Ficool

Wake up Spring (Uyan Bahar)

Animation_Studios_
7
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 7 chs / week.
--
NOT RATINGS
12
Views
Synopsis
Ruhların kaderi, iki kalbin çarpışmasıyla asıl hikâyeyi yeniden yazacak. Keruty, bahar ruhunun kaybolduğu günden beri karanlığın gölgesinde yaşayan bir ülkedir. Halk umudunu yitirmişken, Lia’nın sıcacık kalbi ve Alex’in buzla mühürlenmiş yalnızlığı kesişir. O baharın ışığını taşıyordu. O kışın sessizliğinde kaybolmuştu. Ama onları ayırmaya çalışan buz değil, Darksis’in ördüğü karanlık illüzyonlardı. Gerçek ile hayalin birbirine karıştığı bu savaşta, iki ruhun birbirine yaslanması hem aşkı hem de ülkenin geleceğini kurtarabilir. Peki kalplerinin gücü, Darksis’in yanılsamalarını parçalamaya yetecek mi? Yoksa Keruty’nin kaderi bir kez daha karanlığa mı yazılacak? “Aşk, en karanlık yanılsamaları bile paramparça edebilir; çünkü her bahar, bir kalbin uyanışıyla başlar.”
Table of contents
VIEW MORE

Chapter 1 - Uyanış

Uzun zaman önce Keruty ülkesinin insanlarının, huzur içinde yaşayabilmesi için 4 ruh görevlendirildi. Bunlar mevsim ruhlarıydı. Kış ve bahar ruhu birbirlerine aşıklardı. Her şeyin yolunda olduğu zamanlarda kurucu ejderhadan önemli bir haber aldılar; ruhlar insan bedenlerine koyularak insanlar arsında ve doğada dengeyi sağlaycaktı.

Ülke; Kuzey Soleil, Güney Sunselita, Doğu Vernal ve Batı Redlaxtium olmak üzere 4 bölgeye ayrıldı. Tüm ruhlar bedenlerine girmek için harekete geçtiklerinde baharın ruhu kanadından yaralandı. Ondan önce reankarne olmak üzere olan bir insan bahar için hazırlanmış bedeni çaldı. Çalınmış olan baharın bedeni karşısında ruhu diğer dünyadaki insanın bedenine doğru çekilmeye başladı. Kış ruhu son anda baharın elini yakalasa da çekim gücü kuvvetliyidi. Sevdiği kadın ellerinden kayıp giderken tek yapabildiği ona doğru uzanmak olmuştu. Bu bahar ve kışın birbirine son dokunuşuydu.

***

Yıllar içinde Keurty ülkesinde ruhlar reankarne olmaya devam etse de ülkede asla bahar yaşanmadı. Kış ayları ise ölümcül dondurucuğuluyla her yıl devam etti. Yaz ruhu gücüyle bu durumu engelleyebilirdi derseniz, bu buz öyle bir soğuktu ki yalnız sevginin gücü ile eriyecek bir buzdu. Kuzey bölgesi Soleil adını buradan almıştı. Bulutlar güneşi kapattı. Burada asla bahar olmaz. Burası göz yaşlarının donduğu ve kalbinin taşa döndüğü yerdir...

Yıllar geçtikçe insanlarının çoğu ruhlar sayesinde mana denilen gücü kullanabilir hale geldiler. Bu gücü iyiliğe çevirerek hayatı kolaylaştıran eşyalar hazırladılar. Ancak iyinin yanında her daim kötü de vardır. Güçlerini kötüye kullananlar da oldu. Onları durdurmak için ise 4 ruh askeri bir birlik kurdu. Artık ruhlara sadece ülkeyi dış etkenlerden ve Darksis'ten korumak kalmıştı. Darksis kim mi? Asıl şeklini oluşturamamış bir intikamcı ruh; siyah bir dumandı. İnsanın zihnine girip oyunlar oynar tüm hayatları yıkardı. Darksis uzun süredir görünmüyordu tıpkı fırtına öncesi sessizlik gibi...

Ortaya çıkacağı zaman ülkenin genç ejderi Prens Richard Blake Keurty ve sevdiği kadın Ancia Anderson onu durduracak güce sahip olacaktı. Sevgilerinin gücü ile baharı geri getireceklerdi.

**

İşte bu romanın adı "Yabancı Biri"ydi. Lia, okuduğu romanda ki iki bebeği için üzülmeden edemiyordu.

Üvey babasından şiddet görmeye devam eden Ancia, annesi Rose'un ölümünden sonra Keurty ülkesine giden kaçak gemiye binerek ülkenin güney limanına varıyordu. Karşılaştığı insanlar aracılığıyla komutanın evinde hizmetçi olarak çalışmaya başlamıştı. İlerleyen zamanlarda Ancia'nın resimdeki yeteneği farkedilmiş ve kraliçenin emri üzerine sarayda çalışmaya başlamıştı. Genç prens Blake ile aralarındaki aşk filizlendiğinde onları bekleyen kötü haberler de yoldaydı. Prensin ejderha güçleri uyanıyordu. Ejderha güçlerini kıskanan yılan Jayus Soleil, Darksis ile birlik olmaya karar vermişti. Jayus prens Blake'in üvey kuzeniydi. Güçlerinin benzer olması ama aralarındaki farkı Jayus'u öfkelendirmişti. Hikayenin gidişatında prens Blake ve Ancia gücün peşindeki kötüler ile verdikleri mücadele sonrası neyseki mutlu bir yuva kurmuşlardı. Kitabın çıkan son cildinde ise öz kuzeni Alexhander Jack Soleil ile yaşadıklarının yanında diğer yan karakterlerin hikayeleri de anlatılıyordu.

Soleil dükünün ilk karısının bahar ruhu olması bekleniyordu. Ancak Vernal de sebebini anlayamadıkları durumdan yüzyıllar boyunca bahar ruhu asla güçlerini uyandıramıyordu. Bu durum tüm bahar ruhu taşıyıcılarında olduğu gibi prenses Iliana Violetta Vernal'in de bedeninin hasta olmasına sebep olarak 20 yaşında diğer ataları gibi ölmesi ile sonuçlanmıştı. Düşesi kaybeden Vernal halkının endişelerinden kurtulabilmek adına prensesin üvey kız kardeşi Anastasia Vernal Doğu krallığının başına getirildi. Ancak karga ruhu olan karanlık güçlere sahip olan kız kendi halkı tarafından zorla tahttan indirilerek öldürüldü.

Ülke doğunun yıkılışı ile çökmeye başlamıştı. Batı dükü sonbahar ruhu Cassius Redlaxtium babasının ölümü ile tahta geçmişti. Ancak tilki ruhuna sahip olan dük küçüklüğünden beri ona aşılanan güvensizlikle baş edemiyordu. İnsanlar soyuna mevkisine bakmadan kendisinin yalancı ve haysiyetsiz olduğu hakkında iftiralar atıyordu. İftiralara inananlar ise teker teker batıdan ayrıldılar. Cassius Redlaxtium ise koskoca sarayda tek başına kalakalmıştı. Cassius tüm hayatı boyunca arkadaşsız kalarak yalnızlıkla lanetlenmiş gibiydi.

Sunselita krallığında ise babası tarafından küçüklüğünden beri şiddet gören dük Augustus Ignis Sunselita, ülkenin yıkılması ile çıkan savaşta ağır yaralanmıştı. Son darbe prensin kalbine hedeflenmişken sevdiği kadın Katherine önüne atlayarak hayatını kaybetmişti. Güney ve Kuzey dükleri eşlerinin ölmesi açısından benzer bir durumdaydı. Tüm ülkenin bu hale gelmesi tesadüf değildi. Hepsi Darksis'in planıydı.

İşte tüm ülke bu haldeyken Keurty'nin kurucu ejderhası Prens Blake güçlerini uyandırarak Ancia ile birlikte ülkelerini yeniden ayağa kaldırdılar. 'Muhteşem bir hikâyeydi.' Ülke toparlansa da Batı, Doğu ve Güney dük ve düşesleri tekrar eski pozisyonlarına dönmediler. Dönemdiler. Tabi ya Kuzey'in son hâlini anlatmadım İlk karısı Iliana Violetta Vernal'i kaybeden dük Alexhander Jack Soleil buz güçleri sebebiyle kalbinin donması riskinden dolayı başka bir ateş ruhu ile 2. Evliliğini yapmıştı. Helen Wistor ile...

Alex'in ejderha soyundan gelmesi sebebiyle ejder gücüne sahip vahşi kar kurdunu ancak ateşböceği ruhu Helen bastırabiliyordu. İkilinin aşk dolu sıcak hayatı onları Lia'nın favori 2. çiftim haline getirmişti.

Alexhander ve Helen'in aşkı Soleil'deki fırtınaları durdurmuştu. Ancak ikili arasında yaşanan bir tartışmada Alex güçlerini kontrol edememişti. Kızgın olan Helen'in gözü öfkesinden başka hiçbir şeyi görmüyordu. Sebebi Blake ve Ancia'nın durdurduklarını zannettiği Darksis'ti.

Kuzeyde karışan işlerden dolayı Blake ve Ancia, Soleil'e gittiklerinde dük ve düşensin kavgası ile karşılaşmıştı. Gücünün kontrolünü kaybeden Alexhander Ancia'yı ağır yaralamış sonunda güçlerinin kontrolünü tamamen kaybedip kalbinin donmasıyla ölmüştü. Blake'in kolları arasında son nefesini vermeden önce Blake sevdiği kadına eğildi Ancia son sözlerini söylemişti. Ne söylediğini Blake dışında kimse bilmiyordu. Ne kadar uğraşılsa da kurtarılamayan Ancia Blake'in kolları arasında ölmüştü.

'Kitabın sonuna geldik. Ne üzücü bir son ve belirsizlik.'

.....

Gece fırtınalı yağmur yağıyordu. Kitabın son 20 sayfası kalmıştı ama çakan şimşekler Lia'yı korkuturken annesinin bağırmasıyla yerinden sıçramıştı.

"Lilia! Saat çok geç oldu artık yatmalısın yoksa okula geç kalırsın"

"Hemen yatıyorum anne son 20 sayfam kaldı."

"Yatarken o camı kapatmayı unutma baban senin yüzünden hasta oluyor."

"Peki anne."

Lia'nın doğduğundan beri tüm vücudu aşırı sıcaklıyordu. Kendini bir türlü soğutamıyordu. Yinede kalkıp camı kapattı ve okumaya kaldığı yerden devam etti. Son cildi yayınlanan 'Yabancı Biri' adlı romanın ana karakterleri Blake ve Ancia'nın aşkı anlamadığı bir şekilde içini burkmuştu. Kitabın sonunda iki aşık birbirine kavuşamamıştı. Kimse mutlu değildi. Lia anlayamıyordu. Alex ne sebeple ruhun kontrolünü kaybetmişti. Okuyucunun gözünde sadece ufak bir evlilik tartışmasıydı. Ana karakterlere ne olacaktı? Orada yaşayan insanlara ne olacaktı? Batı ne olacaktı? Ve Doğu o sersem tilki hep sahte bir gülüş takmak zorunda neden tilki olduğu için kimse ona güvenmiyordu? Halbuki Lia'ya göre kitaptaki en güvenilir karakter oydu. Yazar ona da bir arkadaş ya da onu sevecek birini verilebilirdi. Dük Cassius neden yalnızlığa mahkum edilmişti? Peki ya Güney'e ne demeli üvey babasından şiddet gören zavallı dük Ignis'e ne olacaktı? bütün yaşadıkları yetmiyormuş gibi sevdiği kadın komutan Kathrine onu korumaya çalışırken ölüyordu.

"Aptal yazar niye Alex Ancia'yı öldürmek zorunda sanki zavallı Blake. Bu kadar karakter hazırladıysan hepsine mutlu son ver mutsuz son değil!"

Bunları düşünürken şimşek çakmasıyla yerinde zıpladı. Anlık gelen korkuyla kitabı rafa koymuş yatağa girmişti.

Umarım gözüne uyku girerdi...

**

Uyandığında gözlerine güneş ışıkları batıyordu. Sadece 5 dakika daha uyumak istiyordu ama ama en iyisi perdeyi çekmek diyerek kalkmasıyla fark ettiği tuhaflık karşısında yataktan indiği gibi gördüğü boy aynasına doğru koştu. 'Ne gerçekçi bir rüya...' aklından geçen tek şey buydu çünkü Lia, 4-5 yaşlarında sevimli bir kız olmuştu. Kapının tıklaması ile yerinde sıçradı.

"Prenses Iliana babanız dük Owen ve majesteleri Ronan daha iyi hissediyosanız sizi kahvaltıya davet ediyorlar."

İçeri giren hizmetçilere mi küçük bedenine mi yoksa kimden bahsettiklerine dair hiçbir fikrim olmamasına mı şaşırsa bilemiyordu.

"Ben şey iyiyim."

"İzninizile üzerinizi değiştirelim prenses."

"Evet tabi"

Üst üste gelişen olaylar kafasını karıştırmıştı. Elbisesinin düğmesini kapatan hizmetçiye baktı.

"Acaba adımı tekrar söyleyebilir misiniz?"

Hizmetçi suratına tuhaf bakışlarla baksada onu umursamadı. Daha önemli olan bu rüya boyunca kendine nasıl hitap edildiğini öğrenmekti.

"Batı dükağalığının prensesisiniz. Prenses Iliana Violetta Vernal isminiz prenses."

Lia şok geçiriyordu. 'Vernal mi? Iliana mi?! Soleil dükünün ölen ilk karısı mıyım şuan?!'

Yatmadan kitabı bitirdiği için biraz fazla etkilenmişti anlaşılan. Lia düşüncelere dalmışken kısa sürede elbisesi giydirilmiş, saçları taranmış olarak yemek salonuna doğru götürülüyordu. Camdan baktığında her yer bembeyazdı en sevdiği mevsim kış mevsimiydi. Düşen kar taneleri ile gülümsedi.

"Ne ilginç bir rüya"

Biran önce kahvaltı yaparak dışarı çıkmak istiyordu. 'Bütün bunlar bir rüya olmalı bu rüya bitmeden karın tadını çıkarmalıyım.' Düşüncesiyle koridorda hızla ilerledi.

**

Yemek salonuna yaklaştığında anlamsız bağırışmalar duydu ve sessizce dinlemeye başladı.

"Kızım bahar ruhu bundan eminim lütfen bir şans verin."

"Tabiki dük Owen ama belki de yanılıyorsunuz."

"Yanılmıyorum dük Ronan eminim kızım ve oğlunuz sayesinde ruhların öfkesini azaltacağız. Tüm yazılar bahar ve kışın bir arada olmasını söylüyor."

"Nasıl bu kadar emin olabilirsiniz dük Owen kızınız Soleil'e geldiğinden beri hasta."

Duyduğu kadın sesiyle etraf sessizleşmişti. Ardından Dük Ronan konuştu.

"O halde bir daha deneyelim. Görünen o ki prenses hasta yatağından kalkabilmiş."

Varlığını farkettirdiğini anlayan Lia içeri girdi. Beyaz saçlı kırmızı gözlü bir adam, siyah saçlı mor gözlü hanımefendi ve masanın diğer tarafında kahverengi saçlı yeşil gözlü bir adam karşılıklı hararetli bir sohbet içindeydiler.

İçeri girdiğinde kendisine bakışların yöneltildiğini gören Lia, utanarak onları selamladı.

"Prenses daha iyi hissediyor musunuz?"

Kar gibi beyaz saçlı adamı kafasını sallayarak onlayladı.

"Teşekkür ederim bugün çok iyi hissediyorum."

Babası olduğunu düşündüğü kişi Lia'yı yanına çağırdı ve sohbet eşliğinde yemeklerini yediler. Ortam samimi gibi görünsede havadaki gerginlik belliydi. Vücudu anlamadığım şeyler hissetse de sanki hep bu gücü kullanabiliyor gibiydi. 'Bu mana dedikleri güç müydü?' Tüm vücudu manayla dolup taşıyordu. Onu daha çok hissetmek istiyordu. Ancak izlendiğini hissederek kendini durdurdu.

Bakışlarını kaldırdığında gördüğü bir çift mor göz Lia'yı germişti. Siyah saçlı mor gözlü kadın yüzündeki korkmuş ifade ile Lia'ya bakıyordu. Ondan gelen enerji Lia'yı sanki elleri arasında sıkıp yok etmek ister gibiydi. Korkarak bakışlarını ondan çekti.

"Seni daha kaç kere öldüreceğim."

Fısıldayarak söyledikleri ile şaşkınlıkla babasına baktı. Ama kimse sanki onu duymamıştı. 'Bu kadının prenses Iliana ile nasıl bir ilişkisi vardı böyle.' Kitapta asla Soleil dükü Alexhander'ın üvey annesinden bahsedilmiyordu. Öz annesinin ölümü ile ilgili ufak bir paragraf vardı sadece.

"Prenses isterseniz üvey oğlum prens Jayus ile oynayın o da şimdi dersini bitirmiş olmalı."

Babasının Ronan diye bahsettiği şuanki Soleil düküne döndü.

"Ben-"

Yere düşen bardak ile tüm bakışlar kadına dönmüştü.

"Hepinizden özür dilerim. Hayatım oğlumuza neden üvey diyorsun o artık senin de oğlun. Ayrıca hayatım Jayus şuan mana kontrolü dersine başlayacak, Alexhander için kolay olsa da Jayus için zor biliyorsun. Prenses için başka birini ayarlayalım."

"O halde prenses sen istediğin kişiyi seçebilirsin."

"Tabi efendim. İzniniz olursa kendim bahçenizi gezmek isterim."

"Tabiki. Korumalar prensesi duydunuz."

***

Yemekten sonra izin isteyen Lia odasına geçti. Görevlilerden üzerine giyebileceği kalın kıyafetler istedikten sonra bahçeye çıktı. Ağaçların donmuş yaprakları ile oluşmuş kış bahçesi o kadar güzeldi ki buz sarkıtlarını yalamadan ve kar meleği yapmadan içeri geçmek istemedi. Nasıl olsa bütün bunların bir rüya olduğu düşüncesi kendisini rahatlatsa da içindeki huzursuzluğa engel olamıyordu. Havanın kararması ile içindeki huzursuzluk da artmıştı sanki sürekli bir çift keskin gözler üzerinde gibiydi bu his kaybolmadığından içeri geri girdi.

"Seni özledim..."

"Ne?"

Koridorda yürürken duyduğu ses ile ürperse de içinden bir ılıklık geçmişti. Bacaklarının nereye gittiğini bilmeden koridorda ilerlemeye devam etti. Koridorun sonundaki odaya doğru yaklaştığında gerilse de yavaşça kapıyı açtı. Karanlık odada şöminenin ışığından başka bir şey yoktu.

"Sende kimsin buraya nasıl izinsiz girersin!"

Duyduğu sese doğru döndüğünde küçük bir çocuğun sol profilini gördü. Şöminenin alevi ile mücevher gibi parlayan kırmızı gözü ve gece gibi simsiyah saçları vardı. Lia hızla kafasınıı toparlayarak çocuğa doğru yürüdü.

"Gelme!!"

Bir anda önünde sivri buzlar belirirken refleksle geri çekildi. Başını kaldırdığında çocuğun korkmuş yüzünü görüp ona seslendi.

"Ben iyiyim korkmana gerek yok."

"S-sana gitmeni söyledim"

"Pekala o halde bu buzun ardından seninle konuşacağım."

Küçük çocuk hiçbir şey söylemeyince Lia konuşmaya başladı. Buzdan, manasından, yemek masasındaki kadından, hatta rüyadan... Uzun tek taraflı sohbetin ardından buzun eridiğini görerek yavaş yavaş çocuğa doğru yaklaştı. Eliyle sırtına dokunduğunda tekrar korkarak geri çekildi.

"Yaklaşma! Sende ucube olduğumu söyleyeceksin git buradan!"

Dedikleri ile şaşırsa da önünde oturdu.

"Kim sana ucube demeye cürret eder o kadar tatlısın ki ve küçücük."

Kızaran yanağı ile utandığını anladığı çocuk kekeleyerek konuşmasına devam etti.

"N-ne diyorsun sen benden daha küçüksün üstelik daha tatlı…"

Sonlara doğru mırıldadığından Lia onun bu haline gülümsedi, yanına daha çok yaklaştığında ayaklarının zincirle yatağa bağlanmış olduğunu gördü.

"Neden bu durumdasın bunu senin gibi küçük bir çocuğa nasıl yaparlar!"

"Sana ucube olduğumu söylemiştim bilmiyor musun bilmezden mi geliyorsun burada herkes benden korkar ilk tanışmamız da sen bile korktun"

"Seninle ne zaman tanıştım bilmiyorum ve kötü bir ifade takındıysam üzgünüm."

İnanmayan bakışları ile baksa da o umudu görebiliyordu.

"Gerçekten hatırlamıyorum yinede özür dilerim pelerinin ile sağ tarafını daha fazla kapatmana gerek yok korkmayacağım."

Dedikleri onu mutlu etmiş gibi görünse de pelerini açmakta hala teredddütlü olduğunu görebiliyordu. Yavaşça şapkasını çıkarttığında Lia, gördükleri ile neye korkması gerektiğini anlamadı.

"O kadar sevimli görünüyorsun ki seni ısırabilirim!"

Heyecanla ne söylediğini fark etmeden konuştu. Kızaran yanakları ile tıpkı sevimli Van kedileri gibiydi. Sol tarafı siyah saç ve kırmızı gözlü iken sağ tarafı bembeyaz saçları ve safir gibi parlayan grimsi mavi gözleriyle o çok tatlıydı. Görünüşü Lia'ya bir yerden tanıdık gelmişti.

"Bana Prenses Iliana Violetta Vernal olduğumu söylediler ama bana Lia de lütfen aşina olduğum isme daha çok benziyor peki senin adın ne?"

"Benim adım da Alexhander Jack Soleil ister 1. ister 2. ismimi kullanabilirsin genelde kimse bana seslenmediğinden takma isim bilemiyorum"

Dedikleri ile yüreği burkulmuştu. Soy ismini duymakla şaşkınlıkla ne diyeceğini bilemedi. Bu küçük çocuk Yabancı Biri romanının başrolü Blake'in kuzeni Alexhander Soleil'di. İki eşi ile de onunla zorla evlendirilmiş olan sessiz ama güçlü uysal ama aynı zamanda kurt gücü yüzünden vahşi olan adam. Şaşkınlığını hemen dizginleyerek cevap verdi.

"O zaman sana bazen Alex bazen de Jack derim ilerleyen zamanlarda hangisi hoşuna giderse onu kullanırım ne dersin?"

Sevimli bir şekilde başını salladığında Lia, gülmeden edemedi.

"O zaman önce şu zincirlerden kurtulalım neden zincire bağlısın?"

"Çünkü ben kurta dönüşebiliyorum o an kendimi kontrol etmek çok zor kimseye zarar vermemek için kendimi zincirlettim."

Küçücük çocuğun yaşadığı durum Lia'yı içten içe çok üzse de kendisinin üzüntüsü onu daha kötü duruma düşürmesinden korktuğu için nezaketi karşısında gülümsedi.

"Yaşına rağmen gördüğüm en nazik insan sensin."

"Nazik olduğumu mu düşünüyorsun?"

"Evet bu yaşıma kadar tanıştığım tüm insanlar içinde en naziği sensin."

Dedikleri karşısında gülerek konuştu.

"Daha 5 yaşındasın kaç kişi ile tanıştın ki. Yinede söylediklerin için teşekkür ederim."

"Sende 8 yaşında olmana rağmen çok bilmişsin"

Diyerek Lia kıkırdadı.

Zincirleri çıkarmasına yardım ettikten sonra küçük çocukla camdan dışarıyı izledi. Yavaş yavaş yavru kedi gibi yanına yaklaştığını görebiliyordu. Bir süre Lia'nın yüzüne bakan çocuk mırıldanarak konuştu.

"Benden korkmadığın için mutluyum."

Ona döndüğünde kardan yüzüne yansıyan ay ve yıldızların ışığı mı? yoksa çocuğun kendi ruhunun ışıltısı mı? Cevabını bilmese de Lia'nın gördüğü gülümseme daha önce gördüğü tüm gülümsemelerden daha parlak ve güzeldi.

"Gözlerin!"

Pembeye dönen siyah gözleri ile şaşırmıştı. Bir heyecanla elini tuttuğunda Alex'in elinden yayılan mana ile tüm vücudu ferahlarken Alex'in sözleri ile ona döndü.

"Lia sıcacıksın daha önce hiç böyle ısınamamıştım."

Birbirlerinin manasının vücutlarına iyi geldiğini fark eden Lia, Alex'e sıkıca sarılmıştı.

"N-ne oldu?"

Kızaran Alex ile gülse de gözlerinden yaşlar boşalmaya başlamıştı. 'Bana neler oluyor?' Sırtında hissettiği ıslaklık ve hıçkıran Alex ile onun da ağladığını fark etti.

"Bana ne oldu bilmiyorum sadece sıcacıksın Lia. Bu hissi özlemiş gibiyim."

Lia, Alex'e daha sıkı sarıldı.

"Beni bir daha bırakma"

Son cümlesini sanki başka biri söylemişti. Bütün bunlar rüya ve bir daha karşılaşamayacaklarını bilse de Lia söz vermişti.

"Bırakmayacağım."