Kafenin kapısı kapandığında, dışarıdaki yağmurun kokusu içeri sızdı. Camlara vuran damlaların tıkırtısı, içerideki hafif caz melodisine karışıyordu. Ela, tezgâhın arkasında ellerini titrek bir şekilde kurularken gözleri hâlâ kapıdan giren gence kayıyordu.
Mavi gözlü adam ağır adımlarla masalardan birine yöneldi. Üzerindeki mont hâlâ nemliydi, saçlarının uçlarından damlalar süzülüyordu. Ela, fark etmeden bakışlarını uzun süre üzerinde tutunca yüzü kızardı ve hızla gözlerini yere indirdi.
"Bir kahve lütfen," dedi adam, yumuşak ama tok bir sesle.
Ela'nın elleri bardağa uzanırken titredi. Sanki içinde küçük bir fırtına kopuyordu. Terminaldeki o an zihninde canlanmıştı; elinin düşmesini engelleyen o güçlü tutuş. Onun gözlerinde gördüğü derinlik.
— Kahve… tabii, dedi Ela, sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısık çıkmıştı.
Adam hafifçe başını yana eğdi, gülümser gibi oldu. Ama Ela o gülümsemeye karşılık veremedi. Bardakla uğraşırken kendi kalp atışlarını duymamak için kendini zorladı. Kahveyi hazırlayıp masaya götürdüğünde, adam gözlerini ona dikmişti.
— Dün gece… seni gördüm, dedi adam. Terminalde.
Ela duraksadı. Parmakları bardağın kenarına sıkıca sarıldı. — Evet, ben de… seni hatırladım.
— İyi misin? diye sordu adam. Sorunun içinde basit bir meraktan çok daha fazlası vardı; sanki onu gerçekten anlamak isteyen bir ses tonu.
Ela'nın boğazı düğümlendi. İyi olduğunu söylemek istiyordu ama kelime çıkmadı. Çünkü aslında iyi değildi. Bir süre sessiz kaldıktan sonra başını salladı. — İyiyim, teşekkür ederim.
Adam, onu fazla sıkıştırmadı. Kahvesinden bir yudum alırken Ela'ya bakmaya devam etti. Onun sessizliğiyle ilgileniyor gibiydi.
— Ben Deniz, dedi sonunda.
Ela bir an dondu. O ismi zihninde tekrarladı. Deniz. Dalgalı, derin, sakin ama bazen fırtınalı… tam da o gözlerin yansıttığı gibi.
— Ela, dedi kısık bir sesle.
Deniz'in yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi. — Güzel bir isim.
Ela utandı, başını eğdi. İçinde uzun süredir hissetmediği bir sıcaklık yayılıyordu. Ama aynı zamanda korkuyordu da. Çünkü kalbini açmak, geçmişin yaralarını yeniden kanatabilirdi.
Kafenin sahibi kadın, tezgâhın arkasından onlara bakıyordu. Hafif bir gülümsemeyle Ela'ya göz kırptı. Ela utanarak arkasını döndü ve işine koyuldu. Ama her seferinde istemsizce gözleri Deniz'e kayıyordu.
Saatler ilerledikçe kafe kalabalıklaştı. Masalara gelen müşteriler, kahkahalar, kitap sayfalarının hışırtısı… hayatın akışı devam ediyordu. Ama Ela için zaman sanki sadece Deniz'in oturduğu masa etrafında dönüyordu.
Bir ara Deniz defterini çıkardı. Siyah kaplı, kenarları aşınmış bir defterdi. Kalemiyle bir şeyler yazmaya başladı. Ela merakla bakıyordu ama yaklaşmaya cesaret edemedi.
Deniz başını kaldırıp onun bakışlarını yakaladığında, Ela kızardı ve hızla gözlerini kaçırdı. Ama Deniz hiçbir şey olmamış gibi defterine dönüp yazmaya devam etti.
Akşamüstü kafe yavaş yavaş boşalırken, Deniz hesabı ödemek için tezgâha yaklaştı. Ela ellerini tezgâhın üzerinde kenetledi, göz göze gelmemeye çalıştı.
— Yarın yine gelirim, dedi Deniz. Sesinde kesin bir kararlılık vardı.
Ela gözlerini kaldırdı, şaşkınlıkla ona baktı. — Yarın mı?
— Evet, dedi Deniz hafif bir gülümsemeyle. Çünkü burası güzel bir yer. Ve sen… burayı daha da güzel yapıyorsun.
Ela'nın kalbi hızla çarpmaya başladı. Ne diyeceğini bilemedi, sadece başını eğdi. Yanağında hafif bir sıcaklık hissetti.
Deniz kapıdan çıkarken yağmur durmuştu. Gri bulutların arasından ince bir ışık süzülüyordu. Ela, pencerenin ardında uzun süre onu izledi. İçinde küçük bir umut kıvılcımı yanmıştı.
Ama aynı anda bir korku da: Eğer yeniden bağ kurarsam, yine kaybeder miyim?
O gece pansiyon odasında yatağına uzandığında Deniz'in sözleri kulaklarında çınlıyordu. "Sen burayı daha da güzel yapıyorsun." İlk defa, kendi varlığının bir anlamı olabileceğini hissetmişti.
Ama kalbinin derinlerinde, küllerin arasından hâlâ yükselen çığlıklar vardı.