Ficool

ARTEMİS

eylulertgr
7
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 7 chs / week.
--
NOT RATINGS
62
Views
Synopsis
“Sen renksiz değilsin, bütün renkler beyaz ışıktan doğar Artemis. Sen, bütün renklerin oluşumusun...” Bir saldırı, bir kayıp ve ardından gelen hesaplaşma tutkusu... Albino bir genç kız, annesinin katilini bulmak için karanlık bir dünyanın kapılarını aralamak zorunda kalır. Bu yolda attığı her adımda dostluk, aşk, ihanet ve ölüm birbirine karışırken, tek bir şeyden emin olur: Onu içine çeken bu yol, geri dönüşü olmayan bir sona sürükleyecektir. Peki, annesinin istediği gibi cesur birine dönüşerek katili bulabilecek mi, yoksa karanlığın içinde kendini de mi kaybedecek? Artemis, yazarın ve serinin ilk kitabıdır.
VIEW MORE

Chapter 1 - (1) SUÇÜSTÜ

(1) SuçÜstü

Gözlerim dolu dolu, yüreğim hüzünle dolarken elimde titreyen çiçeği gözyaşlarımı dökerek adım adım annemin mezarına kadar taşıdım.

O kutsal yeri bulduğum anda, yüreğim bin bir duyguyla titredi. Mezar taşındaki ismi, annemin hatırasını sonsuza dek yaşatacak bilge bir kitabe gibi parlıyordu; Aylin Köse.

Acaba sevdiklerimizi korumak için daha fazla ne yapabilirim diye düşünürken, acı bir gerçekle karşılaştım. Onu kaybetmek, hayatımın bir parçasını kaybetmek demekti. Bu anı hatırladıkça yüreğimde derin bir acı hissediyorum. Geceleri, uykusuzca düşüncelerime dalmak zorunda kalıyorum.

Onu korumayı ne çok isterdim, o gün onun ölümüyle sanki ben de toprağın altına girdim. Yine gece... Bir albino için sabahları gazap dolu olabilir. Çünkü albinolar güneşe karşı hassastır. Ben neden farklıyım? Bazı albinolar sabahları sokaklarda dolaşırken neden güneşten korkuyorum? Bir vampir olarak dönüşüm geçirmek üzere olduğumu hissediyordum.

Annem Aylin, iki ay önce sokakta bir saldırıya uğradı ve lanet olsun ki ben yine güneşten korkup evimde saklanıyordum.

Belki yanında olsam onu koruyabilirdim, ama ben bir aptal olduğum için yine karanlık odamda gecenin olmasını bekliyordum. Onu o morgda, o buz gibi yerde, benim gibi bembeyaz görünce nefesim kesildi ve bir kere daha öldüm.

Acıtıyordu gitmesi, benim hayat öğretmenimdi, böyle veda edemezdi.

Ben ve babam albinoyduk. Ancak babam, ben doğmadan önce güneş yüzünden cilt kanserine yakalanmış ve hayata veda etmişti. Annem, o öldükten sonra beni asla güneşe çıkarmamıştı. Bende güneş kötü bir şey diye güneşten hep korkmuştum. Hayatımda hiç güneşi görmedim ve görmek istemiyordum. O benden babamı almışken onu nasıl seveceğimi bilmiyordum.

Göz yaşımı silip annemin toprağını sevmeye başladım. Buruk bir gülümseme atıp onunla konuşmaya başladım.

"Annem, ben geldim, kızın geldi." Tekrar gözlerim dolunca bu sefer silmedim, herkesten farklı gözlerim ağlayınca rahatlıyordu. Farklı olmasının sebebi, babam ve benim mor gözlere sahip olmamızdı. Annem; babam ve benden çok farklıydı, o bizim zıddımız gibi: siyah kaşlar, gözler, siyah saçlar... Siyahın zıttı beyaz gibi.

"Anne, seni çok özledim." Artık dayanamadım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Dayanılmaz bir acıydı içimdeki boşluk hissi. "Sen gittikten sonra renkler daha da kayboldu ve hayat daha karanlık oldu. Neden anne? Neden beni bırakıp gittin?" Ölmesi gerekmiyordu, kimsesiz olmak istemiyorum. Ruhum annemle toprağa girmişti, şimdi nasıl yaşayacağımı bilmiyorum.

Nefes nefese kaldığımı hissetmeye başladığımda, terli kıyafetlerimin boynumu sıkdığını fark ettim. Bu tuhaf duygu, açık havada boğuluyor gibi olmak. İçimde derin boşluk hissini daha da arttırıyordu.

Yavaş adımlarla mezarlıktan çıkarken arkamı dönüp tekrar mezarlığa baktım ve fısıldadım. "Görüşürüz anne, iyi geceler. Gerçi sensiz hiç iyi değil geceler ama olsun." Tekrar gülümsedim, yine buruk bir gülümseme, yine hüzün... Yanında ailen olmayınca gerçekten boynun bükük oluyormuş, bunu kaybedince anladım.

Boş sokaklardan geçerken çok ruhsuzdum. Sanki sarhoştum, gideceği yeri bilmeyen bir sarhoş. Sarsak adımlarla eve giderken bir inleme sesi kulağıma fısıldar gibi oldu. Etrafıma baktım ama kimse yoktu. "Nereden geldi o ses?" Tekrar adım atmıştım ki aynı sesi yine duydum ve bu sefer bir yakarış sesiydi. Sesin geldiği yere doğru gitmeye karar verirken içimi bir sıkıntı sardı. Çünkü ses mahallemizin dibindeki ormandan geliyordu. Biraz tereddüt ettim ama korkunun ecele faydası yoktu, çünkü birilerinin bana ihtiyacı olabilirdi.

Ormana daldığımda yerdeki kuru yaprakların hışırtısı beni rahatsız ediyordu. Sonbahar ayına girmiştik ve ağaçlar yapraklarını döküp çıplak kalıyordu. Kasvetli esen rüzgar ise içime korku ekiyordu. Neden şu an bir korku filmindeki ilk ölen kız gibi hissediyorum?

Her an bir şey çıkacak da ben kalpten gidecekmişim gibi bir his vardı içimde.

Ses beni eski bir su deposuna getirince, bu deponun burada ne kadar süredir olduğunu düşündüm. Gerçi ormanın bu tarafına hiç gelmemiştim.

Temkinli adımlarla depoya doğru yaklaşıyorken, tekrar aynı yakarış sesini yine duymuştum ama bu sefer çok yakından geldiği için, içimdeki korku etrafımı daha da sardı. Ses deponun içerisindeki bölmeden geliyordu. Yavaş yavaş ses çıkarmadan oraya doğru yaklaştım ve göz ucuyla içeri doğru baktım. Gördüklerim karşısında gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. İçerisi büyük bir suç mahalli gibiydi. Üç tane mafya kılıklı herif, karşılarındaki adama işkence ederek eğleniyor gibilerdi.

Bunu daha fazla izleyemeyeceğimi anladığımda, dışarı çıkıp polisi arama kararı vermiştim. Ancak tam bir adım atmıştım ki, yerde bulunan odun parçasına basıp ses çıkarmıştım. Kahretsin, talihsizlikte üzerime yoktu!

Hemen olayı toparlamak amacıyla içeri girip, adamlara yaklaşarak, "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz?" dedim. Ne yapıyordum ben? Canıma mı susadım?

Arkadaki iki adam birbirine anlamaz bakışlar atarken; elindeki bıçakla, karşısındaki avına işkence eden mavi gözlü adam burnundan güldü. "Ne yapıyor gibi görünüyoruz?" Şimdi sinir krizi geçirecektim, benimle dalga geçiyor!

"Komikmiş gibi birde dalga mı geçiyorsunuz? Bir insana işkence ettiğinizin farkında değil misiniz? Çabuk bırakın onu!" Vay anasını, benden ne çıktı öyle? Go girls! Benimde dalga geçen, he şu Maviş olan adamın sesi düşüncelerimden sıyırınca, gözlerimi yerdeki adamdan ayırıp ona diktim.

"Çocuklar duydunuz mu? Hemen bırakacakmışız." O benimle dalga geçerken yanındaki iki adam da güldü. Böyle olmayacaktı, böyle devam edersem beni de parçalarıma ayıracaklardı. Hemen nazik bir tavra bürünüp, "Yani, şey demek istedim... Bırakır mısınız?"

Bir anda kediye dönüşünce hepsi ciddiyete büründü ve Maviş gözlü adam bana doğru yürümeye başladı. "Biz mazluma işkence etmeyiz güzelim. Bu gördüğün adam o kadar da insancıl bir adam değil. Bunu bil yeter." Maviş bana dişlerinin arasından konuşunca biraz geri çekilmek durumunda kaldım. Ortamı yumuşatmak amacı ile alakasız bir soru sormaya karar verdim.

"Şey... Adınızı söyler misiniz? İçimden size Maviş adam deyip durmak pek sağlıklı olmuyor." Arkadaki iki adam bıyık altından gülerken, o anlamaz bakışlar ile bana bakıyordu.

"Ne? Adını sordum, evlenme teklifi etmedim." Dediğimde, karşılığında yer alan gülüşle, gözleri dudaklarıma doğru kaydı. Utanıp bakışlarımı kaçırdığımda ise dudaklarında bir tebessüm oluştu. Bu durum, utanmamın hoşuna gittiği anlamına gelmeliydi, değil mi?

Kaşlarımı çatıp, "Sinir bozucu bir adamsın." Şeklinde bir yorumda bulundum ve bu yorum karşısında daha fazla gülümsedi. "İltifatın için teşekkür ederim." Diyerek odayı terk etti. Gözlerim, gülümseyen adamların üzerinde durunca, çekik gözlü adama doğru baktım. İçimde yer alan heyecan ile, "Sen Koreli misin?" İkisi bana doğru bakarken, kıvırcık saçlı olan sırıtarak, "Sana diyor." Dedi ve Koreli olan yanıma gelip kolumu kavradı.

"Yürü gidiyoruz." Beni sürükleyerek dışarı çıkarırken, kolumu bırakması için çırpınıp duruyordum çünkü çok canımı yakıyordu. Biz dışarı çıktığımızda ormanda bir silah sesi yankılanmıştı. Arkamı dönüp depoya korku dolu bakışlar attım ve ardından Koreli adama şaşkın bir şekilde dönüp "Onu öldürdü!" diye belirttim. Bu durum beni dehşete düşürdü, çünkü gerçekten birinin öldürmüşlerdi.

Koreli umursamaz bir tavırla, "Ne bekliyordun? İşkence seansın bitti, gidebilirsin demesini mi?" diye uyarıda bulunarak ne kadar acımasız olduklarını bana bir kez daha gösterdiler.

"Abinin yanında da böyle konuşma, o güzel kafana sıkar, yazık olur." Koreli bunu söyledikten sonra beni tekrar çekiştirmeye devam etti. Onların mazlumu öldürmediklerini iddia etmeleri, bu adamı öldürmekten daha ürperticiydi.

Siyah bir Range Rover'ın yanına gelmiştik. Görgüsüz gibi duraksadım ve arabayı incelemeye başladım. Tam o anda Koreli beni arka koltuğa ittirerek oturttu. "Öküz! Azıcık yavaş olsana!" diye inledim çünkü canımı yakmıştı.

Direksiyonun başındaki Maviş adam telefonuna bakıyordu, Koreli ise öne oturmuştu.

Adamı öldüren katil de gelip yanıma oturunca olabildiğince ondan uzaklaşmak için yana doğru kaydım. Bunu gören katil, burnundan gülmeye başladı. Ben ise kollarımı önümde bağlayıp somurttum. Bu adamları hiç sevmedim. Allah'ım, ne günah işledi bu salak kulun? Yine hangi cehenneme düştüm ben?

Siyah, mükemmel araba çalıştığında başımı pencereye yaslayıp akıp giden yolu seyrettim. Araba çok hızlı gidiyordu, bu yüzden ağaçlar hayalet gibi siliniyordu. Koreli adam, "Abi, Sinan Ankara'ya dönmüş." Dedi. Başımı kaldırmadan sohbetlerine kulak misafiri oldum. Acaba Sinan kimdi? "Canına mı susamış?" Koreli'nin burnundan güldüğünü işittim. "Herhalde, bütün servetini kaybetmesi yetmemiş, yine gelmiş Ankara'ya." Yanımdaki cani de konuşmaya katıldı. "Eee abi dersini verelim mi yine?"

"Dur bakalım akıllanmış mı? Ona göre dersini veririz." Neyden bahsediyor bu adamlar? Hiçbir şey anlamadım. Aman, neyse, kesin yine birini öldürecek bu katiller.

Uzun süren yolculuğun ardından bir sitenin önünde durduk, ilk defa böyle büyük bir site görüyordum. Ben hızlı adımlar ile merdivene yönelirken, onlar asansöre doğru gidiyorlardı. Hepsi bana bakınca duraksadım ve bende onlara baktım. "Ne? Merdivenle çıkmayacak mıyız?" Maviş sabır dilenir gibi yukarı baktı. "7. Kata kadar çıkmak istiyorsan buyur çıkalım." Başımı öne doğru eğip, yavaş yavaş onlara yaklaştım. Asansöre hiç binmek istemiyordum, kapalı alan fobim beni korkutuyordu. Ha bir de ya asansörde kalırsak korkusu...

İçeri girince 7. Kata bastılar ve asansörün kapıları kapandı. Asansör hareketlenince bir anlık refleks ile Maviş'in kolunu kavradım. Bir anda başını bana çevirip anlamaz bakışlar ile beni süzdükten sonra, önüne döndü. Asansör durana kadar, elimi kolundan çekmemiştim. Yoksa benim buradan cesedin çıkabilirdi, zaten Maviş adam da bunu sorun etmemişti.

Eve girer girmez koca akvaryumu gözüme kestirdim. Hemen onlara doğru koşup izlemeye başladım. Rengarenk balıklar sanki yüzmüyor da dans ediyor gibi görünüyorlardı. Bir miyavlama sesi duyunca kaşlarımı çattım. Balıkların olduğu bir yerde kedi mi? Bu hiç etkin değil.

Gözlerim koltukta beni izleyen beyaz kediye dönünce gülümsedim. Bana ne kadar da benziyor öyle. Hemen ona doğru koşup, sevmeye başladım. "Merhaba." Kucağıma alıp, sevmeye devam ediyordum.

"Beğendin mi?" Aniden gelen ses ile yerimden sıçradım. Arkamı dönünce Maviş adamı gördüm. "Şey, evet, bu ufaklık çok tatlı." Bana doğru gelmeye başlayınca onun olmadığı her yere bakmaya çalıştım çünkü o kadar çekici ki üzerine giydiği siyah gömlek çok yakışmıştı. Dağınık saçları nemliydi, sanırım banyo yapmıştı. "Adı Stella."

"Adı çok güzelmiş ama bir kedi ve balığın aynı evde yaşaması bana pek etik gelmedi." Maviş burnundan gülünce bende gülümsedim. "Stella dost canlısı bir kedi, hiç bir zaman balıkları yemeye çalışmadı." Başımı sallayıp onu anladığımı belli ettim. Beyaz kediyi yerine bıraktım ve beni izleyen mavi gözlere dönüp, "Beni neden buraya getirdiniz?" diye sordum. Sonunda aklımı meşgul eden sorudan kurtulmuştum.

"Çünkü bizi suç üstü yakalayan birinin gidip şikayet etmesini istemeyiz değil mi? Durduk yere başımıza bela mı alalım?"

"Saçmalama, sizin gibi mafyalar bu zamana kadar yakalanmamışsa şu an hiç yakalanmaz." Gözlerini uzun bir süre gözlerimden ayırmayınca bende onları kaçırdım. Derin bakışları altında ezildiğimi bir anlasa. "Doğru tespit pamuk prenses, ancak seni buraya getirmemin nedeni bu değil."

"Ne peki?"

"Hoşuma gittin." Ani itirafı karşısında elim ayağım birbirine dolaşınca ondan başka her yere bakınmaya başladım. Beni kaç defa utandıracak bu adam?

Koreli ve Bedirhan denen adam merdivenlerden inince Maviş kendini koltuğa bıraktı. Diğerleri de geçip oturunca ayakta kalmayı tercih ettim. "Oturmuyor musun?" Maviş'e başımı olumsuz anlamda salladım. Koreli telefonunu eline alıp, "İlk görev Yunus Emre Akçalı, 1 milyon dolar borç aldı ve geri ödemedi. İkinci görev Halit Akkaya, 2 milyon Türk lirası borç aldı, ödemesi için 1 ayı var. Üçüncü görev Hale Kutlu, aynı şekilde 1 milyon dolar borç aldı ve geri ödemedi. Ortalıklarda yok." Ne? Bu kadar borcu bu huysuz adam mı verdi onlara? Oha! Ben bu kadar parayı hiç bir arada görmedim.

"Yunus, aylardır ödemiyor borcunu, yarın onu halledeceğiz." Sinirle konuşan adama kaşlarımı çattım. Bu kadar parası var ama neden daha çok istiyor anlamıyorum, aç gözlüler. Ancak, hepsi gerçekten onlara karşı gelenleri öldürüyorlardı. Öldürmek en sevdikleri iş ise bana yardımcı olabilirler mi? Katili bulduğum zaman gerekli güce sahip olmak istiyordum, bu adamlar kendilerinden birini eğitebilirler değil mi?

"Beyler, size bir şey sorabilir miyim?" Üçü de bana dönünce biraz gerildim ama yinede aklımdaki soruyu sordum. "Bende size katılabilir miyim?" Hepsi kaşlarını çatınca bunun iyi bir fikir olmadığını fark ettim ama tek isteğim onlardan bir şeyler öğrenip, annemin katilini bulmaktı. Bu adamlar bana yardım edecek gibi durmuyor ama beni eğitebilirler.

Küçükken annem az çok bana silahın kullanışını öğretmişti zaten, birazda bu adamlar öğretse artık kimseye ihtiyacım olmadan annemin katilini bulabilirdim.

Annem, küçükken bana birçok şeyi öğretmiştir. Ancak öğretemediği bir şey vardı. Cesaret. Bana güçlü, özgüvenli ve cesaretli bir kız olmayı öğretememişti. Şimdi onun katilini bulmak için güçlü bir kız olmayı deneyecektim. Fakat içimde ki şüphe, bu adamlara güvenmek...

Beni ateşe atabilirler ama ben yine de beni aralarına alsınlar ve güçlü olmayı öğretsinler istiyordum. Çok fazla şey değildi sadece biraz cesaret...

BÖLÜM SONU...