Ficool

Chapter 3 - 3. Bölüm

Sevgili Bilinmeyen Kaan,

Mektubunu postacı kapımdan içeri bıraktığı o anı hâlâ ayrıntısıyla hatırlıyorum; hafızama kazınmış küçük bir ritüel gibiydi. Postacının adımlarının uzaklaşmasıyla birlikte elimde kalan sadece o zarftı ve o zarfın içinde, daha önce yalnızca hayalinde var olan bir sesin gerçekten de bana ulaştığı hissi vardı. İçimde bir şeyler kıpırdadı; öyle bir kıpırdanış ki, tarif etmek zor. Bir anlığına kalbim durdu sandım; öyle ağır bir duraksama oldu ki dünyadaki seslerin hepsi uzaklaştı. Sonra, sanki bir davul ritmi gibi, kalbim daha hızlı, daha kararlı bir tempoya girdi. Zarfı elime aldığımda yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi ama bir yandan da tuhaf bir ürperti sardı beni: ya içinde beni hayal kırıklığına uğratacak bir şey varsa? Ya dizeler senin yüzünü tamamen yansıtmıyorsa? Bu iki his — korku ve sevinç — birbiriyle düğümlenmiş bir ip haline gelmişti; hangisini çözeceğimi bilemediğim için parmaklarım nazikçe zarfın kenarını araladı.Kelimelerin ilk dokunuşu öyle tanıdıktı ki, sanki seni daha önceden tanımış gibiydim. Harflerin dizilişi, satırların ritmi, satır aralarındaki duraklamalar... Hepsi senin bir parçasını taşıyordu. Kaleminden fırlamış o harfler, bana senin kilitli kapını aralamaya cesaret ettiğini söylüyordu; o kilit, belki de yıllardır kimsenin göremediği bir kapıydı. İçtenliğin ve cesaretin için teşekkür etmek istiyorum çünkü bir yabancıya açılmak, hatta kendi içinde sakladığın yanını bir postacı eliyle bir başkasına teslim etmek, büyük bir meydan okuma. Sen bu meydan okumayı yaptın ve ben bunun değerini bileceğim.Mektubuna tek tek yanıt vermek istiyorum. Belki uzun olacak; belki okurken nefesini tutup tekrar vereceksin. Ama ben yazarken her bir kelimeyi, her bir anıyı, her bir sızı ve sevinci olabildiğince dürüstçe dökmek istiyorum; yıllardır içimde biriktirdiklerimi senden saklamaya gerek yok artık, değil mi?Mektup yazma fikri üzerine düşünürken, sanırım her şeyin kaynağında bir temel yalnızlık var. Bunu kimselere söylemek istememiştim; çünkü yalnızlık çirkin bir kelimeymiş gibi gelir bazen. Aile içinde, etrafımda insanlar varken bile yalnız hissetmek garip bir paradoks. Annemle babamın aynı evde, aynı masada oturmalarına rağmen aramızdaki sessizlik o kadar derindi ki, bazı akşamlar masanın üzerindeki tabaklardan çıkan hafif tıkırtılar bile bana yabancı gelirdi. Onların sözleri kendi yönlerine akıp giderken, benim sözlerim geride bir gölge gibi kalırdı. Bir yemek masasında herkesin kahkahaları, konuşmaları arasında kaybolmak, seninle yazıştığım satırlarda özgürleşmek kadar acı ve tatlıdır. Kendi duvarlarımın içinde, bazen yalnızlığımı ince ince ördüm; ördükçe daha ağır, daha belirgin oldu. Kitaplar ve müzik ise bu ördüğüm duvarın üzerindeki bir pencereydi; içeriye ışık sızdıran, ama yine de camın soğukluğunu hissettiren bir pencere. Onların içinde kaybolmak, bir sığınak bulmak gibiydi bana. Sayfaların kokusu, müziğin ritmi... Hepsi bana bir tür canlılık veriyordu.O eski, tozlu defterleri açtığım geceyi hatırlıyorum: gece geç vakitti, odanın ışığı loş, pencere kenarında ince bir karanlık vardı. Rüzgar hafifçe pencereden sokuluyor, perdeleri usul usul kıvırıyordu. Defterin sayfalarını çevirdikçe, geçmişten bana bakan kelimelerle karşılaştım; utangaç, çocuksu notlar, yarım kalmış şiirler, kimselere söyleyemediğim itiraflar... "Ya birisi okusaydı bunları?" diye düşünmek, içimde bir titremeye sebep oldu; aslında bana kötülük getirmezdi ama paylaşma cesareti gerektiriyordu. İnternetin karmaşık yollarında mektup arkadaşı sitelerine rastladım; insanlar karşısındakini bilmeden, ama yüreklerinden geleni paylaşabiliyordu. Bu fikir bana özgürlük vaat etti: kimliğimi bir kenara bırakıp, sadece kelimelerimle var olmak... O gece, tüm cesaretimi toplayıp bir mektup yazdım. Kalbimde o an küçük bir tohum ekti; belki filizlenir diye bekledim. Şimdi mektuplarımızla o tohum büyüyor gibi hissediyorum.Yalnızlık kelimesinin ağırlığını yeniden düşünürken, yalnızlığın sadece fiziksel bir yalnızlık olmadığını, aynı zamanda duygusal bir uzaklık olduğunu anlıyorum. Aile içinde bile kendini yapayalnız hissetmek, insanın iç dünyasını derinleştiriyor; bazen iyi, bazen kötü. Benim için yalnızlık, bir surun arkasında sessizce bekleyen bir gölge gibidir: varlığını hissedersin ama ona dokunamazsın. Penceremin kenarında yağmur damlalarını saydığım anlar oluyor bazen... Her damla bir ritim, bir nakarat gibi. Damlaların cam boyunca aşağı süzülüşünü izlerken, kendi kelimelerimin ve gözyaşlarımın aynı çizgide akıp gittiğini düşünüyorum. O anlarda kelimelerimi yazıya dökmek, o damlaların ardında saklı kalan duygularımı serbest bırakmak gibi. Yağmurun ritmiyle yazdığım satırlar daha dürüst gelir bana; sanki dışarıdaki hava da benim içimdeki rüzgârı anlıyordu.Fotoğraf çekmek, benim için sadece bir hobiden daha fazlası. Elimdeki eski fotoğraf makinesiyle sokaklarda dolaşırken, her köşe başı bana bir hikâye fısıldıyor. İstanbul'un taş duvarları, kaldırımlarındaki izler, insanların yüzlerindeki çizgiler... Hepsi birer öykü. Geçen kış Taksim'de uğradığım o küçük, tozlu kitapçı hâlâ aklımda; kapısının kolu eskimişti, içerideki havanın içinde eski kağıtların o yoğun kokusu vardı. Rafların arasında rastladığım yıpranmış bir albüm, beni durdurdu. Albümün sayfalarını çevirirken, siyah-beyaz kareler arasında gülen bir çocuk gözüme ilişti. O çocuğun gülüşü, o anın sıcaklığı... Belki benim küçük halimdi, belki başka birinin. Ama o fotoğrafta bir zamanın durduğunu, bir anın sonsuzluğa kilitlendiğini hissettim. Fotoğraflar bana zamana direnmenin yolu gibi gelir; bir anı alıp onu dondurmak, sonra yıllar sonra o donmuş anı yeniden ısıtmak. Belki de ben de kendi anılarımı böyle saklamaya çalışıyorum; çektiğim bir fotoğrafla, o günün hissini hep canlı tutmak.Müzik, dış dünyayla kurduğum en içten bağ. Bazen bir şarkı, beni çocukluğuma öyle bir ışınlarsa, yılların arasındaki mesafeler yok olur. "Gelir Miyim?" ve "Tekrardan" favori şarkılarımdandır. Özellikle yalnızlık çöktüğünde, şarkıların kelimeleri benim yerine konuşuyor. Müzik bana yalnızlığımı paylaşma cesareti veriyor; satırlara dökemediğim duygularımı notaların arasında fısıldıyorum. Kaan, senin favori şarkıların neler? Senin önerilerin merak ediyorum. Belki bir gün ortak bir playlist yaparız ben bir şarkı eklerim, sen de bir şarkı eklersin. O playlist bizim kelimelerimizin müzikal karşılığı olur; bazen bir şarkı bir mektubun tüm satırlarından daha iyi anlatır çünkü notalar, kelimelerin ulaşamadığı yerlere dokunur.Sana Geçen yaz ailemle yaptığımız piknikten bahsetmek istiyorum, o günü yeniden hatırladıkça içimi hem tatlı hem acı bir his kaplıyor. Ailemle birlikte, genişçe bir çimenliğe serilmiş örtüler, güneşin yüzümü hafifçe ısıttığı anlar... Herkes kendi işiyle meşguldü; kimisi salata yapıyor, kimisi çocuklarla oyun oynuyordu. Ben ise bir köşede, makinem elimde, etrafın küçük ayrıntılarını kaydediyordum. O gün, yanımdaki ağacın dalları arasında bir hareket oldu; küçük bir kuş yere düştü. İlk başta ne olduğunu anlamadım; kanadı kırılmış, nefes alışı düzensizdi. Onu elime aldığımda kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. O an kendimi bir şeylere bağlanmış hissettim: o kuşun o anki çaresizliği bana kendi kırılganlığımı anımsattı. Onu eve götürdüm, bir kutuya koydum, kanadını sarmaya çalıştım, su verdim. Ona gösterdiğim şefkat, aslında kendime de göstermem gereken şefkatin bir başlangıcıydı. Kendi kırılganlığımı kabul etmek, onu iyileştirmek için bir adım atmak demekti.Aile ilişkilerimiz oldukça karmaşık, Kaan. Onların benden beklentileri, benim hayallerimle çarpıştığında içimde bir yangın başlıyor. Onlar için güvenli yollar, belirli meslekler, mantıklı seçimler vardı; benim hayallerim ise sıklıkla kaotik, belirsiz ve yorucu görünüyordu. Yazar olmak, fotoğraf çekmek, kendi içimde kaybolmak... Hepsi onlar tarafından "zaman kaybı" olarak değerlendirildi. Bu yüzden çoğu zaman sessiz kalmayı tercih ettim; bildiğim bir şey varsa onu içimde tutup onu yazıya dökmek. Yazmak bana konuşamadığım sözleri söyleme şansı veriyor. Kelimelerle sarılıp onlarla konuşmak, annemin ve babamın anlamadığı bir dilde var olma biçimi gibi. Ama yazdıkça, sanki farklı bir kapı aralanıyor; kendi küçük dünyamda yeni nefes alan şeyler doğuyor.Seninle yazışmak bana yeni bir alan açtı; yargısız, beklentisiz bir iç döküm. Bu satırlar aracılığıyla kim olduğumu daha net görebiliyorum. Senin kelimelerin de bana öyle geldi; bazen bir cümle, beni aynaya bakar gibi hissettiriyor. Bilinmeyen Kaan, seninle kurduğumuz bu bağ, uzaklığın getirdiği bir samimiyet de taşıyor. Belki yüz yüze olsa böyle açık olamazdık; belki de o mesafe, içimizi daha cesur kılıyor.Senden gelecek cevapları sabırsızlıkla bekliyorum. Her mektubun, kapımın önündeki o anı yeniden yaşatıyor bana; kalbimi tekrar tekrar açıyor. Belki sen de benim gibi, kendi yalnızlıklarıyla baş etmeye çalışıyorsun. Belki sen de bir yerde bir kuş buldun, belki bir şarkı seni aniden çocukluğuna götürdü. Bunları duymak istiyorum; küçük şeylerin, büyük hikâyelere nasıl dönüştüğünü bilmek istiyorum. Senin hikâyeni, kelimelerinle örmeni istiyorum; her cümlen bana bir pencere açsın.Son olarak, sana bir teşekkür daha etmek istiyorum: Bana yazdığın için, kapını araladığın için. Bu satırları yazarken kalbim hem hafifledi hem de hoş bir gerilimle doldu bunu tarif edecek doğru bir kelime bulamıyorum ama sanırım bu, umut. Cevabını sabırsızlıkla bekliyorum, Kaan.

Sevgilerimle, Bilinmeyen Nazlı

More Chapters