Ficool

INHERITIX : COMPANIONS OF THE BLUE DRAGON

Edouard
12
Completed
--
NOT RATINGS
11.3k
Views
Synopsis
Dedikoduları doğru gibiydi, Kraliçe Bloom'un oğlu buradaydı. Alfea Koleji'nde yeni bir serüvene hazır mıydı? Peki diğer mirasçılar onları ne bekliyordu? Ejderha Ateşinin asıl gücünün hikayesini ne zaman öğreneceklerdi. Bunla baş edebilecekler miydi? Cadılar, aşklar korkular ve yeni güçlerle dolu maceraya Duncan, Hector, Neptune, Lyna, Ava ve Helios ile şahit olalım. Winx'in bıraktığı mirası nasıl değerlendireceklerini hep birlikte görelim.
VIEW MORE

Chapter 1 - ALEV ÇOCUK

Gökyüzüne bakıyordum. Kuşların ne kadar özgürce uçtuğunu izleyebiliyordum. Bu yazdıklarımı gökyüzüne yazmak, dünyayı ve gezegenleri yükseklerden izlemek öyle çok istiyordum ki... Oysa bir perinin yapması gereken asıl şey bu olmalıydı. Ama ben yalnızca bir Kızıl Çeşme gemisinden gökyüzünü izleyerek bunları yazabiliyordum. Konfor alanımı, Sirius'un her yere yayılması yüzünden tamamen kaybetmiştim.

"Biraz daha düzgün oturup, ağzındaki şeyi konuşmadan bitirir misin? Asabımı bozuyorsun," diyerek Sirius'u itekledim.

"Ne yapabilirim? Burası ayrıca benim aracım. Helios'la gelseydin, bu kadar sıkıntı yaşamazdın," diye umursamazca cevap verdi.

Helios'a günahımı bile vermeyeceğimi çok iyi biliyordu ama her laf atışında onu hatırlatmaktan da vazgeçmiyordu. Sirius ve Helios, Solarya'nın prens kardeşleriydi. İkisi birbirinden oldukça farklıydı. Sirius ile oturup yarım saat muhabbet edebilir, biraz da olsa eğlenebilirsiniz. Ama Helios için aynı şeyi söyleyemem.

Helios'la, annelerimizin arkadaşlığı sayesinde fazlasıyla yakın olmuştuk. İkimiz de birer periydik; Sirius ise bir uzmandı. Helios'la küçükken sık sık bir araya gelir, annelerimizin kitaplarından sihir çalışır, Alfea'ya gitmenin hayalini kurardık. Şimdi ise o hayalin tam içindeydik.

Sirius koluma dokunarak, "Duncan, geldik," dediğinde valizlerimi alıp hemen dışarı çıktım. Ortalık yeni öğrencilerle doluydu. Kim bilir, benim gibi kaç yeni öğrenci daha vardı?

Kalabalığın içinde sırıtarak yaklaşan Helios'u gördüm. Bu okulda kendisine ne kadar dayanabileceğimi merak ediyordum.

"Hey! Bakıyorum burada kimler varmış! Neden benimle gelmedin Alev Çocuk? Gemimde eğlenebileceğimiz bir sürü kız vardı," dedi, ukala bir tavırla saçlarını düzelterek.

"Bugünlük abime katlanma sürem bu kadardı," diyerek gözlerini deviren Sirius, daha ben bir şey diyemeden beni bu ukala adamla baş başa bırakıp oradan ayrıldı.

"Gelmedim çünkü biraz sakinliğe ihtiyacım vardı. Hem senin bir kız arkadaşın yok muydu?" dedim.

Gözlerini şaşkınlıkla açarak, "Doğru ya! Bunu nasıl unuturum? Bir saniye, onunla görüşüp hemen geliyorum," dedi ve yanımdan ayrıldı.

Helios gittikten sonra hızlıca Alfea'nın bahçesinde ilerledim. Annemin dediği kadar güzel bir yerdi burası. Pozitif enerji ve sihrin tam merkeziydi. Okulu tamamen kaplamış olan bariyer, bizi kötülüklerden koruyacak gibi hissettiriyordu. Kalabalığın ortasında durup kürsüde konuşma yapan kadını dinlemeye çalıştım. Ama yanıma gelen iki kişinin konuşması yüzünden kadını duyamıyordum. Müdüre olabilir miydi?

"Duydun mu? Söylenenlere göre iyi bir müdürey-miş. Öğrenciler hep memnunmuş," dedi gözleri çekik bir çocuk, yanındaki kıza.

"Evet, cadılıktan periliğe döndüğünü okumuştum Socialix'te. Hayat hikayesi ilginç olmalı," dedi beyaz ve pembe saçlı kız.

"Müdüre Mirta mı? Bu kadar iyi biri, nasıl daha önce cadı olabilir ki?" dediklerinde artık dayanamayarak arkamı dönüp, "Rica edersem biraz susar mısınız? Anlamıyorum," dedim.

"Oha, bir dakika... Bu sen misin?" dedi çocuk, şaşkın bir ifadeyle.

Tuhaf aletiyle oynayarak, "Aritmetik ve veri tabanıma dayalı analizlere göre bu kesin o," diyerek siyah saçlı çocuğa döndü pembe saçlı kız.

"Bir dakika... Ben kimim? Kimden bahsediyorsunuz?" diye sordum, kafam karışmış bir şekilde.

Siyah saçlı çocuk hemen cevapladı:

"Domino ve Eraklyon'un varislerinden Duncan değil misin? Ben Hector, yanımdaki de Ava. Çok küçükken tanışmıştık."

Tam hatırlayamayacaktım ki Ava, "Stella Teyze'nin 40. yaş günü partisinde," diyerek onu tamamladı.

Hatırlamıştım. Bu kişiler, Tecna ve Musa'nın çocuklarıydı. Melodi ve Zenith, Domino'ya oldukça uzak gezegenlerdi. Onlarla çok vakit geçirememiştim. Sohbet ettikçe birçok şey öğrendim. Hector bir zihin ve yıkım perisiydi; patlamalar yaratabiliyor ve insanların zihniyle oynayabiliyordu. Ava ise bir tekno-meta perisiydi; sanal evrenler yaratıyor ve robotik kodlarla teknolojiyi yönetebiliyordu. Ben ise hâlâ dönüşüm geçirememiş bir Ateş Perisi parçasıydım. Karşıma çıkan çoğu öğrenci, benden çok daha iyiydi. Biraz onlarla sohbet ettikten sonra haklarında birçok şey öğrendim. Hector, bir zihin ve yıkım perisiydi. Yaptığı patlamalarla ve insanların akıllarıyla büyük güçler üzerinde oynayabiliyordu. Ava ise bir tekno-meta perisiydi; sanal evrenler yaratabiliyor, robotik kodlarla robotları ve tüm teknolojik sistemleri kontrol edebiliyordu. Ben ise henüz tam olarak dönüşememiş bir Ateş perisi parçasıydım. Karşıma çıkan çoğu öğrenci benden katbekat iyiydi.

Güzel bir sohbetin ardından yatakhanelerimize çıkmaya başladık. Odalardan geçerken, annelerimizin yatakhanelerinin bir müze haline getirildiğini gördük. Onları anmak ve onurlandırmak adına yapılmış güzel bir jestti. Müdire Mirta'nın annelerimizi yakından tanıdığını öğrendik. Onunla tanışmayı çok istiyordum ama önce odama yerleşmem gerekiyordu.

Odalarımıza girerken iki kişinin tartışmasına şahit olduk.

"Bu çiçeğe fazla su verirsen ölür. Bu kadar suyu kaldıramaz," diyordu narin sesli, yeşil kıyafetli bir kız.

"Sen su koymamı söyledin, ben de koydum Lyna! Nereden bileyim böyle olacağını?" diyerek karşı çıkıyordu uzun boylu bir çocuk.

"Bu çiçek yarı güneş, yarı suyla beslenen özel bir tür. Sen burayı göle çevirmişsin! Sen temizle, ben seraya gidip bu çiçeği kurtarayım," deyip çiçeği eline aldı. Bizi fark edince güzel bir gülümsemeyle başını selamlayıp aramızdan ayrıldı.

" Kusura bakmayın, bu konularda biraz titizdir. Ben, Andros Krallığı'ndan Prens Neptune," dedi çocuk.

İsmi tanıdık gelmişti; tarih kitaplarından hatırlıyor gibiydim. Ama daha da tanıdık gelen bir şey vardı: Aisha'nın oğluydu.

"Aaa, seni tanıdım!" diyerek lafa atladı Ava. Küçükken Andros'a yaptığı ziyarette birlikte oyun oynadıklarından bahsetti. Ben henüz onunla tanışmamıştım. Bizden biraz daha büyüktü, bu yüzden pek bir araya gelememiştik. Biraz sohbet edince ne kadar kafa biri olduğunu anladım. Anlayışlı ve bilgiliydi. İsmini annesinin amcasından almış. Okyanusların gücüne hâkimmiş ve su altında nefes alabiliyormuş. Çok etkilenmiştim.

Sohbetimiz sürerken birkaç kişiyle birlikte Helios içeri girdi.

"Valizlerimi şuraya bırakın. George, sen gidip bana ılık su hazırla. Akşam Socialix'ten canlı yayın açabilirim. Hayranlarım meraklanmasın," diyerek yanımıza oturdu.

Ava alaycı bir şekilde, "Harika, yatakhaneyi Helios'la mı paylaşacağız yani?" dedi.

"Bu harika bir şans. Senin gibi az sayıdaki güzel kadın böyle bir ayrıcalığa sahip olabilir," diyerek sinsice sırıttı.

Sonra konuşmasına devam etti: "Ama maalesef odalarımız farklı. Kızlar ve erkekler aynı odada kalamıyormuş. Ne kadar çağ dışı değil mi? Gerçi, Hector için fark etmiyor tabii."

Ava bu lafa çok sinirlendi. "Ne kadar homofobik bir zorba!" dedi. Hector bu tavırdan rahatsız olmuş olacak ki kulaklıklarını takarak oradan uzaklaştı.

Neptune de Helios'tan rahatsız olmuştu; lafın ardından Ava ile birlikte uzaklaştılar.

Helios ise içten içe alınmış şekilde, "Ne dedim ben şimdi Dun?" dedi.

"Çok şey diyorsun. Azıcık sussan iyi olacak. Git bir soğuk duş al," diyerek odadan çıktım.

Hava akşam saatlerine yaklaşmıştı. Biraz Alfea'da dolaşmak ve temiz hava almak istiyordum. Annemin mesajlarına da yanıt veriyordum. İşleri olmasa benimle gelmeyi planladığını söylemişti. Ama ben prens olmayı bile zor bulurken, kral ya da kraliçe olmayı hayal bile edemiyordum. Yolda yürürken loş ışıklı bir sera gördüm. İlginç görünüyordu, içeri girmek istedim.

"Kimse var mı?" diye seslendim. İçerisi bitkilerle doluydu, neredeyse hiçbir şey görünmüyordu. Bitkilerin arasından, turuncu saçlı, olgun yaşlarda bir kadın bana seslendi.

"Duncan?"

İsmimin söylenmesiyle hemen arkamı döndüm. Bu kadın beni nereden tanıyordu? Gülümseyerek bana yaklaştı.

"Sen Duncan olmalısın. Ben Profesör Miele. Bu yıl Doğa ve Tabiat derslerinizi ben vereceğim."

"Beni nereden tanıyorsunuz Profesör?" diye sordum merakla.

"Bu biraz uzun hikâye. Daha sonra anlatırım. Ama ailenin bir dostuyum diyebilirim," dedi.

Sıcak ve güven veren bir havası vardı. Sanki bana yardım etmek istediği bir konu vardı ama bunu dile getirmekte çekingen davranıyordu. Derken az önce yatakhanede gördüğüm, bitkilerle ilgili Neptune'e kızan kız seraya girdi.

Tam "Miele T-" diyecek oldu ki Profesör onu susturdu.

"Lyna, seni Duncan'la tanıştırayım. O da bu sene başladı. Lyna, bir yaşam ve doğa perisidir. Bana bir soru sormuştu, nasıl yapması gerektiğini ona öğrettim. Şimdi izninizle, işlerim var," diyerek bizi baş başa bıraktı.

"Merhaba Duncan, seni odada görmüştüm ama tanışma fırsatımız olmamıştı. Bitkimi onarmakla meşguldüm," dedi uzun, koyu saçlarını geriye atarak.

"Hiç sorun değil. Ben de biraz kafa dağıtmak için çıkmıştım. Bir yatakhanede altı kişi kalacağız, biraz zorlu olacak gibi," dedim gülümseyerek.

"Evet, Prens Helios ile aynı odada kalacakmışız. Ne hoş değil mi? Diğerleriyle anlaşabileceğimi düşünüyorum," dedi alaycı bir gülümsemeyle.

"Aslında o göründüğü gibi biri değil. Kendini gizlemeyi ve yeni karakterler yaratmayı seviyor. Belki tanısan seversin."

Ellerini iki yana açarak, "Bilemiyorum. Herkesin içinde bir iyilik vardır ama bunu öğrenmek için çok erken. Socialix'te Magix'te açılan bir yer gördüm: MagicNCoffe. Gitmek ister misin?" dedi. Fikir hoşuma gitmişti.

Yolda giderken bu Socialix olayını merak edip sordum. Magix'te kullanılan bir sosyal paylaşım uygulamasıymış. Helios, prensliğinin yanında burada da çok ünlüymüş.

Magix'e vardığımızda burayı çok sevdim. Canlı, ışıl ışıldı. Şehir merkezi olduğu için biraz gürültülüydü ama teknoloji harikasıydı. Domino'nun öğrenmesi gereken çok şey vardı. MagicNCoffe mekân olarak çok güzeldi. Oturduğumuz yerden içecek siparişi verip birkaç saniye içinde alabiliyorduk. Sohbetimiz oldukça akıcı ilerliyordu.

"Burada kaç okul var biliyor musun?" diye sordum.

"Bildiğim kadarıyla Alfea, Bulutlu Kule ve Kızıl Çeşme var. Bulutlu Kule'de cadılar ve büyücüler, Kızıl Çeşme'de ise uzmanlar eğitim görüyor," dedi.

Arkama yaslanıp oturuşumu düzelttim. "Cadılarla görüşmek yasak mı? Hiç cadı görmedim," dedim merakla.

Lyna gözlerini açarak, "Yerinde olsam görüşmek istemezdim. Genelde rahatsız ediciler. Aralarında iyi olanlar olduğunu da duydum ama Lupo Oscura çok tehlikelidir," dedi.

Merakla sordum, "Lupo Oscura nedir?"

Lyna da bana yaklaştı ve sesini alçaltarak anlatmaya başladı:

"Bu isim artık pek anılmasa da, bir zamanlar Trix adında cadılar vardı. Onlar cadıları görüşlerine göre ayırdılar. Trix'ten sonra cadılar ikiye ayrıldı. Lupo Oscura, yani Karanlık Kurt, Icy'nin oğlunun kurduğu bir örgüt. Söylenenlere göre lanetlidir, kurda dönüşebiliyor ve Trix'in izinden gidiyor."

Magix çok değişik bir yerdi. Lyna, bir telefon görüşmesi için küçük bir ara verdi. O sırada ben de bir Socialix hesabı açtım. Açmamla birlikte bir haberle karşılaştım. Yolda gelirken gördüğümüz evlerden biri yanıyordu. Yangının sebebi bilinmiyor, aniden çıktığı söyleniyordu.

Merakıma yenik düşüp ceketimi aldım ve yanan eve doğru gittim. İtfaiye gelmişti, söndürme çalışmaları sürüyordu. İçeri girmek istedim ama alevler yüksekti. Tam içeri adımımı attığımda alevler yol açar gibi geri çekildi. Cesaretle içeri girdim. İçeride kırmızı bir bisiklet vardı, alevlerin içinde olmasına rağmen yanmıyordu. Nedenini anlamaya fırsat bulamadan yukarıdan bir bebek ağlama sesi duydum. Neredeyse yıkılmak üzere olan merdivenlerden çıkarak kızıl saçlı bir bebeği buldum. Kucağıma alıp hızla dışarı çıktım. Sarı saçlı bir itfaiyeciye bebeği uzattım.

"Genç delikanlı, yardımın için sağ ol ama çok tehlikeli bir şey yaptın. Neden kendini yangının içine atıyorsun?" dedi sert bir sesle.

"Ben iyiyim. Burada böyle nedensiz yangınlar sık mı olur?" diye sordum.

Adam yüzüme tuhaf bir ifadeyle baktı. "Ne Magix'i evladım? Burası Gardenia," dedi.

"Gardenia mı?" diyerek şaşkınlıkla yüzüne baktım. Yaka kartında "Mike" yazıyordu. O anda kulağımda garip bir acı hissettim; sanki biri kulağıma bir şeyler fısıldıyordu. Sesler beni tekrar eve doğru yönlendirdi. İçeri girdiğimde yangın birdenbire sönmüştü, sanki büyüyle olmuş gibiydi.

Delirmek üzereydim. Ne olduğunu anlayamıyordum. Az önce gördüğüm bisiklet de kaybolmuştu. Nedensizce üşümeye başladım. Yangının olduğu yer bu kadar soğuk olamazdı. Aşağı baktığımda yerlerin donmaya başladığını fark ettim. Ne oluyordu böyle? Sanki bir rüyanın içindeydim. Hızla tüm evi buzlar sardı. Birinin arkamda olduğunu hissettim ve yalnız olmadığım kesindi. Yavaşça arkamı döndüğümde onu gördüm.

"Merhaba Alev Çocuk." 

DEVAM EDECEK...