Ficool

KUMAR (Tüm Hikayeler)

Korkun
7
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 7 chs / week.
--
NOT RATINGS
73
Views
Synopsis
Kumar tanrısı zincirlerinin arasından gülümseyip ona nefretle bakan tanrıları son bir oyuna davet etti. Bembeyaz dağların arasında bir melek parçası olduğu kozmik gösteriden habersiz bir şekilde gözlerini açtı ve bilinmezliğe doğru yolculuğuna başladı.
VIEW MORE

Chapter 1 - Ötesi

Bir adım attı. Ve ikinci adım. Yürüyordu. Yürümeye devam etti. Ve biraz daha yürüdü. Yürümek yorucuydu. O yürürken tüm vücuduna yayılan ağrı da ara sıra kendini hatırlatmayı ihmal etmiyordu. Ancak onun gibi yürüyenler bilebilirdi bu saçma acıyı. Vücudundaki tüm kaslar alev almış, altlarındaki kemikleri bir kül parçasına çevirmek için yırtınıyordu adeta. Mantıklı da değildi ki bu iş. Bacakları ağrıyordu ağrımasına, evet ama kolları neden ağrıyordu mesela? Peki ya Göğsü? Parmak uçları, sanki yıllardır hayatını ellerinde tutmuş ve kaybetmenin korkusuyla yumruklarını sıkmışçasına neden acıyordu? Hiçbir mantığı yoktu bu durumun. Şu lanet acı yok muydu. Bazı zamanlarda kendini özletse çok iyi olurdu meret. 

O bu düşüncelerle yürürken ayağında hissettiği taze bir acıyla irkildi. Ayağını hafifçe çekti ve refleksif bir hareketle acıyan yeri eliyle kavradı. Yürürken bir şeye çarpmıştı... yine.

'Kemik. Epey uzun bir kemik'

Sadece bir tahmindi bu tabii. Tam bir gerçek değildi. Bilme imkanı yoktu ki zaten. Yürürken çarptığı diğer her şey gibi bu da yalnızca bir olasılıktan ibaretti. Ardı arkası kesilmeyen seçeneklerden biri ve bir başkasıydı.

'Kimin ki bu acaba?'

Bir yandan eğilip önündeki engeli eliyle yoklarken bir yandan da bunu düşündü. Elleriyle kemiğin pürüzlü yüzeyinde gezinip onu hissetmeye çalıştı. Neyi hissetmeye çalıştığını o bile hatırlamıyordu ama nedense bir süre bu hareketine devam etti. 

'Bide getirip buraya koymuş. Bu ne sorumsuzluk!' 

Kemik, kendi boyuna yakın bir uzunluğa ve gövdesi kadar kalınlığa sahipti. Ve bu da demek oluyordu ki...

Bayağı iyi bir kemikti yani. Biri neden böylesine güzel bir kemiği böyle bir yerde bırakıp giderdi ki? Gerçekten de bu çukur aptallarla dolu olmalıydı. Tıpkı o geçen seferki şey gibi. Hani kafasında boynuz olan... adam? Yok yok öyle değildi.

De bir dakika, o şey neydi ki? Hani birisi vardı, geçenlerde şey yapmıştı hatta... Hayır. Yok. Hatırlayamıyordu. Öyle birisi gerçekten de var mıydı ki? Bu düşünce içindeki antik bir korkuyu uyandırmış olacak ki bunu ışık hızında reddetti. Olsa hatırlardı canım. Bu ne saçmalık!

Gözlerini kıstı, çenesini hafifçe kaldırdı ve karanlığa doğru bir bakış attı. Sanki derinlerde gizlenen biriyle göz göze gelmeyi bekliyordu. Ardından kendini mental olarak, ve gerçek anlamda da silkeleyip kendine geldi. 

'Önemsiz meseleler bunlar. Yürümeme kimse engel olamaz. Ne kadar büyük bir kemiği olursa olsun fark etmez.'

Kararlılıkla dolan surat ifadesi çukurun karanlığında gizlense de içindeki inkar edilemez azim ona güç veriyordu. Bir başka adım atmak onun için bir başka olasılık demekti. Bir başka olasılık ise bir başka adım... Her bir adım bir şaheser, yürümek ise ona bahşedilmiş en büyük mucizeydi. Derin bir nefes aldı ve bok kokan bu çukurun havasını içine çekti. İleriye doğru durmaksızın ilerlediği bu yolda atacağı bir diğer adım için tamamıyla hazırdı. Ayağını kaldırdı ve adımını at-

Atamadı. Bir anda ayak parmağında hissettiği tanıdık bir acıyla sıçradı. Her şey dönmeye başladı ve ayakları yerden kesildi. Bir anda kendini yerde popo üstü oturmuş ve sırtını kemiğe yaslamış bir halde buldu.

'KEMİK. siktiğimin kemiği! Hala buradaydın demek!'

Ne kadar da berbat bir kemikti bu. Atmosferi okumayı kesinlikle bilmiyordu. Ne diye onun bu kararlı çıkışına engel olmuştu ki? Gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. Suratında uzak ve yabancı bir ifadeyle düşünürken başını hafifçe yukarı çevirdi. Uzaklardan gelen narin bir esinti yüzüne çarptı ve aklındaki engin dalgaların fırtınasıyla buluştu. Bir anlığına içinde beliren şüphenin dizginlerini saldı ve düşündü. Yoksa...

'Sen... Gerçekten de durum bu ha? Bunca zaman sonra... Geçmişte yaşadığımız onca şeyden sonra. Demek... Demek öyle ha?'

Kim miydi bu kişi? O, şey, kemiğini onun önüne koyan dallama tabii ki. Sırtında boynuz olan hani. Evet. Bu onun işiydi. Kafasını çarptığı yeri ovuşturarak usulca ayağa kalktı. İyi de neden böyle bir şey yapmıştı ki.

'Nedeni belli değil mi? Beni durdurmak istiyor. Yürüyüşümü kıskanıyor. Evet! Benim yürümemi kıskanıyor. Herifin kıskançlıktan boynuzu bile çıkmış.'

Son zamanlarda türettiği bir oyundu bu. Temelde her şeye "neden?" diye sorarak oynanıyordu. Yaşadığı şeylerde anlam aramaca. Bazen yürürken böyle beklenmedik sorunlarla karşılaşırdı. Sonra da üstüne düşünüp nedeniyle ilgili fikirler bulurdu. Çoğu zaman vardığı sonuç "yürüyüşünün kıskanılması" ile alakalı oluyordu tabii.

İlginç bir oyundu bu. Oynadıkça daha kötü hissetse de oynamaya devam etmişti. Bağımlılık yapıyordu. 

Bir eliyle kemikten destek alıp ayağa kalktı ve yürümeye devam etti. Ve biraz daha yürüdü. Çıplak ayaklarının altında pürüzlü yüzeyin ona hatıra bıraktığı yaralar vardı. İyileşmeyen yaralar. Gurur duyuyordu tabi bundan. Bu çukurda kendini bulduğu andan itibaren yürümeyi hiç bırakmadığının kanıtıydı onlar. Aynı zamanda bir anlamları daha vardı? Hatırlamaya çalıştı ama yürürken yürümek dışında bir şeye odaklanmak zor bir işti. Bu yüzden kısa süreliğine durdu ve dikildiği yerde bunu düşünmeye başladı.

'Neydi bunların anlamı? Bir tane daha vardı ya hani.'

Bir süre durdu ve ansızın ileri doğru iki adım attı. Bir... İki...

'Mükemmel'

Başını eğdi ve ayağının ucundan bir karış ötede duran nesneye ilgiyle baktı. Bir kemik.

"Siktir! Yine mi sen!"

"Göster kendini pislik herif! Bütün bu oyunlarından sıkıldım artık. Seni şerefsiz. Komik mi sence bunlar? Eğleniyor musun ha?"

Karanlıktan herhangi bir cevap gelmedi. Ölüm sessizliği çökmüştü adeta çukurun bu köşesine. Hareket eden hiçbir şey yoktu ve görmek için hiçbir ışık yoktu. Çukurun klasik haliydi yani. Her zamanki gibi.

Fakat bu kez bir şeyler farklıydı. Yan tarafında duran bir çift göz, bütün bu ithamlardan rahatsız olmuşçasına kıpırdandı. Varlığını belli etmek için hazırlandı fakat sessizleşen adamın sesi yeniden yükselince duraksadı.

"Hem de onca şeye rağmen böyle davranıyorsun. Dostuz sanıyordum." Dedi endişeli bir şekilde. Kelimelerini dikkatlice seçmeye çalıştığı barizdi. " Şey yapmıştık hatta. Ee, ne yapmıştık? Yürüdük. Evet evet, yürümüşüzdür kesin." 

Elinde uzun bir kemik tutan adam bu lafların üstüne sakinliğini kaybetmişti. Sırtına bağlı bir deri ve deriye bağlı irili ufaklı kemikler vardı. 

'Yürüdük gerçekten de. Beni unutmamış! Sana güvenebileceğimi biliyordum. Artık benim de bir dostum var, yupi.'

O bunu düşünürken az ilerinde duran adam konuşmaya devam etti.

Birden hatırlamışçasına sesi parladı. "Bir keresinde birlikte o illetten kurtulmuştuk. Şu yukarıdan düşenleri yiyen koca karıdan. Koşarken boynuzun nasıl da sallanıyordu, Hahahaha. Sonra bana boynuzlarla ilgili bilge ve havalı bir söz bile söylemiştin."

'Öyle mi yapmıştım? Sanki... Hayır hayır. Havalı ve bilge dedi. Yapmışımdır tabii. Heh heh'

"Gerçekten de beni hatırlıyorsun" dedi ve dostuna mutlulukla doğru yürümeye başladı. Fakat tam kendisini göstermeden önce durdu. İçindeki şüpheye yenilmişti. Gözlerini kıstı ve sordu?

"Bir dakika. Madem beni hatırlıyorsun, ismimi neden söylemedin? Yoksa sadece hatırlıyormuş gibi mi yapıyorsun?"

"Hayır hayır. Hiç olur mu öyle şey. Tabii ki hatırlıyorum ismini. Hiç unutur muyum. İsmin çok önemli. Evet. İsimler çok güzel şeyler. Her varlık en az bir taneye sahip olmalı bence. İsmi olmayınca hatılaması da çok zor oluyor canım. Bilmek gerek! Benim de bildiğim güzel isimler var mesela. Lalala. Bak! Ne güzel bir isim. Söylemesi de çok keyifli. Bak dene bir çok güzel."

"Gerçekten mi? Lalalalalalaa~ Gerçekten de öyle! De dur bir dakika. Hayır! Adımı söyle dedim sana!"

'Hassiktir. Ne yapacağım şimdi ben?'

Açıkçası adam ona yaklaştığından beri oldukça gergindi. Tabii ki de öyle olacaktı! Elinde şüphelerini doğrulayacak şekilde bir kemik vardı. Yüzünü göremiyordu çünkü boyu onun görebileceği alandan daha yüksektydi. Ondan aşağı yukarı 4 kat uzundu. Bu da demek oluyordu ki...

Adamın yüzünü göremiyordu işte daha ne olacaktı!

'Zaten hafızam kötü şimdi ben bu adamın adını nasıl hatırlayacağım?'

Tek sorun bu da değildi. Adamın vücudu epey iri ve güçlü kaslarla donatılmıştı. Vücuduna sarılı bir deri ve deriye asılı kemikler vardı. Her biri kendisinden daha ağır olan kemikleri rahatlıkla taşıyor gibiydi. Deri de epey sağlam duruyordu. Muhtemelen yakın zamanda ölen bir yaratığa aitti. Adamın gövdesini ve zayıf bölgelerini açıklık vermeden tamamen sarmıştı. Bu da demek oluyordu ki...

Herifin boynuzu yoktu! Sırtını doğrudan göremiyordu ama hatırladığı o boynuz orada olsa böyle bir deri giyemeyeceğini biliyordu. Adama dair hatırladığı tek şey bile bir yalandan ibaretti! Hemen bir çözüm bulmak için düşünürken gözleri oradan oraya sıçradı.

"Tamam tamam söylüyorum. Nasıl adını bilmediğimi düşünürsün, dostum. Çok kırıldım şu an! Eee, boynuz-" Düşünceli bir şekilde gözleri sağ alta doğru kaydı ve adamın elindeki kemiğe ilişti. " Kemik! Evet. Bay kemik, görüşmeyeli uzun zaman oldu?"

Bir anlık oluşan sessizlikte yüzünde endişeli bir gülümsemeyle kafasını kaşıdı ve bekledi. Ardından gözleri fal taşı gibi açıldı ve atik bir hareketle yana atladı. Gözücuyla baktı ve az önce durduğu yeredeki you kadar kemiğe baktı. Ardından yukarıdan öfkeli bir ses yükseldi.

"Seni şerefiz. Demek en başından beri yalan söylüyordun ha! beni hatırlamıyorsun."

Üstüne doğru savrulan kemikten tekrar kaçındı.

"Benim adım Boynuz tamam mı? Bak kafamın üstünde boynuz bile var." Dev adam hafifçe eğilmiş ve boş eliyle agresif bir şekilde kafasındaki çıkıntıyı işaret ediyordu."

'Ciddi misin ya?'

"H-Hadi ama dostum. Yapma böyle bunu konuşabiliriz. Hem bay kemik de gayet güzel bir isim, bunu bir düşün bence" Vücudunu çevirip üstüne doğru gelen kemiğin yanına doğru hamle yaptı ve devam etti. "Hem zaten kafandaki boynuz bile değil. Kafatasın yamuk sadece biraz." 

Bunun üstüne dev adam birden durdu.

"Boynuzum hakkında ne dedin sen az önce? Benim boynuzum. Boynuzum muhteşem tamam mı! Kimse boynuzum hakkında böyle konuşamaz. Öldüreceğim seni!"

Anlayışsız dev çılgın hareketlerle elindeki kemiği oradan oraya savuruyordu. Bu sırada epey ses de yapıyordu ki bu hiç iyi değildi. Bir elini göğsüne koydu ve düşündü. Kararını verince birden koşmaya başladı.

*

Nefes nefese kalmış, oldukça yorulmuştu. Bunlar yeni şeyler değildi tabii. Yürüyen herkesin derinden bildiği hislerdi. Bacakları yanıyordu adeta. Kolları omuzlarından parmak uçlarına kadar sızlıyordu. Ellerini esnetti ve kollarını salladı. Sahiden diğer yürüyenler de kol ağrısı çekiyor muydu?

Düşüncelere dalıp yalpalayarak yürürken dalmış olacak ki önündeki engeli fark etmeyip ayağını çarptı... Yine.

"KEMİK! Yine sen ha şerefsiz. Bir bitmedi kemiğin!"

Fakat eliyle önündeki nesneye dokununca ifadesi birden değişti. Dudaklarını hafifçe araladı ve kaşlarını çattı.

'Taş mı? Sadece bir taş mı?'

Aslında bu pek de olağandışı bir durum değildi. Bu çukurda pürüzlü zeminin üstünde sık sık karşılaşılan bir manzaraydı bu. O an onun kafasını kurcalayan şey tamamen farklıydı.

'Neden hemen bir kemik olduğunu düşündüm? Çarpar çarpmaz "kemik" diye bağırdım. Bunun bir kemik olduğuna epey emin gibiydim?'

Bir süre duraksamanın ardından taşın yanından boş bir ifadeyle geçti. Derin bir nefes aldı ve gözlerini sağa sola çevirdi.

Çukur her zamanki gibiydi. 

Öylesine karanlık ki ışığın hatırası bile kalmamış. 

Öylesine soğuk ki aşkın ateşi hiç yanmamış. 

Öylesine ıssız ki "sen"in hasreti "ben"i sarmış.

Öylesine yanlış ki... 

Nasıl yanlış?

Öylesine...

Neyse boşver?

"Hmmm" 

Dikkatle dinledi. 

"Dum... Dum..."

Başını aşağı çevirdi ve hala göğsünün üstünde duran eline baktı. Yüzünde keskin bir gülümseme belirdi.

"Ah dostum, o kadar açım ki bir kalp bile yiyebilirim şu an."

"Du-dum du-dum du-dum"

Gülümsemesi daha da genişledi. Elini göğsünden kaldırdı ve başını hafifçe yana eğip bekledi.

"Me-Merhaba. Ben sadece bir kalbim. B-Beni lütfen yeme."

"Söyle bana küçük kalp, anılarım nerede?"

"Be-Ben bilmiyorum. Bay boynuz nerede? O-Ona ne yaptın seni şeytan!"

'Ah, şimdi anladım'

"Evet. Bugün bir kalp yiyeceğim gibi görünüyor."

Son Bir Oyun: Bölüm 31 - Varoluşun Sınırı