pencereden Süzülüyor

Bölüm :22]

Fatih, rulo fırçayı sessizce duvarda gezdiriyordu. Pencereden süzülen yumuşak ışık odayı hafifçe aydınlatıyor, dışarıdan ara ara havlayan bir köpeğin sesi geliyordu. Tahminen ikindi vaktiydi

Oysa birkaç saniye önce hâlâ dükkânında, dikiş makinesinin başındaydı. Şimdi ise bilmediği bir evde, duvar boyuyordu. Yanına baktığında Eylül'ü gördü. Onun elinde de bir fırça vardı; muhtemelen Fatih'in atladığı yerleri tamamlıyordu.

Gözleri elindeki ruloya, ardından boyanmış duvarlara kaydı.

(Pembe mi?) diye düşündü.

(Kim odasını pembeye boyar ki? Ve en saçması… ben boyama yapmayı bilmiyorum ki.)

Sorgulamaması gerektiğini biliyordu. Ona ne yazılmışsa, şu anda onu oynaması gerekiyordu. Muhtemelen kitapta başka bir bölüme geçmişti. Bilinçlendiği günden beri bunu birçok kez fark etmişti: Başkalarının göremediği şeyleri artık görebiliyordu.

Aslında hayatı bir kitaptan ibaretti. İsmi geçtiği anda kendini o sahnede buluyor, yazılanları oynuyordu. Ama kitapta adı geçmediği zamanlar… işte o zaman özgürdü.

Ve Eylül… O da aynıydı. NPC değildi; bir şekilde o da bu sistemin farkındaydı. Az önce yüzündeki hafif şaşkınlığı görmüştü. Tahmin ediyordu—o da kendini bir anda bu odada bulmuştu.

Fırçaların hışırtısından başka hiçbir ses yoktu. İkisi de ortama çabucak uyum sağlamış, Sistem'in istediği gibi rolünü oynuyordu. Kamera açılsa, "mutlu çift" tablosu verirlerdi.

Ama içten içe…

Fatih, kendi kendine sordu:

(Onu gerçekten sevdim mi? Yoksa bu da bana yazılmış bir rol müydü?)

Zihninde, Eylül'le geçen yıllar birer sahne gibi canlanıyordu.

İlk el ele tutuşmaları… İlk "seni seviyorum" deyişleri… Ve Eylül'ün ona evlilik teklif ettiği o an. Hep Eylül atmıştı ilk adımı. Hep o yönlendirmişti. Fatih, bunun gerçek bir sevgi olduğuna inanmıştı.

Peki ya şimdi?

Şimdi Eylül'e baktığında kalbinde hiçbir şey hissetmiyordu. Aşk bitmiş olabilir, ama sevgi de mi kalmamıştı? Eylül değişmişti. Dışarıdan aynı görünse de, Fatih onun artık o Eylül olmadığını biliyordu. Yıllarını verdiği birini nasıl tanımazdı ki?

O gün, izleyiciler Eylül için "Oyuncu," demişlerdi...

Fatih'in boğazı kurudu. Daha fazla düşünmek istemiyordu. Fazla düşünmek, işlerin iyice karışmasına yol açacaktı. Geçmişin bir yalan, yaşadıklarının bir oyun olduğuna inanmak… Bunu kaldıramazdı.

Göz göze bile gelmeden, dudaklarında yarım bir gülümseme belirdi Fatih'in.

"Yarın dolapları taktırırız. Bu taraf bitti sayılır," dedi.

Eylül, başını hafifçe salladı. Tek kelime etmedi. Gözleri boşluğa dalmıştı; şimdiki anla ilgilenmiyor, zihninde geleceğe dair hesaplar yapıyordu.

Fatih, Eylül'ün tepkisini önemsemedi. Elindeki fırçayı yanındaki kovaya daldırdı, ardından duvarın yarım yamalak kalan kısmına rastgele darbeler indirdi.

Boya, kollarına ve ellerine bulaşıyor, damlalar yere sıçrıyordu. Ama o, sanki ortaya bir şaheser çıkarıyormuş gibi durmadan devam ediyordu. Her vuruşta, yaptığı işin anlamsızlığını bile isteye görmezden geliyordu.

Eylül'ün zihninde bambaşka bir akış vardı.

Yanındaki adam, planlarının yalnızca ufak bir halkasıydı. Faydalı… ama gerektiğinde kolayca sökülüp atılabilecek bir parça.

Ve o an...

Evin içindeki tüm enerji birkaç saniyeliğine titredi. Sadece Fatih bunu fark etmişti Sanki karanlıkta bir gölge hızla geçmiş. Tavan hafifçe inlemisti. Eylüle baktığında elindeki ise devam ettiğini gördü. Fark etmemiş gibiydi.

O sırada mutfakta…

Aniden, havada küçücük bir ışık noktası belirdi. Parıltı yavaşça büyüdü, ardından şekil almaya başladı. Gölgeler birbirine dolanarak bir silueti ortaya çıkardı.

Bu bir kadındı.

Bir oyuncu.

Gözleri donuktu, yüzünde şokun sert çizgileri vardı. Beyni, saniyeler içinde "Sonun Başlangıcı" kitabının tüm sahneleriyle dolup taştı. Dizlerinin bağı çözülmek üzereydi.

Bu, Eylül'ün bedene girişinden tamamen farklıydı. İzleyiciler orada olsaydı hemen fark ederdi. Eylül bir oyuncu gibi gelmemişti—o, var olan bir bedeni, bir karakteri çalmıştı. Oysa oyuncu, bedeniyle birlikte bu dünyaya adım atardı.

Kadın bir süre ayakta kalmaya çalıştı, bakışları odanın üzerinde dolaştı. İçinde tuhaf bir boşluk vardı. Rüyadaymış gibi hissediyordu, ama bu bir rüya değildi. Bu, kurgu evreniydi. Ve artık onun içindeydi.

Fatih, sırtını mutfağa dönmüştü ama içgüdüsel olarak bir şeylerin ters gittiğini hissetti.

Omurgasından yukarı tırmanan tanıdık bir his vardı…

İzleyiciler geliyordu. Ama görüş bu sefer kendi üstüne değildi.

Yavaşça arkasına döndü. Bakışları mutfağın loş karanlığına kaydı.

İçeride birisi olduğunu hissediyordu. Tuhaf… birkaç saniye önce böyle bir his yoktu içinde.

(Bir şeyler doğru değil.)

Diye düşündü. İçinde kötü bir his vardı. Gelen neyse,iyi birşey değildi.

Tam o sırada kapı aralandı.

Ayak sesleri duyuldu…

Yere kararsız ama sistematik adımlarla basan bir kadın girdi.

Dünya henüz ona yabancıydı; ama zihni artık öyle değildi. Gözlerini açar açmaz, beynine "Sonun Başlangıcı" kitabının tüm sahneleri yüklenmişti. Hikâyenin çatısı, karakterler, ilişkiler, geçmiş… her şey bilincindeydi.

Ama bir şeyler ters gidiyordu.

Daha ilk saniyede, sistemden gelen görev ekranı gözlerinin önünde belirdi:

> Acil Görev Yüklendi

Görev Başlığı: Kırılma Noktası

Süre: 5 dakika

Hedef: Eylül Kervan [Dışlanmış]

Eylem: Tartışmayı başlat, iftira at, onu evden kov.

Gerekçe: Yaşlı bir adamı sevgilisi gibi kandırarak ölümüne neden olmak ve tüm mal varlığını üstüne geçirmek.

Gerçeklik: Kitap içeriğiyle örtüşmez. Sistem müdahalesidir.

Görevi reddetmek: Mümkün değil.

(Dışlanmış da ne demek?)

diye düşündü Fatih.

Kadın gibi, o da Sistem'in seslerini duyabiliyordu.

Eylül ise hâlâ duvarı boyamaya devam ediyordu—aynı tempoyla, aynı ritimle.

İçeri giren kadından haberi yok gibiydi.

Eylül'ün boyadığı duvara baktı. Sonra yeniden arkasına döndü ve kadını izlemeye devam etti.

Bu odada… kimse boya yapmayı bilmiyordu.

Sistemin arkasından, izleyicilerin sesleri geldi. Sistemin devriye girmesiyle onların da sahnesi açılmıştı. En son ki duyduğu zaman bu izliyicilerin de normal insanlar olmadığını fark öğrenmişti.

' Eylül oyuncu diye biliyordum.'

'Aslında tahmin etmeniz lazımdı. Onun sahneleri hep bozuk. Hep bir kopukluk vardı. Ekran hep yanındaki adama gidiyordu. Neyse ki birileri şikayet etmiş, o sorun çözülmüştü.'

'Evet… hatırlıyorum bunu. Böyle bir şey yaşanmıştı…'

İzleyiciler konuşmaya devam etti, ama kadın bir an donakaldı. O, izleyicileri Fatih gibi duyamıyordu. Şu anda kafasında sadece sistemin ona verdiği görev vardı.

Gözlerini kıstı.

Sistemin verdiği görev sahnesini düşündü—böyle bir sahne kitapta yoktu.

Biliyordu… biraz önce tüm bilgiler kafasından geçmişti.

Ama Sistem susturulamazdı.

Süre işliyordu. Zaman azalıyordu.

Ve karşısında, tam da olması gereken yerde… Eylül duruyordu.

Duvarı boyamaya çalışıyor, her zamanki gibi rolünü oynuyordu. Yüzü gülüyordu ama gözleri boştu. O da her zamanki sahnesini yaşıyordu. Yazılmış olanı.

Kadının gözünde, karşısındaki iki kişi…

Birer insan değil, yalnızca yazılmış karakterlerdi.

Bu bölümü hatırlıyordu.

Fatih ve Eylül, gelecekte yaşayacakları evi boyuyorlardı. Kitapta bu sahne, sayfada yalnızca birkaç kelimeden ibaretti ve hemen başka bir sahneye atlıyordu.

Peki neden şu anda, bu sahnede… bu dünyada var olmuştu?

Bilmiyordu.

Kadın ileri bir adım attı. Ayakları ruhunun kırılganlığına rağmen sert ve keskindi. Bu görevi yapmazsa ölecekti. Bunu sistem dememişti ama ruhunun derinliklerinde biliyordu.

Odanın içinde, ayak sesleri duyuldu.

Kadın nefes nefese onlara yaklaştı. Üzerinde sistemden kalan yorgunluk, gözlerinde ise görev kararlılığı vardı.

Fatih gözlerini ayırmadan onu izliyordu ama kadın sadece Eylüle bakıyordu. Fatih'in bakışlarından bir haberdi.

Eylül, duvarın üst kısmını boyuyordu.

Yorgun ama huzurlu görünüyordu dışarıdan.Kafasını çevirip kadını gördüğünde yüzündeki ifade dondu.

"Sen de kimsin?" diye sordu Eylül.

Şaşkınlığı her halinden belliydi.

Bu sahneyi hatırlıyordu—ve bu sahnede yalnızca Fatih ile kendisi olmalıydı.

Başka bir kadının varlığına dair tek bir anı yoktu.

Kadın soruya karşılık vermedi.

Gözlerinde bir yabancının değil… başka bir şeyin — sistemin — soğuk emirleri parlıyordu.

Kadın: "Onu kandırdın, değil mi?"

Eylül kaşlarını çattı.

"Ne diyorsun sen? Kimi kandırdım?"

Kadın: "Yaşlı adamı. Ona yakınlaştın, güya onu sevdin. Oysa sadece malları içindi. Mülkü alıp onu yalnız bıraktın. Ölmesine göz yumdun."

Eylül'in sinirleri geriliyordu. Karşısındaki kadının bir tür dolandırıcı ya da akıl hastası olduğuna inanmak üzereydi.

"Hanımefendi, çabuk bu evden çıkar mısınız!? Evime nasıl girdiniz? Sizi tanımıyoruz!" diye bağırdı.

Kadın Eylül'ün üzerine ilerledi.

Sesi giderek yükseliyordu… ama gözlerinde tuhaf bir şey vardı: yaşlar.

Sanki biri onun bedenini kullanıyor, ona sözleri zorla söyletiyordu.

Kadın: "Bu ev bile senin değil! O adama aitti! Ve şimdi burada utanmadan yaşıyorsun!"

Eylül çileden çıkmıştı. Her an karşısındaki kadına saldıracak gibiydi.

Fatih'e döndü:

"Fatih! Bir şey yap!"

Fatih köşeden onları izliyordu.

Bakışları kadından Eylül'e, sonra tekrar kadına kaydı.

(Ne yapmamı bekliyorsun?)

Yüzü ifadesizdi… ama gözlerinde bir soru işareti titreşiyordu.

Eylül, Fatih'in kıpırdamayacağını anlayınca gözlerini devirdi ve kadına ilk hamleyi yaptı.

Kolunu yakalayıp kapıya doğru sürüklemeye başladı.

"Ay bir de seninle mi uğraşacağım, onca işin gücün arasında…" diye homurdanıyordu.

Kadın ise şaşkın, bir sonraki adımını düşünüyordu. Ama sistem ona düşünmek için zaman tanımıyordu.

Zaman sayacı gözlerinin önünde akıyordu:

2:42… 2:41… 2:40…

Birden kolunu Eylül'ün elinden kurtardı, kendine doğru çekti ve sertçe itti.

Bu kadar güç uygulayabileceğini kendisi bile tahmin etmemişti.

Eylül ise dengesini kaybetti. Ayağı yerdeki boya kutularına takıldı… ve bir anda pencere kenarına kadar sürüklendi.

"Sen…" diye bir şey mırıldandı, ardından çığlığı patladı:

"Fatih!"

Kimse onun pencerenin önüne nasıl bu kadar yaklaşabildiğini anlamamıştı.

Bir anlık boşluk… ardından Eylül'ün zihninden binlerce düşünce geçti.

Önceki hayatı, hikâyedeki yeri, kaderi…

O, Beyaz Lotus'tu. Hikâyenin sonunda başrol erkekle birlikte yürüyen kadındı.

Ama şimdi… ölmek istemiyordu.

Fatih hareket edemedi.

Sadece gözleri genişledi.

Bedenine sanki zincir vurulmuştu.

Eylül pencereden düştü.

Yükseklik ölümcül değildi ama altı taşlıktı.

Ağır bir çarpma sesi: "Tık."

Sonra sessizlik.

Fatih balkona koştu.

Aşağı baktığında Eylül'ün başının bir kayaya yaslandığını gördü. Gözleri kapalıydı. Hareketsiz. Ölü mü, sağ mı… belli değildi.

Kadın geriye çekildi, elleri titriyordu.

Fısıldadı: "Bunu yapmak istemedim…"

O anda sistemin neşeli, çocukça sesi zihninde yankılandı:

> "Görev başarıyla tamamlandı. +8 puan. Oyuncuya başarılar dilerim~♪"

Ses, şekerli bir melodi gibi beyninde dönüyordu; sanki biraz önce biri ölmemiş, hiçbir şey olmamış gibiydi. Sesi önceki sesine de benzemiyordu.

Kadın başını kaldırdı. Fatih'e baktı.

Onun yüzü hâlâ sessizdi… ama bakışlarında içten içe kıpırdanan sorgular vardı.

O an uğultu yeniden başladı.

Fatih'in zihninin kıyısında… izleyicilerin sesi:

'Bu sahne kitapta yoktu, değil mi?'

'Yok... Asla. Eylül böyle düşmezdi'

' Simdi ne olacak ? Kadın başrol öldü? Erkek basrolle kim olacak?'

'Suanda gerçekten bunu mu düşünüyorsun?! Eylül öldü!'

'Ne oluyor yahu bu alt sisteme!? Artık kafalarına göre mi senalyo yazar oldular! Şikayet edeceğim ana sisteme!!'

'Nasıl? Ana sisteme erişim yok diye biliyorum…'

Bir süre sessizlik oldu.

'Ya Fatih? Ona ne oluyor? Hani seviyordu Eylülü? Tek kelime bile etmedi adam.'

'Şu erkekler…'

'Şu anda sırası mı bunun!?'

Bu soru ile Fatih bir süre hareketsiz kaldı. Buna onunda bir cevabı yoktu.

'Fatih mi?... Fatihhhhh! Üzümlü kekim, seni çok özlediiimm ugg!'

Ve ardından ağlama sesleri geldi.

Bu çığlıkla birlikte diğer izleyiciler de bir süre sessiz kaldı.

Fatih'in yüzünde önce şaşkınlık geçti, sonra hemen normale döndü.

Bu kızı burada duymayı beklemiyordu; uzun zaman olmuştu.

Teya'nın bu çığlığı, konunun dağılmasına neden oldu.

Sonra ardından başka bir tartışma konusu açıldı.

"Ahh, kulağım! Ne saçmalıyorsun kızım sen!?"

Bir an nereden geldiği belli olmayan gri bir duman evin içini sardı. Ama aynı hızla geri dağıldı.

Eylülü iten kadın şaşkınlıkla ellerine bakıyordu.

Dış kapıdan bir ses geldi o an:

Tık… tık…

Kadın irkildi.

Nefesi boğazında düğümlenmiş gibiydi.

"Açma…" dedi kısık bir sesle.

Ama Fatih çoktan kapının yanındaydı...

More Chapters