Ficool

Chapter 1 - 1. Bölüm

Sayın Bilinmeyen,

Bu satırları yazarken, elimdeki kalemin ucu titriyor. Öyle tuhaf bir ürperti ki bu; sanki parmak uçlarımdan başlayıp tüm bedenime yayılan, sanki hiç tanımadığım birine ilk kez dokunuyormuşum gibi bir his… Kalbimse… kalbimin atışlarını dinliyorum şu an. Sanki kafesin içinde çırpınan bir serçe gibi. Tedirgin, bir o kadar da hevesli. Hiç bilmediği, hiç görmediği birine içini açmaya hazırlanan küçük bir çocuk gibi. Nasıl tarif etmeliyim bilemiyorum… Bir yandan bu mektubun ne kadar saçma bir fikir olduğunu düşünüyorum, diğer yandan içimde bir ses "Yaz… Sadece yaz…" diye fısıldıyor.Kime yazıyorum, hangi kalbe, hangi hayata, hangi odaya yazıyorum bilmiyorum. Belki bu mektup hiç açılmayacak, belki postanın karmaşasında kaybolup gidecek. Bir zarfın içinde, tozlu bir rafta, birilerinin unuttuğu bir hikâye gibi kalacak. Ama yine de yazıyorum. Çünkü bu kelimeler belki sana değilse de, kendime iyi gelecek. Kendimle dertleştiğim bu anlar, her bir harfin kâğıda düştüğü bu ses… bunlar bana iyi gelecek.Benim adım Nazlı.On dokuz yaşındayım. Hayatımın tüm bu kısacık serüvenini, o meşhur kalabalık ve aceleci şehirde yaşıyorum: İstanbul. Sırf insanların yürüyüşlerinden bile hissedebileceğin bir telaş var bu şehirde. İnsanlar sürekli koşturuyor, sanki bir yerlere yetişmek zorundaymış gibi. Bir kahve molası bile aceleyle veriliyor, sohbetler kısa kesiliyor, herkesin aklı bir sonraki durakta. Sokakları, caddeleri, vapurları… her yeri insan seli. Oysa ben, bu kalabalığın tam ortasında bile kendimi hep biraz dışarıda hissediyorum. Tıpkı bir konser salonunda, herkes aynı ritme ayak uydurmuş, aynı şarkıyı mırıldanırken notayı kaçırmış gibi. Kendi ezgimi çalıyorum sanki ama ne kimse benim notamı duyuyor ne de ben onlarınkine uyum sağlayabiliyorum.İçine kapanık derler bizim gibiler için. Sessiz. Bazen öyle büyük bir yanlış anlama ki bu… Bizler suskun değiliz aslında. İçimizde öyle çok cümle var ki… Öyle çok fırtına kopuyor ki zihnimizde… Kâğıda dökmediğim her kelime, söyleyemediğim her duygu, biriktikçe ağırlaşıyor. Bir yumru gibi oturuyor kalbimin üzerine. Bazen bir şey söylemek için dudaklarımı aralıyorum, tam o anda o kelimelerin ne kadar anlamsız kalacağını fark edip geri çekiyorum kendimi. Sustuğum her o an, içimde bir çiçek daha soluyor gibi hissediyorum. O çiçeğin kuruyan yapraklarının hışırtısını duyuyorum. İşte o yüzden yazıyorum. Yazmak, taze bir nefes almak gibi. İçime biriken havayı boşaltmak gibi. Kendi kendime dertleşmek gibi. Hatta belki de… bir dostluk kurmak gibi. Kim bilir? Belki de bu mektup, bu sessizliği bozan ilk el sıkışmamdır.Arkadaşım yok. Hiç olmadı da demek istemiyorum aslında. Sanırım olmadı… Vardıysalar da ben fark etmedim. Ya da beni fark eden olmadı. Belki biraz da ben yaklaştırmadım onları kendime. Bazen kapının önünde durup, içeri girmekten çekinen bir misafir gibi hissediyorum kendimi. Dışarıdaki o insan kalabalığı bana çok gürültülü geliyor. Çok sabırsız. Çok yargılamaya hevesli. Oysa ben sadece anlaşılmak istiyorum. Anlaşılmak… ne kadar basit bir kelime, ama ne kadar da derin bir ihtiyaç. Uzun uzun anlatmadan, karmaşık duyguları tek tek açıklamadan, bir bakışta, bir tebessümde… sadece "anlıyorum" denmesini… İşte o, bana koca bir dünya vaat ediyor.Bu mektubu yazma fikri, bir gece uykusuz kalırken geldi aklıma. Yine odamdaki lambanın loş ışığında tavana bakıyordum. Zaman, sanki akmıyor gibiydi o an. Her şey durmuştu. Tek hareket eden, tavandaki çatlakların gölgeleriydi. Müzik çalıyordu o sırada. Hani şu insanın içini titreten, derinden dokunan şarkılardan… O şarkılarla birlikte, içimde derin, tarifsiz bir yalnızlık hissettim. O kadar yalnızdım ki, kendi gölgemin bile benden uzaklaştığını düşündüm. Sonra bir fikir belirdi zihnimde. Bir ışık hüzmesi gibi… "Ya biri bana mektup yazsaydı?" dedim. "Beni tanımayan, benden beklentisi olmayan, sadece kalbinden geçenleri paylaşmak isteyen biri?" İşte o an dedim ki: Belki de ben yazmalıyım. Belki bir yerlerde biri, aynı duygularla bekliyordur. Aynı sessizlikle... aynı umutla…Şimdi böyle bilinmeyene yazarken kendimi biraz çocuk gibi hissediyorum. Bir yandan korkuyorum. Bu mektup ulaştığı kişiyi rahatsız eder mi diye endişeleniyorum. Belki okunup önemsenmez. Diğer bir yandan da umutluyum. Kalbimin bir köşesinde küçük bir umut çiçeği açıyor. Bu mektubu yazmak benim için hiç kolay değil. Çünkü ben kimseye içimi açmam. Kendi aileme bile.Evet, onlarla da aram iyi değil. Bazen bir evin içinde yaşamak, o evin yabancısı olmak gibi. Aynı çatı altında solumak ama aynı havayı soluyamamak gibi. Sürekli bir çatışma, sürekli bir anlaşılmamışlık… Ya çok bağırıyoruz ya hiç konuşmuyoruz. Arası yok. Ben hep bir kenarda kalıyorum. Sesimi çıkardığımda "abartıyorsun" diyorlar. Kendi kabuğuma çekildiğimde "niye böyle oldun?" diye soruyorlar. O yüzden artık hiçbir şey demiyorum. Sadece yazıyorum. Yazmak, kendi varlığıma tanıklık etmek gibi. Kendi sesimi duymak gibi. Kimse duymasa da… ben kendimi duyuyorum.Ben kitaplarla büyüdüm. Onlar benim en iyi dostlarım oldu. Onlar bana yol gösterdi, sığındığım liman oldular. Her kitap, farklı bir ada, farklı bir kıtaydı benim için. Okurken unuttum. Gerçek dünyanın kalabalığını, gürültüsünü unuttum. Hayal ettim, ağladım, güldüm. Bazen bir karakterle hıçkırıklara boğuldum, bazen bir cümlenin büyüsüne kapılıp saatlerce düşündüm. Bir de müzik… Günde saatlerce kulaklığımı takıp dünyayla arama bir perde çekiyorum. Müzik beni anlıyor gibi geliyor. Şarkı sözleri bazen benim bile kelimelere dökemediğim duygularımı söylüyor. Sanki o şarkılar, benim kalbimin gizli bir odasında yazılmış gibi…Fotoğraf çekmeyi de çok seviyorum. Özellikle insanların haberi olmadan, anlık yüz ifadelerini. Bir kafede oturan, dalgın bir bakış… bir parkta çocuklarına gülen bir annenin gözündeki ışıltı… yaşlı bir çiftin el ele tutuşmasındaki o sakin huzur… bir gözde saklanan hüzün… Onlar bana çok şey anlatıyor. O an yakaladığım her fotoğraf, benim için birer hikâye. O insanlar konuşmasalar da ben onları anlıyorum. Çünkü fotoğraflar yalan söylemiyor. Benim gibi konuşamayan birilerini belki de onlar anlatıyor. Yazar olmak istiyorum aslında. Belki bir gün biri benim yazdıklarımı okur da kendini yalnız hissetmez. "Beni anlatıyor" der. Belki sen de bu mektupta kendinden bir şeyler bulursun. Belki senin de konuşamadığın şeyler vardır. Belki sen de bazen tavana bakıp, "Birileri beni fark etseydi" diyorsundur. Belki… bu mektup o fark edilmenin ilk adımı olur. Eğer bir gün cevap yazarsan… İçinden ne gelirse anlat. En küçük ayrıntılar bile benim için kıymetli olur. Çünkü ben, bu satırları yazarken bile seni biraz merak etmeye başladım. Adın ne? Gözlerin hangi renk? Çocukken en çok hangi oyunu oynardın? Hiç mektup yazdın mı daha önce? Birini bekledin mi hiç, uzun zaman? Ben buradayım. Sessizce, biraz utangaçça… Belki biraz da umutla. Eğer bu satırlar sana ulaşırsa ve bir parça olsun içini ısıtırsa… Cevabını sabırsız ama sessiz bir heyecanla bekliyor olacağım.

Kalbimle, Bilinmeyen Nazlı

More Chapters