Ficool

Chapter 5 - 5. Bölüm

Sevgili Bilinmeyen Kaan,

Mektubunu aldığımda kalbim nasıl çarptı, nasıl sevindim, gerçekten anlatamam. Satırlarını okurken içimde bir şey kıpırdadı; sanki uzun zamandır susmuş bir kapı aralanıp içeriden sıcak bir ışık sızdı. O kadar içten, o kadar samimiydin ki yazdıklarında; kelimelerin öyle doğal, öyle yalın ve öyle dürüsttü ki, okurken yıllardır tanışıyormuşuz hissine kapıldım. Bu his tuhaf ama bir o kadar da güven vericiydi. Bilinmeyen birinin kaleminden çıkan cümlelerin bana bu kadar yakın gelmesi, hayatın küçük sürprizlerinden biri oldu.Yalnızlık hissini paylaşıyor olmamız içimi hem buruk hem de umutlu yaptı. Buruk çünkü yalnızlığın ne demek olduğunu bilen birinin satırlarında kendimi görmem, daha önce kimseyle paylaşamadığım iç sızılarımın hâlâ taze olduğunu hatırlattı; umutlu çünkü, yazdıklarından anladığım kadarıyla yalnızlıklarımız birbirimize doğru uzanabilecek bir köprü kuruyor. Biliyorum, sen de çoğu zaman kalabalığın içinde yalnız hissediyorsun; bu modern zamanın belki de en büyük trajedilerinden biri: yanımızda insanlar varken yine de içimizde boşluklar olması. İnsanların arasında yürürken bile kendi iç seslerinin yankılanmadığını fark etmek ince bir acı; sanki herkesle aynı sokakta yürüyor ama farklı yönlere bakan camlardan bakıyor gibiyiz.Senin aile hikâyeni okurken ben de kendimi gördüm bir an. Senin anlattıklarınla benim evim, ailem arasında ince bir bağ hissettim; farklı detaylarla örülmüş ama aynı temel duygulara açılan iki pencere gibiyiz. Benim ailemle aram iyi değil; annemle babamla çoğu zaman suskunluk içinde yaşıyoruz. Evde sevgiyle kuşatılmak, sıcak sohbetler, samimi bakışlar… Bunlar benim çok özlediğim şeyler. Bazen gecenin sessizliğinde pencereden dışarı bakıp, diğer evlerin pencerelerinden yayılan sohbet seslerini dinlerken içim titrer; insanın en derin arzularından biri belki de sadece birisinin seni görmesi, sesini duymasıdır. Tek çocuk olmanın getirdiği ağır sorumluluklar da omuzlarımda bir gölge gibi duruyor. Ailemde beklentiler, görevler ve sessizlikler bir arada. Bazen düşünüyorum, keşke bir kardeşim olsaydı, bir sırdaşım, paylaştığım küçük sevinçleri, dertleri omuzlayabileceğim biri. Ama yok sadece ben varım ve içimdeki o derin yalnızlık. Bugün benim için sıradan ama bir o kadar da karmaşık bir gündü. Sabah uyandığımda dışarısı hafif sisliydi; İstanbul'un o gri tonları hâkimdi şehre. Sis, binaların, sokak lambalarının, ağaçların etrafını hafifçe yumuşatmış; uzaklar daha belirsiz, yakınlar daha keskin görünüyordu. O sisin içinde şehrin karmaşık nefesi vardı: tramvayların uzak düdüğü, çaycıların tezgâh sesleri, bir yerden gelen inceden bir müzik notası... O sabah odama çekildim, pencere kenarındaki küçük masama oturdum; elime sıcak bir kahve aldım ve yeni bir kitabın sayfalarını çevirdim. "Gölgeler Arasında" dediğim kitabı sana daha önce bahsetmiş miydim bilmiyorum; eğer bahsetmediysem de şimdi anlatayım: Orada karakterler o kadar gerçek ki, sayfaların arasında dolaşırken sanki yanımda oturuyorlar. Onların acılarını, sevinçlerini hissedebiliyorum; bazen bir paragraf bitiminde nefesimin daraldığını fark ediyorum. Kitaplar bazen bizim gizli dostlarımız oluyor; onları açtığımızda kendimizi buluyoruz; bazen de kendimizden bir parçayı onlara saklıyoruz.Dışarı çıktım sonra; fotoğraf makinem etrafıma bakmak için en doğal bahane oldu. Elimde makine, İstanbul'un o karmaşık sokaklarında gezindim; ara sokakların seslerini dinledim, duvarlardaki eski posterleri, çay kokan kahvehaneleri, köşede tek başına oturan yaşlı bir amcayı. Bu şehir kalabalık ama yine de hepimizin bir iç yalnızlığı var; herkes kendi hikâyesini saklıyor gibi. Her köşede bir hikâye, her adımda bir anı saklı. Hava hafifçe serin, rüzgâr ara sıra yüzüme çarpıyor, ben de objektifin vizöründen uzakları süzüyorum. Fotoğraf çekmek bana, anlık bir ilişkinin izlerini yakalama şansı veriyor; bir gülüşü, bir bakışı, bir el hareketini zamana tutturuyorum. O anı dondurup cebime koyuyorum, sonra eve gelince onları tek tek izleyip anlamlandırıyorum.Bugün bir parkta küçük bir çocuk gördüm; elindeki balonlarla oynuyordu, yüzünde o saf mutluluk ifadesi vardı. Balonların renkleri rüzgârla dans ediyor, çocuk koşuyor, elindeki ipin kopmaması için uğraşıyordu. Bir an durup onu izledim; insan hayatındaki o basit mutluluğu nasıl da kolayca unutuyor diye düşündüm. Çocukların bu masum sevinçleri, yetişkinlerin karmaşık hesaplarından ne kadar uzak. Belki de biz yetişkinler hayatı gereksiz yere zorlaştırıyoruz; fazladan anlamlar yüklüyor, olması gerekenden çok daha büyük yükler asıyoruz omuzlarımıza. O an parkta oturan yaşlı bir teyzenin bana gülümsemesi, çocuğun sesine kattığı ritim, yaprakların hışırtısı… Hepsi üst üste gelince içimde yumuşak bir şey çöktü; hem hüzün hem de bir tür huzur vardı.Müziği ne kadar sevdiğimi biliyorsun; senin önerdiğin "Fix You"yu bugün defalarca dinledim. O şarkı beni derinden etkiledi; melodinin, sözlerin ve o ağır ama umutlu tınıların birleşimi içimdeki bazı kapıları araladı. Müzik bazen kelimelerin anlatamadığını anlatır; bir bakış, bir dokunuş ya da bir şarkı, bir insanın içindeki karmaşayı çözebilir. "Fix You"yu dinlerken gözlerim doldu; şarkının o yükselişi, umut taşıyan sözleri bana bir şeyler vaat etti her ne kadar belirsiz olsa da.Bugün okulda biraz zorlandım. Anksiyetem yüzünden sınıfta dikkat çekmekten korktum. Bir şey söylemek istediğimde kelimeler boğazımda düğümlendi; sanki ağzımdan çıkacak kelimeleri bir kontrol mekanizması engelliyordu. Düşünceler hızlıca gelip geçiyor ama onları dışarıya dökmek cesaret ister. Bazı insanlar için konuşmak kolaydır; onlar kelimeleri birer araç gibi kullanır, düşüncelerini renkli bir şekilde dağıtırlar. Benim için o araçlara erişmek daha zordur; bazen kelimeler var olacak yerde kaybolur gider. Ama sonra senin mektubun aklıma geldi; "Kendinle barışık ol" dediğin o cümle… İşte o an biraz olsun rahatladım, kendi kendime "Sen güçlüsün, bunu aşabilirsin" dedim. Bu kendi kendine verilen küçük cesaret cümleleri bazen en güçlü ilaç oluyor. Sınıfta sessiz kalışım, içimde birikenleri büyütmese de, küçük zaferler kazanmak da bir adım sayılır.Bir tuhaf anımı anlatayım sana; geçen hafta kütüphanede çok eski bir şiir kitabı buldum. Tozlu raflar arasında gezinirken elimdeki kitap ansızın yerinden kaydı ve yere düştü; ses o kadar keskinti ki bir an kalbim hızlandı. Hemen bir görevli yanıma koştu; onun hareketindeki hassasiyet beni şaşırttı. Utanarak eğilip kitabı yerinden kaldırırken görevlinin yüzündeki sıcak tebessümü hiçbir zaman unutmayacağım. O tebessüm, sanki "Her şey yolunda" diyen küçük bir işaretti; orada, o anda yalnız olmadığımı fısıldadı bana. Kütüphane, insanlar arasındaki sessiz dayanışmanın en güzel örneklerinden biri; rafların arasında dolaşırken, herkes kendi dünyasına çekilmiş ama yine de bir ortak dinginlik paylaşır gibi hissediyorum. O an, kitabı alıp yerine geri koyduğumda, raftaki diğer kitapların arasından bir tanesinin bana göz kırptığını hayal ettim; bu tür küçük anlar, günümün geri kalanını sıcak bir tonda etkiliyor.Yazmak bana iyi geliyor; bu mektuplar ise benim yeni dünyam. Seninle bu satırlarda buluşmak, sanki bir sırdaş, bir dost bulmak gibi. Yazarken sanki bir yük hafifliyor; kelimeleri bir mendil gibi kullanıp içimdeki lekeleri siliyorum. Daha çok paylaşmak, daha çok anlamak istiyorum seni; biliyorum ki mektuplarımız sadece bilgi paylaşımı değil, aynı zamanda ruhların birbirine uzanma çabası. Peki senin günün nasıl geçti? Ailenle vakit geçirebildin mi? Seni güldüren başka anılar da varsa paylaşır mısın? Senin anlattıkların bana güç veriyor; senin sesin olmasa da, satırların bana bir ritim gibi geliyor. Bazen düşünüyorum iki yabancı arasındaki bu yazışma nasıl bu kadar hızlı derinleşti? Belki de herkes kendi içinde bir boşluğu arar, ve bir başka boşlukla karşılaştığında, o boşluklar birbirini tamamlar. Bizim mektuplarımız da işte bu: eksik kalan yanlarımızı tanıyan, anlayan bir başka parça bulma çabası. Sana anlatmadığım küçük şeyler de var; ama hepsini bir kerede dökmek istemiyorum. Hikâyenin tadı, her mektupta yavaşça açılan bir çiçek gibi olmalı her satır yeni bir yaprak olsun. Kendine iyi bakmanı istiyorum. İçindeki kırılganlığı koru ama ona nazik davran. Bu kırılganlık, seni sen yapan en özel yanlardan biri; kırılganlıklarını saklamak yerine onlara sarıl, çünkü bazen en büyük cesaret, kendine şefkat göstermektir. Hayatın içinde güçlü durmak gerektiği anlar olur, ama bazen de dinlenmek, susmak, nefes almak gerekir. Senin satırlarında gördüğüm güç de, o kırılganlıkla yan yana duruyor; bu yüzden umutluyum bizim için. Son olarak, küçük bir ricam var: Bana okuduğun kitaplardan, çaldığın melodilerden, yeni öğrendiğin dillerden bahseder misin? Senin dünyandan, senin küçük ritüellerinden haberdar olmak isterim. Mesela sabah kahveni nasıl içersin? Müzik dışında seni ne sakinleştirir? Bu tür ayrıntılar, birbirimizi daha iyi tanımamız için güzel bir yol olur. Merakla ve sıcak bir beklentiyle cevabını bekliyorum. Yazdığın her satır, bana biraz daha seni getiriyor; bu da beni mutlu ediyor. Kendine çok iyi bak, nazik ol kendine. İstanbul'un gri sabahları bile bazen içimize güneş sızdırır; belki yarın, belki de bir başka gün, o güneş bizim penceremizden içeri huzurla dolacak.

Sevgilerle, Bilinmeyen Nazlı

More Chapters