Ficool

Chapter 4 - 4. Bölüm

Sevgili Bilinmeyen Nazlı,

İtiraf etmeliyim ki, uzun zamandır taşıdığım yalnızlık duygusunu bir başkasının anlaması bana iyi geldi. İnsan bazen, kimse bilmez sandığı şeyleri bir başkasının bildiğini görünce tuhaf ama sakinleştirici bir sıcaklık hissediyor; sanki uzun süre görmediğin bir pencere aralanmış ve içeriye hafif bir rüzgâr girmiş gibi. Senin yalnızlık hissini anlıyorum çünkü benim hayatımda da benzer şeyler var. Belki farklı tonlarda, farklı yüzeylerde, ama özünde aynı: kalabalık içinde kendi iç dünyana dönme, sesinin duyulmaması, beklentilerle boğuşma.Her ne kadar ailem kalabalık olsa da dışarıdan bakan birine neşeli, gürültülü bir aile gibi gelebiliriz. Hatta öyleyiz de çoğu zaman. Fakat bazen kendimi ormanın içinde kaybolmuş bir yaprak gibi hissediyorum. Aynı çatı altında olmamıza rağmen birbirimizin iç dünyalarına dair yüzeysel bilgilerin ötesine nadiren iniyoruz. Herkes kendi yolunda, kendi hesapları, kendi telaşları arasında. Ben ise kendi küçük dünyama kapanıp müzikle baş başa kalıyorum. Bu bir kaçış değil — en azından ben öyle görüyorum — daha çok kendimi dinleme, kendimi tanıma çabası.Şimdi kendimi biraz daha anlatayım sana; belki bazı satırlarda kendini görürsün, belki de yeni bir şey öğrenirsin benim hakkımda. Evimiz büyük. Kapıdan içeri girdiğinde ferah, yüksek tavanlı bir yer bekliyor insanı; geniş koridorlar, çok sayıda oda, aile fotoğraflarıyla dolu duvarlar. Ama o büyük evin içinde bile, bir köşede tek başına kalmış gibi hissedebiliyorsun. Sesini duyurmak zor olabiliyor; kalabalığın içindeki tek bir ses, genel uğultunun içinde kaybolabiliyor. Bazen düşünüyorum: o kadar çok insanın olduğu yerde neden hâlâ yalnız hissediyorum? Cevabı belki de beklentilerde saklı.Başarı baskısı evimizin en görünür gölgesidir. Ailem, doğal olarak, iyi bir gelecek, saygın bir kariyer, toplumsal olarak kabul gören bir yaşam istiyor. Bu beklentiler zaman zaman omuzlarımı inceltir, yürümemi güçleştirir. Bazen kendimi, benim olmayan bir hayatı oynarken buluyorum: beklentilerin oyunculuğu. İyi okul, iyi bölümler, kabul edilebilir meslekler… Bunlar herkesin dilinde. Ben ise bazen durup kendi içimdeki sessiz sesleri dinlemek, kendi yolumu çizmek istiyorum. Hayallerim var; belki klişe gelecek ama gerçek: piyano çalmak, dil öğrenmek, küçük hikâyelerle dünyama anlam katmak. Bu istekleri açıklamak, ailemdeki standart tablodaki boşluklara sığdırmak zorlu. Sorgulamadan beklentileri karşılamaya çalışmak, bir süre sonra kendini unutmaya benziyor. Ama zaman zaman, özellikle böyle mektup yazarken, kendi içimde özgürleşiyorum; kalem elimdeyken, kelimeler sıraya girdiğinde, dışarıdaki beklentiler bir perde gibi arkamda kalıyor.Komik anılarımdan birini anlatmak istiyorum sana; hem hafifleyeyim hem de seni güldüreyim. Geçen yaz ailemle Bodrum'daki evimizdeydik. Her şey harikaydı: denizin tuzu, güneşin cildi ısıtan ışıkları, sabahın serinliğinde çay kokusu. Ama ben denize girmeye biraz çekiniyordum. Su her ne kadar çekici olsa da, bazen bilinmeze adım atmak tedirginlik getiriyor. O gün küçük bir şamandıra aldım yanıma; kendimi biraz güvende hissetmek için. Şamandırayı koluma doladım, sanki bir güvenlik iyesiymiş gibi. Suya girdim ama sersemimsi bir dengesizlik hissettim; elime aldığım şamandıra aniden patladı. Keskin bir ses, bir su sıçraması ve ben o anda upuzun denizin ortasında öylece kaldım bir salya gibi hafif, biraz şaşkın, biraz da komik. Çevremdekiler bir yandan bana bakıyor, bir yandan gülüyordu; o bakışların içinde utanma ile komiklik birbirine karıştı. Ben de utandım ama aynı zamanda içten içe gülümsedim; eğer kendime gülmezsem çabucak sinirlenirdim belki de. İşte bazen böyle tuhaf anlar olur ya, insan ne yapacağını bilemez; sanki zaman kısa bir duraksamaya girer ve her şey yavaşlar. O anı düşündükçe hâlâ gülerim. Bu tür küçük aksaklıklar, hayatın acemice ama sıcak kenarları gibi; ağlatmayıp gülümseten yanları.Kardeşlerimle ilişkim de tam bir komedi filmi senaryosu gibi; hem gürültülü hem de sevgi dolu ama sık sık küçük savaşlarla dolu. Onlarla küçük savaşlar vermekten yoruldum desem yeridir. Bir keresinde küçükken abimle oyuncak savaşı yapıyorduk. Oyun kelimesi hileli, çünkü kısa bir süre sonra gerçek bir savaş kıvamına geldi. Abim benim oyuncak kutumu açmaya çalıştı, ben de tüm benliğimle engelledim; göz göze, nefes nefese bir mücadele. Sonra oyuncaklar, sanki tarafsız bir yargıç karar verir gibi, bir anda üzerime fırladı ve ben yerde kaldım kahkaha ve hafif ağrı karışımı bir halde. Evin içinde herkes bizimle dalga geçti: "Kaan yine yenildi!" diye bağırdılar. O an evin sıcaklığı, alaycı ama sevgi dolu sesi arasında kaybolduk; hafif bir kırılma ile, sonra çabuk şifalanan bir bağ gibi. Bu anılar, ne kadar küçük olsalar da, aile bağlarımızın tuhaf ama gerçek göstergeleri.Yurt dışı hikâyelerim de az değil bazıları utanç verici, bazıları ise gülünç anılara dönüşmüş durumda. İtalya'da bir kafede espresso siparişi verdim ama o zamanlar İngilizcem yeterince iyi olmadığı için sadece su getirdiler. Garsonun suratındaki ifade — anlamadığı, şaşırdığı, belki hafif eğlendiği — unutulacak gibi değil. Ben de gülmemek için kendimi zor tuttum; çünkü utanma hissi ile birlikte içimde bir komiklik kıvılcımı vardı. O an, yabancı bir ülkede, dilin yetmediği yerde hissettiğin yalnızlık karışımı tuhaf bir tat bırakıyor insanda. Fakat aynı zamanda bu tür küçük aksilikler bana hep gülümseme sebebi oluyor; çünkü zamanla bunlar hatıralara dönüşüyor, bakınca yüzünü buruşturup yine tebessüm ettiren anılara.Başarı baskısından biraz daha bahsetmek istiyorum; çünkü bu, belki de en çok zihnimi meşgul eden konu. Ailem benden hep en iyisini bekliyor: iyi okul, güvenli bir gelecek, hatasız bir plan. Bu beklentiler zaman zaman bir yükün ötesine geçip varlığımı gölgeliyor. İyi olma zorunluluğu, kendi isteklerimi sorgulamama neden oluyor. İçimde sesler var: biri "Bunu istiyor musun?" diyor, diğeri "Aile ne der?" diye soruyor. Bazen kaçmak, gitmek istiyorum; başka şehirler, başka sokaklar, yeni yüzler… Ama kaçmak çözüm değil; hayatın içinde, kendi yerimi bulmaya çalışıyorum. Bu arayış bazen yalnız bir yürüyüş, bazen kalabalıklar içinde gizlice izlenen bir film gibi: insanların hayatlarına bakıp kendi perdemi tanımlamaya çalışıyorum.Senin fotoğraf çekme ve müzik sevgine gerçekten bayıldım. Bu iki sanat dalı, bence insanın ruhunu yakalayabilme becerisi taşıyor. Fotoğraf, zamanı durdurma, bir anı sonsuzlaştırma; müzik ise o anın içindeki titreşimleri dışa vurma gücü. Benim favorim Coldplay'den "Fix You". Zor zamanlarda o şarkı bana güç veriyor — kelimelerin, melodinin ve o hafif hüzünlü ama umutlu tınıların karışımı ruhuma iyi geliyor. Belki sen de seversin; ya da farklı şarkılar vardır sende yankı bulan. Bana senin en çok hangi şarkıların eşlik ettiğini merak ettim. Hangi melodiler seni sakinleştirir, hangi sözler kalbini titreştirir? Müzik meselesi kişiye özel; bazen bir şarkı, binlerce kelimenin yapamadığını yapıyor: anlatılamayanı hissettirebiliyor.Bu mektupların ikimiz için ne anlama geldiğini de düşündüm. Nazlı, bu mektuplar bizim için sadece birer kelime yığını değil; yüreklerimizin birbirine uzanan, incecik ama sağlam köprüleri gibi. Her satırında seni daha iyi tanıyorum, sana daha yakın hissediyorum. Bilinmeyen birinin içten satırları, tanıdık birinin sessiz bakışları gibi ilk başta şaşırtıcı, sonra alışkanlık haline gelen, sonra vazgeçemediğin şeyler oluyor. Bu yüzden iyi ki yazdın, iyi ki var oldun. Senin kelimelerin, benim dünyamda hafif ama kalıcı izler bırakıyor.Sabırsızlıkla cevabını bekliyorum; daha doğrusu, bir sonraki satırlarının geleceğini heyecanla bekliyorum. Yazarken kendine çok iyi bakmanı dilerim. İçindeki kırılganlığı koru ama aynı zamanda ona nazik davran. Kendine şefkat göster, çünkü bazen dünyayı değiştirecek güç, küçük bir iç huzurundan doğar.

Sevgilerle, Bilinmeyen Kaan

More Chapters