Ficool

Chapter 8 - 6. bölüm < part 2 ( soğuk )

O günün üstünden bir ay geçmişti.

Tuhaf bir şekilde gözlerini açtığında —ki hâlâ neyin tuhaf, neyin gerçek olduğunu ayırt edemiyordu— kendini odasında bulmuştu.

Başta nerede olduğunu anlayamamıştı; ta ki başındaki sızının ve kolundaki o keskin ağrının varlığını hissedene kadar.

O anda her şey, bir anda geri dönmüştü zihnine.

O gün. Eylül. Kan. İdil. Sonradan gelen o tuhaf kadın. Ve o karanlık...

Eylül'ü düşünür düşünmez kalbi panikle sıkıştı. Bir saniye bile durmadan evden fırladı.

Ama oraya vardığında... Eylül'ün düştüğü arka bahçede ne Eylül vardı, ne de düşerken oluşmuş olması gereken kan lekesi.

Hiçbir iz yoktu.

Sanki orada yaşananlar sadece bir hayalden ibaretti.

Sanki yer yarılmış ve Eylül içine girmişti...

O gün gördüğü, kendisini bayıltıp sonra kaçan kadını da bir daha hiç görmemişti.

Ne olduğunu anlamıyordu.

Aynen böyle bir ay geçmişti üstünden ve ayakları yine o eve gidiyordu.

Her akşam dükkânı kapattıktan sonra bilinçsiz bir şekilde hep olaya giderken buluyordu kendini.

Bugün de diğerlerinden bir farkı yoktu.

Yine buraya gelmiş, kayanın başında kayayı izlerken bulmuştu kendini.

Hava kararmış, gökyüzüne yarım ay asılmıştı.

Etraf sessizdi; öyle bir sessizlik ki, insan kendi nefesinin bile yankısını duyuyordu.

Rüzgâr bile esmeye korkar gibiydi.

Fatih gözlerini kayadan ayıramıyordu.

Ne yaptığını bilmiyordu ama buraya her gün geliyordu.

Belki de... vicdan azabındandı.

Ama yine hiçbir iz yoktu.

Ne kan, ne ceset.

"Eğer gerçekten öldüyse," diye düşündü, "biri gelip aldı onu."

Ama kim? Ve neden?

Cevap yerine zihninde sadece daha fazla soru birikti.

Köyde kimse hiçbir şey duymamıştı.

Hiç kimsenin dilinde Eylül'ün adı yoktu.

Hiç yaşamamış, hiç var olmamış gibiydi.

Bu, onun ölümünü görünmez kılıyordu.

Sanki o gün hiç yaşanmamış gibiydi.

Bir iç çekti. Kolunu kaldırıp saate baktı.

İki saattir buradaydı ve yine bir şey bulamamıştı.

Eve gitme vakti gelmişti.

O sırada ön tarafta bazı sesler duydu.

Bu sesleri duymasıyla şaşkınlıkla bahçeyi dolanıp evin girişine ilerledi.

Yaklaştıkça sesler çoğalmıştı ama ne dediklerini duyamıyordu.

İki kadına benziyordu.

Şaşırtıcı olan, bu evin köyden biraz uzakta olmasıydı ve kolay kolay buraya gelen olmazdı.

Daha fazla yaklaştıkça bu konuşan iki kişinin kadın olduğunu fark etti ve içlerinden birinin sesini çok iyi tanıyordu.

Adımlarını hızlandırdı ve merdivenlerin başında nefes nefese durdu.

İşte oradaydı.

Şaşkınlıkla gözlerini ayırmadan bakıyordu Fatih.

O iki figür de ona bakıyordu.

Biri Eylül'dü.

Diğeri ise — o gün sonradan gelen kadındı.

Göz göze geldiler.

Fatih, hayatında ilk defa, gerçeklikle kurgunun sınırının bu kadar silikleştiğini hissetti.

Birkaç adım geriledi.

Gözleri bir Eylül'e, bir yanındaki kadına kayıyordu.

Kalbi göğsünü parçalayacak gibi atıyordu ama nedense daha fazla adım atamıyordu.

Sanki bu sahneye dokunsa her şey dağılacaktı.

Kadın, Eylül'ün omzuna usulca dokundu.

Küçük ama kesin bir hareketti bu.

Her şeyin ipini elinde tuttuğunu gösteriyordu.

Eylül'ün gözleri Fatih'e kilitlendi.

Dudakları kıpırdamadı ama bakışları tek bir cümleyi haykırıyordu.

Eylül'ün bedenindeki varlık tüm maskelerini atmıştı.

Sahte zarafet, ince tebessümler yok olmuş; yerine soğuk, baskın ve kendinden emin bir varlık geçmişti.

Yanındaki kadın sanki onun güç kaynağıydı — karanlıkta uzanan görünmez bir ip gibi.

Aralarındaki bağ, Fatih'in içini ürpertmeye yetiyordu.

Eylül'ün gözlerinde ne sevgi vardı ne de tanıdık bir iz.

Yalnızca keskin bir soğukluk, derin bir nefret ve hükmetme arzusu…

O bakış, geçmişi silmek istercesine onu yargılıyor, küçümsüyor, ezmeye çalışıyordu.

Sessizlikte bakışlar çarpıştı.

Sonra kadın, yanındaki gölgeyle birlikte arkasını döndü ve sessizce uzaklaştı.

Fatih, içinde yükselen rahatsızlığı — ve garip bir huzuru — aynı anda hissetti.

Fatih'in zihninde artık kesin bir anlayış vardı:

Karşısında duran bu iki kişi… ne kendisi gibi bir NPC'ydi, ne de bir oyuncu.

Ne olduklarını bilmiyordu ama bunu en net şekilde hissedebiliyordu.

Normalde bir oyuncu ortaya çıktığında, yanında o görünmez gözlemciler de belirirdi — fısıltılar, yorumlar, alaycı kahkahalar…

Ama şimdi hiçbir ses yoktu.

Sessizlik ağırdı.

Onların yanında tek bir izleyici bile belirmemişti.

Sanki bu varlıklar, dünyanın düzeninin dışında, tamamen başka bir yerden gelmiş gibiydi.

Hâlâ gerçek Eylül'e âşık olup olmadığından da emin değildi.

Onun için hissettikleri gerçekten kendine mi aitti,

yoksa sadece ona yazılmış duygular mıydı — bunu hiçbir zaman tam olarak bilememişti.

Ama şunu biliyordu:

Eylül'ü seviyordu.

Belki aşk değildi bu... ama çok derindi.

Çünkü Eylül, Fatih'in çocukluğuydu.

~~~~~~~~~~~

Fatih'in köyü - Çorum / Akşam Saatleri - Köy Evi / İç Mekan

Aylar geçmişti. Köyde hayat sakin ve sıradan bir şekilde akmaya devam ediyordu. Zaman geçiyordu; Fatih her sabah dükkâna iniyor, kıyafetleri düzenliyor, akşam işini bitirince de yukarıdaki evine dönüyordu. Köylüler de aynı rutini sürdürüyorlardı. Hayat monotondu. Kimse Eylül'den bahsetmiyordu. Bir zamanlar köyün ideal gelini olarak görünen Eylül, şimdi hiç var olmamış gibiydi. Öyle ki, annesi bile ondan tek kelime etmiyordu. Eylül, sanki dünyadan silinmişti.

Kimse ondan söz etmeyince, Fatih de üzerine gitmemeyi seçti. Ama son zamanlarda dışarı çıkmaktan hep kaçınıyordu; dışarıda yapılması gereken işleri genellikle çırağına bırakıyordu. Böylece aylar geçti ve yılbaşı zamanı geldi.

Fatih, günün yorgunluğuyla televizyonun karşısına geçmişti. Evin içindeki sessizliği yalnızca televizyondan gelen sesler bozuyordu. Ekranda büyük bir kargaşa vardı. Fatih televizyonun sesini biraz daha açtı ve tekli koltukta hafif öne eğilerek dikkat kesildi. Son zamanlarda içinde giderek büyüyen huzursuzluk, şimdi daha da belirgindi. Birazdan yetkililerin açıklama yapacağına dair bir duyuru geçti ekranın altından.

İnsanların marketlere ve eczanelere akın ettiği, izdiham yaşandığı görüntüler dönmeye başladı. Haber bantları sürekli değişiyor, panik havası giderek büyüyordu. Yetkililer mikrofonlara konuşuyor, acil önlemlerden bahsediyor; maske zorunluluğu, toplu taşımada kısıtlamalar ve uluslararası uçuşların durdurulduğu açıklanıyordu.

Aniden ekranda kırmızı bir acil uyarı belirdi. Spikerin sesi ciddileşmişti:

"Ülke genelinde yaygınlaşan salgın nedeniyle, tüm şehirlerde sokağa çıkma kısıtlamaları uygulanacaktır. Vatandaşlarımızdan sakin olmaları ve yetkililerin talimatlarına harfiyen uymaları rica olunur."

Fatih, televizyonun sesini kısarken elleri titriyordu. Pencereden dışarı baktı; sokaklar aynıydı. Sessiz, sıradan. Kimse, bu köye bir salgın gelebileceğine inanmazdı. Ama Fatih'in içini tuhaf bir ürperti kapladı. O an, kafasının içinde bir süredir dönüp duran, izleyicilerden defalarca duyduğu ama tam olarak anlayamadığı o kelime birden netleşti: Yok oluş.

Yüreği hızla çarpmaya başladı. İçinde, açıklayamadığı bir korku büyüyordu. Sanki dünyanın sonu gerçekten gelmişti ve o buna şahitlik ediyordu.

Televizyondaki acil uyarılar hâlâ yankılanıyordu. Panik dolu haberler, bir kâbusun kapılarını aralıyordu. Fatih irkildi. Derin bir nefes aldı. Ayağa kalktı, ama korkuyla geri oturdu. Ne düşüneceğini bilmiyordu. Kafasının içinde her şey karmakarışıktı: kıyamet, sistem, izleyiciler, Eylül, İdil, o tanımadığı kadın… Zihni paramparçaydı.

Yavaşça pencereye yöneldi. Dışarıdaki köy manzarası artık bildiği gibi değildi. Gökyüzü kararmaya başlamış, rüzgâr uğuldamaya koyulmuştu. Gözleri ufka takıldı. Yaklaşan bir fırtına vardı ve Fatih bunu tüm benliğiyle hissediyordu...

Karanlık bulutların arasında bir gözün kendisini izlediği hissine kapıldı bir an. Hızla perdeleri kapattı ve odayı karanlıkta bıraktı. Odayı artık sadece televizyondan gelen parıltı aydınlatıyordu. Elindeki kumandayı alıp televizyonun sesini kıstı ve tüm dikkatini dışarıdaki seslere verdi. Uzun bir süre dinledikten sonra rüzgardan başka bir ses duymadığını fark etti. Hafifçe güldü. İyice paranoyaklaşmıştı. Kumandayla televizyonu kapattı.

Sonra bir tık sesi geldi; bu, çakmağın sesiydi. Fatih, masadan aldığı mumu, cebinden çıkardığı çakmakla yakıyordu. Mumu yaktıktan sonra çakmağı masaya koydu ve eline mumu aldı. Ardından tüm camları ve kapıyı kontrol etti. Bu, hayatı boyunca edindiği bir alışkanlıktı. Ne de olsa köyde yaşıyordu ve başına bir şey gelmesi halinde en yakın jandarma üç saat uzaktaydı.

Tüm camları ve kapıları kontrol ettikten sonra odasına geçti. Elindeki mumu yatağın yanında duran küçük komodine koydu ve hemen ardından üstünü çıkarıp yatağa girdi.Neyse ki uyuması uzun sürmedi; bu aralar beyni düşünmekten hiç durmuyor ve hep gergin kalıyordu, bu da onun yıpranmasına ve yorulmasına neden olmuştu.

Ama ne yazık ki uyanması da uzun sürmedi...

More Chapters