Ficool

Chapter 2 - 2. Bölüm

Sevgili Bilinmeyen Nazlı,

Mektubun elime geçtiğinde ne yapacağımı bilemedim. Kapıyı açtım, elinde her zamanki gibi sıradan faturalar ve reklamlara dair broşürler vardı. Ancak aralarında, o kadar sıradan olmayan, üzerinde ismim değil, sadece "Bilinmeyene" yazan bir zarf duruyordu. Kalbim garip bir hızla atmaya başladı. Sanki uzun zamandır beklediğim, ama neyi beklediğimi bilmediğim bir şey gelmişti. Postacının yüzündeki meraklı ifadeye aldırış etmeden zarfı kaptığım gibi içeriye girdim. Önce biraz tereddüt ettim. Kimden geliyordu bu? Neden bana yazılmıştı? Herhangi bir zarf gibi yırtıp atmak ya da bir kenara bırakmak, içimde büyüyen o garip hisse ihanet etmek gibi geldi. O tereddütle zarfın kenarını nazikçe araladım. Sonra, kelimelerin arasına daldım… Ve kayboldum.Her bir satırında, sanki yıllardır beklediğim bir dostun içten sesini duydum. Öyle bir ses ki bu, sanki hiç tanımadığım birinin değil, ruhumun bir köşesinde hep var olan birinin sesi gibiydi. Mektubun, benim gibi birine yazıldığına inanmakta güçlük çektim. Böyle güzel, böyle samimi, böyle kırılgan ama bir o kadar da cesur birini hiç tanımamıştım. Kelimelerin akışı, kurduğun cümleler… Her biri özenle seçilmiş, kalpten kopmuş gibiydi. Mektubu okurken, kalbimin göğüs kafesime sığamadığını, göğsümün sıkıştığını hissettim. Bir yanım sevinçle dolup taşarken, bir yanım da bu duygunun neden bu kadar tanıdık geldiğini sorguluyordu. Sen konuşuyordun, ben ise yıllardır içimdeki boşluğu dolduran bir ses gibi seni dinliyordum.Sana yazmak… Bilmiyorum, bu benim için çok yeni. Kelimelerimi ilk defa böyle dökmeye çalışıyorum. Sanki daha önce hiç yazmamışım, hiç düşünmemişim gibi. Korku ve heyecan arasında bir yerdeyim. Sanki uzun zamandır içime atılmış, kilitli bir kapının arkasına saklanmış bir sırrı paylaşıyor gibiyim. Bu mektup, benim için bir tür terapi gibi. Kendime ait bir odayı ilk defa havalandırıyor, tozlu eşyaların üzerini örtüyü kaldırıyor gibiyim. Seni okurken, aslında ne kadar da kalabalık olsak, insanın bazen en çok kendinde yalnız kaldığını fark ettim. Seninle benzer yanlarımız varmış gibi geldi. Söylesene, bu bir tesadüf mü? Yoksa ruhlarımızın birbirini bulması mı?Benim adım Kaan. Ben de senin gibi on dokuz yaşındayım ve ben de o meşhur İstanbul'da yaşıyorum. O senin bahsettiğin aceleci, koşuşturmacalı şehirde. Evimiz kalabalık. İki ablam ve bir abim var. Evdeki sesler hiç eksik olmaz. Yüksek sesle yapılan sohbetler, tartışmalar, kahkahalar… Herkes sanki hayatın bir ucundan tutmuş ve sonuna kadar çekiyor, gürültülü bir halat çekme yarışması gibi. Ama o kalabalığın içinde ben hep yalnızdım. Sanki tüm bu sesler bir gürültü duvarı örüyordu etrafıma ve ben o duvarın arkasında kalıyordum. O duvarın arkasında, kimsenin beni duyamadığı, benim de onları duyamadığım, kendime ait bir sessizlik adasında.Herkes benden "başarı" bekliyor. Üniversite sınavları, iyi bir bölüm, yüksek bir kariyer… Başarılı ol, iyi ol, iyi görün, iyi davran… O kadar çok beklenti var ki, zamanla kendi sesimi duyamaz oldum. Onların benden beklediği kişi olmak için o kadar çok uğraştım ki, kim olduğumu unuttum. Sanki bir tiyatro oyununda, bana verilen rolü ezberleyip sahnede oynuyordum. O rolü o kadar iyi oynadım ki, çevremdeki herkes benim o olduğuma inandı. Ama içimde, sahne dışında kalan, o rolü oynamak istemeyen bir çocuk vardı. Sessizce, bir köşede oturup izleyen, ne zaman sahneye çıkacağını bilmeyen bir çocuk.Belki de bu yüzden dışarıya kapandım. İçimde sakladığım o çocuk büyüdü, büyüdü ve sessiz bir adama dönüştü. O adamın dış kabuğu sert, içine girilemez bir hale geldi. İnsanlar yaklaştıkça, o kabuk daha da kalınlaşıyor, daha da katılaşıyor. Ama biliyor musun Nazlı? İçimde hâlâ konuşmak isteyen, paylaşmak isteyen bir yerler var. Sanki bir çölün ortasında kalmış bir vaha gibi. Herkesin gürültüsünde kaybolmuş ama varlığıyla beni besleyen bir yer. Senin bu mektubun, o vahanın kapısını araladı. O kapıdan sızan bir ışık hüzmesi gibi geldi mektubun. O yüzden sana teşekkür ederim.Şimdi gelelim, merakla sorduğun sorulara.Adım Kaan. Gözlerim kahverengi aslında bir damla süt damlatılmış kahve gibi... Bir zamanlar annem öyle derdi. Gözlerime ne zaman baksam, o benzetme aklıma gelir. En sevdiğim renk gökyüzü mavisi. Her baktığımda içimde bir huzur buluyorum. Sonsuz bir boşluk ve maviliğin verdiği o sakinlik. Gökyüzü, bana her şeyin geçici olduğunu hatırlatıyor. Kötü hava, bulutlar, her şey… Hepsi bir gün dağılıyor ve yerini berrak bir maviye bırakıyor. Çocukken saklambaç oynamayı çok severdim. Ama genellikle saklanan bendim. Çünkü kendimi göstermekten çekinirdim. Bir duvarın arkasında, bir ağacın kovuğunda, saklanırdım. Sanki beni bulmalarını istiyor gibi ama bir yandan da bulunmaktan korkuyor gibi… Bulunduğumda o rahatlama hissi, beni bulanın beni gerçekten gördüğünü hissettirirdi. Ama bazen de kimse beni aramazsa, bulunmazsam ne olur diye düşünürdüm. Sanki o zaman gerçekten yok olurmuşum gibi… Mektup yazmayı hiç denemedim. Ama şimdi, seninle yazışmak benim için yeni bir dünya açtı. Ve evet… uzun bir süre birini bekledim. Belki de kimsenin anlayamayacağı birini. Sen beni bulana kadar bekledim.Senin fotoğraf çekme merakını okurken gözlerim kapandı. Kendimi, İstanbul'un o gri sokaklarında, yağmur altında, elinde eski bir fotoğraf makinesiyle yürürken hayal ettim. O anları yakalamak… kaçırmamak. Dünyanın koşuşturmacasında gözden kaçan anları yakalamak için. O an senin dünyanı biraz da olsa anladım. Bir bakış, bir anlık gülüş, bir hüzün… Onların içindeki gizli hikâyeleri görmek. Belki ben de bir gün, o karelerden biri olurum. Senin objektifine yakalanan, sessizce duran bir an…Yazar olmak istemeni çok hoş buldum. Senin yazdığın satırlarda zaten büyük bir yazarın izlerini görüyorum. İçindeki o derinlik ve incelik… Sanki bir nehrin dibinde parlayan, kimsenin görmediği taşlar gibi. Henüz kaleminin gücü tam ortaya çıkmamış ama çok güçlü olacağı kesin.Şimdi gelelim en çok merak ettiğim şeye: Bu mektup yazma fikri tam olarak nereden çıktı Nazlı? Kısaca anlatmışsın ama sanki altında daha büyük bir neden var gibi. Bilinmeyene yazmak, hiç tanımadığın birine kalbini açmak… Bu cesaret nasıl doğdu? Böyle bir adım atmak zor değil miydi? Ya karşılık gelmezse diye korkmadın mı? Belki bu mektup hiç bana ulaşmazsa diye? Biliyorum, sen de benim gibi çoğu zaman kendi içine saklandın. Sessiz kalmak bazen en güvenli liman oluyor. O limanda, rüzgârdan, fırtınalardan uzakta, kendini güvende hissediyorsun. Ama kalbini açmak, o limandan ayrılıp bilinmeze yol almak gibi. Sana bu cesareti kim verdi, ya da kendin nasıl buldun? Ve bir şey daha sormak istiyorum. Yalnızlık senin için ne ifade ediyor? Benim için bazen en kalabalık odada bile kimsenin anlamadığı bir yerde olmaktır. Ya da her şeye sahip olduğunda bile bir parçanın eksik olduğunu hissetmektir. İnsanların arasındayken bile hissettiğin o boşluk hissi, o yalnızlık. Senin yalnızlığın nasıldır? Anlatmak ister misin? Müzik konusunda da çok ortak noktamız var gibi. Ben de günlerce kulaklık takıp kendimi başka dünyalara götürürüm. Kendimi ait hissetmediğim anlarda, o sesler benim evim olur. Senin favori şarkıların hangileri? Mektubu yazdığın gün dinleyip yazmaya başladığın, içini dökmeni sağlayan bir şarkı var mı? Son olarak şunu söylemeliyim ki; senin yazdıkların bana yalnız olmadığımı hissettirdi. Bir yerde, birisi beni de anlamaya çalışıyor. Bu bana umut veriyor. Şimdi sana yazmak benim için çok değerli. Yalnızca kelimeler değil, bir yürek daha birbirine uzanıyor bu mektuplarda. Cevabını büyük bir merakla bekliyorum, Nazlı. Kalbin hiç susmasın. Ve unutma, bu kelimeler bizleri daha yakın kılıyor.

Sevgilerle, Bilinmeyen Kaan

More Chapters