Ficool

Chapter 7 - 6. bölüm < part 1 ( katil !)

Fatih kapıyı açtığında, işlerin daha ne kadar karışabileceğini düşünüyordu. Son günlerde yaşadıkları zaten aklının sınırlarını zorlamıştı. Fakat belli ki bu, yalnızca başlangıçtı.

Kapıyı açar açmaz yüzüne soğuk bir rüzgar çarptı. Rüzgarın şiddetiyle gözlerini bir anlığına kapattı. Gözlerini yeniden açtığında, karşısında hayatında hiç görmediği bir kadın duruyordu. Bu kadını daha önce görmediğine emindi. En şaşırtıcı olan ise, burasının küçük bir köy olmasıydı; burada herkes birbirini tanırdı.

"Buyurun," dedi kısık bir sesle. Sesinde belli belirsiz bir sorgulama vardı. Aslında neyi sorguladığını kendisi bile bilmiyordu. Bu ev zaten onun bile değildi. Neden kapıyı açmaya o gitmişti ki? Ve hâlâ neden burada duruyordu? Sahne hâlâ bitmemiş miydi?

Eylül…

Eylül'e ne olmuştu? Az önce yaşananlar gerçek miydi? Her şey normale dönebilecek miydi? Ne zaman bitecekti bu sahne? Eylül'ü görmek istiyordu.

Bir ses duymasıyla düşünceleri yarıda kaldı. Daha fazla düşünmemesi gerekiyordu. Bu gidişle sahneden çıkabilir, başkalarının dikkatini çekebilirdi. O gece yaşadıklarını hâlâ unutmamıştı.

Konuşan, karşısındaki kadındı.

"Nihayet," dedi kadın, tuhaf bir ses tonuyla.

Kapının ardında duran kadın, sanki gerçekliğin dışına taşmış gibiydi. Yüz hatları keskin, bakışları ise ürkütücü bir soğukluğa sahipti. Öyle kusursuzdu ki, bir insanın bu kadar kusursuz olması Fatih'in zihnini daha da karıştırdı.

Kadın da aynı dikkatle Fatih'i süzüyordu. Aralarındaki fark açıktı: Fatih'in bakışlarında merak vardı; kadının gözlerinde ise açıkça hoşnutsuzluk okunuyordu. Fatih istemsizce kaşlarını çattı.

"Birine mi bakmıştınız?" diye sordu Fatih. Sesi sakindi; ne korku ne de şaşkınlık vardı. Sanki az önce yaşananlar hiç olmamış gibiydi.

Kadının dudak kenarı hafifçe kıvrıldı, alaycı bir gülümseme belirdi.

"Nihayet," diye tekrarladı, bu kez daha keskin ve kırıcı bir tonda. "Sabrım tükenmek üzereydi."

Kadın, kırklı yaşlarının sonlarında görünüyordu. Gösterişli kıyafetleri ve titiz duruşuyla bir köylüden çok, zengin bir konağın hanımını andırıyordu. Fatih'i sertçe itip içeri girdi. Adımlarındaki güven ve buyurganlık, burayı kendi mülkü ilan eder gibiydi..

İtmenin etkisiyle Fatih birkaç adım geriye sendeledi. Kadının soğuk bakışları altında sessiz kaldı. Ama içinden yükselen, açıklayamadığı bir gülme isteğini bastıramıyordu. Dudaklarının kenarı istemsizce kıpırdadı, hemen ardından kendine kızar gibi nefesini tuttu.

Belki de eski psikiyatrist arkadaşıyla yeniden konuşmasının zamanı gelmişti…

Tabii ki böyle saçma bir şey olmayacaktı.

Bu düşünce, üç saniye içinde zihninden silinip gitti.

"Burası mı?" dedi kibirli bir ses tonuyla. Sanırsın burnu Kaf Dağı'nda.

Gözleri etrafı ağır ağır taradı. Kapının kenarındaki soyulmuş boyayı, duvarlara tutunmuş örümcek ağlarını fark ettiğinde, yüzündeki ifade daha da sertleşti.

Kaşları ince bir çizgi gibi birleşti; tiksintiyle başını hafifçe yana çevirdi.

"Tam bir fiyasko," diye fısıldadı sonunda. Sesi, sanki odanın soğuk havasını kesip geçen bir bıçak gibiydi.

Fatih hiçbir şey söylemedi, yalnızca gözlerinde belirginleşen merakla kadını izlemeyi sürdürdü.

Salonda ise İdil, kalbi göğsünü zorlayan bir hızla çarpıyordu. Gözleri istemsizce balkona kayıyor, Eylül'ün düştüğü noktayı görüyor; sonra hızla Fatih'in gittiği kapıya dönüyordu. Sessizlik boğucu bir ağırlık gibi üzerine çökmüştü.

O anda kapı bir kez daha açıldı. Yeni bir figür içeri girdiğinde, İdil istemsizce irkildi; bakışları şaşkınlıkla bu yabancı kadına kilitlendi.

'Bu kadın da kim?'

Kadın içeri adım atar atmaz bir an duraksadı. İçeride başkasının olmasını beklemiyordu sanki. Gözleri kısa bir süreliğine İdil'e kaydı, ardından ilgisi hızla dağıldı. Karşısındaki bu kadın ona göre güçsüz, önemsiz, hatta neredeyse görünmezdi. Zihninde taşıdığı amacın ağırlığı, dikkatini hemen geri çekti.

Birkaç adım attı; adımlarındaki kararlılık, odanın havasını daha da gerdi.

Onları umursamaz bir şekilde evin içinde dolaştı, başka odalara yönelip kısa süreliğine gözden kayboldu.

Sonra, kimsenin duyamayacağı kadar alçak bir sesle — sanki orada olmayan biriyle konuşuyormuş gibi — fısıldamaya başladı:

"...Nerede o lanetli şey? Nereye saklamış olabilir?"

İdil'in bakışları dondu. Şaşkınlıkla Fatih'e döndü; onun kadını umursamadan cama yöneldiğini fark etti.

Demek ki bu sözleri yalnızca kendisi duymuştu.

Bu, garip bir şekilde, buraya gelişinden sonra duyularının değişmeye başladığı anlamına geliyordu — özellikle de işitme duyusunun.

Ama İdil, Fatih'in de aslında kadını duyduğunu bilmiyordu. Fark şuydu: Fatih aldırmıyordu. Onun ilgisi bambaşka bir yerdeydi — Eylül'ün nasıl olduğunu merak ediyordu.

İzleyiciler hâlâ sahne hakkında konuşmaya devam ediyordu; bu, bölümün henüz bitmediği anlamına geliyordu. Gidip Eylül'ü kontrol edemiyordu, ama aklından da çıkmıyordu.

İzleyicilerin seslerini net işitiyor, fısıltılarını kendi düşüncelerinin arasına karıştırıyordu.

Hatta bu sayede, Eylül'ü aşağı iten kadının adını bile öğrenmişti: İdil.

İdil ise bu seslerden tamamen habersizdi; sanki o görünmez sesler yalnızca Fatih'in zihnine yüklenmiş bir lanetti.

İdil, tedirgin ve merak dolu gözlerle Fatih'in yanına yaklaştı. Gözlerini kadının girdiği odadan ayıramıyordu.

"Bu kadın da kim?" diye sordu kısık bir sesle; sanki kadının kendisini duymasından korkuyordu.

"..."

Fatih'le konuşuyor olsa da, gözlerini hâlâ kadının girdiği odadan ayırmıyordu.

Bir cevap alamayınca, dönüp Fatih'e baktı — ama karşısında gördüğü yüz karşısında korkuyla geri adım attı.

Fatih'in bakışları sertleşmişti. Kaşları çatık, gözleri buz gibi soğuktu. Onu dikkatle süzerken, sesi de aynı sertlikle yankılandı:

"Önce sen söyle… Asıl sen kimsin?"

"Be… ben…"

Şaşkınlıktan konuşamaz hâle gelmişti. Ne diyeceğini bilemiyordu. Sistem ona ne yapması gerektiğini söylemiş, görev bitince de ortadan kaybolmuştu.

Şimdi ise buradan nasıl çıkacağını bilmiyordu.

Yutkundu ve bir çıkış yolu bulmak için etrafı taradı.

Bu soru, kadını belli ki hazırlıksız yakalamıştı; yüzündeki şaşkınlık kısa bir an için bile saklanamadı.

Fatih'in içindeyse merak giderek büyüyordu. Bu oyuncular kimdi? Buraya nasıl gelmişlerdi? Sistemle aralarındaki bağ neydi?Sorular zihninde çığ gibi büyüyordu, ama hiçbirini doğrudan soramazdı.

Kadının konuşması onu durdurmuştu.

Eylül'ün durumunu hâlâ görmemişti; kadını kendi haline bıraktı ve Eylül'ü görmek için cama yaklaştı. Tam o sırada, izleyicilerin seslerini tekrar net bir şekilde duydu.

'Ne tuhaf bir NPC…

Şimdi mi sormak aklına geldi?'

'Hey! Fatih'ime NPC deme!'

'Lütfen biri şu deliyi sustursun artık!'

'Hayır! Kimse beni Fatih'imden ayıramaz!!'

Bir an için Fatih, keşke bu kargaşayı durdurabilseydim diye düşündü.

Soru, İdil'i olduğu yerde çiviledi. Gözleri boşluğa daldı. Anılar zihnine hücum ediyordu: Nereden geldiğini… sistemin ona verdiği görevi… öldürmek zorunda kaldığı kişiyi… Hepsi bir anda, gözlerinin önünde yeniden canlandı. Parmakları titredi.

O sırada içeriden yükselen sesler tüm dikkatini dağıttı. Kadın öfkeden deliye dönmüş gibiydi; bağırıyor, bir şeyleri hışımla savuruyordu. Gürültü, evin duvarlarında yankılanıyor, dışarıya taşan bir uğultu gibi çevreyi dolduruyordu.

İdil'in yüreği sıkıştı. Bir an bile düşünmeden Fatih'e koştu ve koluna yapıştı. Fatih ne olduğunu anlamadan, onu çekiştirerek dışarı sürükledi.

Kapının önüne çıktıklarında Fatih şaşkınlıkla durdu. Bakışları, koluna sımsıkı kenetlenmiş olan ele kaydı. Sonra gözlerini kaldırıp sahibine baktı. Karşısında, 1.58 boylarında, zayıf ve narin görünümlü bir kadın vardı. Böylesine minyon bir bedenin kendisini bu kadar kolay sürüklemiş olması, aklının almadığı bir şeydi.

Oysa İdil, o an içinde taşıdığı gücün farkında değildi. Fatih'in neden durduğunu anlamıyor, hâlâ onu kapıdan uzaklaştırmaya çabalıyordu. Korku damarlarında kan gibi dolaşıyordu; polisler gelmeden oradan kaçmaları gerektiğini biliyordu. Çünkü birini öldürmüştü. Ve içerideki yabancı kadın… kitapta hiç adı geçmeyen biri… bu bilinmezliğin ortasında yalnız kalmak istemiyor, Fatih'in varlığına tutunuyordu.

Fatih'in bakışlarını üzerinde hissedince irkildi. Başını çevirdiğinde, adamın hâlâ eline odaklandığını fark etti. O an birden kendine geldi, elini hızla çekti. Çevresine bakındı. Ama tabelalar, sokaklar, hiçbir şey ona tanıdık gelmiyordu. Nerede olduklarını bilmiyordu.

Fatih sessizce kollarını düzeltti. Göz ucuyla İdil'e kısa bir bakış attı, ardından kararlı adımlarla geri dönmeye başladı.

İdil'in gözleri büyüdü. Ardından paniğin yükselişiyle bağırdı:

"Nereye gidiyorsun?"

Fatih, arkasını dönmeden, sanki sorusu saçma bir şeymiş gibi soğukkanlılıkla cevap verdi:

"Geri dönüyorum."

İdil'in kalbi hızlandı. Sesinde hem korku hem öfke vardı:

"Kaçıyoruz işte! Neden geri dönüyorsun?"

Fatih'in gözleri kararlı bir parıltıyla parladı:

"Eylül'ü öylece bırakamam."

O an, İdil'in zihninde sayfalar açıldı. Kitaptaki o çift… Fatih ve Eylül… Güçlü, birbirine sımsıkı bağlı bir ikili. Fatih'in Eylül'e duyduğu derin sadakat… Gerçek şimdi tam karşısındaydı.

Ama İdil'in kalbi sıkıştı. Fatih'i öylece bırakamazdı.

Ya girip polisi arasaydı? Hayır, olamazdı. Hapis yatamazdı; daha çok geçti.

Hem, bunları kendi isteğiyle yapmamıştı. Zorunda kalmıştı.

Hepsi sistemin suçuydu; onun bir suçu yoktu!

"Gidemezsin!" diye haykırdı.

Fatih şaşkınlıkla ona dönecekti ki, İdil içinden yükselen bir güçle onu durdurdu. Tereddüt etmeden, Fatih'in kolunu kavradı. Tek bir hamleyle adamı bayılttı. Nasıl yaptığı, ne yaptığı kimse anlayamadı.

' ohooo'

'Vay anasına, sayın seyirciler'

'...'

'Ne yaptı lan Fatih size!? Neden hep Fatih'imin başına geliyor bunlar!!?'

Fatih yere yığılırken, İdil birkaç adım geri çekildi.

Ellerine baktı — titriyordu. Dizlerinin üzerine çöktü. Gözleri dolmuş, dudakları titriyordu.

Hemen Fatih'in ceplerini karıştırdı ve eski model bir telefon buldu. Tam o sırada bir ses duydu.

Tüm vücudu ürperdi. Kalbinin ritmi bozulmuş gibiydi.

Üzerinde bakışlar hissediyordu. Sokak boştu; yalnızca kendisi ve bayılttığı Fatih vardı. Ama bu boş sokakta, kendisine bakan, fısıldayan kötü gözleri hissediyordu.

Bu gözler ona gülüyordu, onunla dalga geçiyor, ona küfür ediyorlardı. Sanki hepsi ne yaptığını biliyordu.

Ve sonra o sesi tekrar duydu:

"Katil! Katil! Katil!"

O an, çıplak bir suçlulukla ortada durduğunu düşündü.

Gözlerini kaçıracak bir yer aradı, ama bulamadı.

Kulaklarında çığlıklar yükseliyordu; bu çığlıkların kendisinden mi, yoksa o gözlerden mi geldiğinden emin olamıyordu.

~~~~~

Fatih yere yığılırken, bilinci giderek bulanıyordu. İdil'in gözlerindeki korku ve suçlulukla son bir an için karşılaştı; her şey yavaşladı. Kendini boşluğa bırakıyordu, ama zihninin derinliklerinde hâlâ bir parça merak vardı: İdil neden bu kadar güçlüydü?

Bir anlık karanlıkta, Fatih'in aklında sadece tek bir görüntü kaldı: İdil'in kaçışı.

_______________

Yazar :

Bu bölüm pek içime sinmedi :(

ilk hikayem bu benim fikir ve önerinz, eleştiriz varsa yazarsanız sevinirim dikkate alırım:)

Ve bu bölüm 2 parttan oluşacak.

More Chapters