Kapıdaki üç vuruş, zamanı dondurdu. O sesin sakinliğinde, Kenan'ın kör öfkesinden çok daha büyük bir tehlike vardı. Sadık Usta'nın yüzü bembeyaz oldu. Sevim, istemsizce Ferkan'ın arkasına sığındı. Ferkan, eline en yakınındaki demir bir çubuğu alarak yavaşça kapıya yaklaştı. Gözetleme deliğinden baktığında, kanının damarlarında donduğunu hissetti.
Oradaydı. Rüya. Tek başınaydı. Üzerinde kusursuz, pahalı bir palto, yüzünde en ufak bir duygu belirtisi olmadan, bir kraliçe gibi kapılarında bekliyordu.
Ferkan, derin bir nefes aldı, demir çubuğu bıraktı ve kapıyı açtı.
Rüya'nın bakışları önce Ferkan'ı, sonra onun arkasındaki Sevim'i ve Sadık Usta'yı süzdü. Yüzünde, bu sefil manzaradan duyduğu tiksintiyi gizlemeyen alaycı bir tebessüm belirdi.
"Beni içeri davet etmeyecek misin, Ferkan?" dedi, sesi kadife gibi ama zehirliydi. "Yeni... 'sarayını' gerçekten merak ettim."
Cevap beklemeden içeri süzüldü. Duruşu, tavırları, pahalı parfümünün kokusu, bu eski ve tozlu atölyeye tamamen yabancıydı. Bir an durup etrafındaki yoksulluğu ve derme çatma düzeni inceledi. Gözleri Sevim'in üzerinde durduğunda, bakışları bir kırbaç gibiydi.
"Oyun bitti," dedi doğrudan Ferkan'a bakarak. "O zarfı Maliye'den geri çekmenin bir yolunu bulursun. Bunu yaparsan, sana bir teklifim var. Temiz bir boşanma. Şirketten, aileni bir daha görmeden, bu ülkeyi terk edip sefalet içinde yaşayabileceğin kadar küçük bir pay." Gözlerini Sevim'e çevirdi. "Bu kızı da yanına alıp istediğin cehenneme gidebilirsin."
Sessizlik oldu. Sonra tehdit geldi. "Ama eğer bu aptalca oyununuza devam ederseniz..." Bakışlarını Sadık Usta'ya kilitledi. "Bu yaşlı dostunun sadece işini değil, ailesinin geleceğini de mahvederim. Çocuklarını, torunlarını sokakta dilendiririm." Sonra tekrar Sevim'e döndü, sesi artık bir fısıltı kadar tehlikeliydi. "Ve sen, küçük yılan... Kocan Kenan'ın seni ne kadar çok 'özlediğini' tahmin bile edemezsin. Onu sana göndereceğim. Ve bu sefer, başında durup onu durduracak kimse olmayacak."
Bu, acımasız ve kusursuz bir hamleydi. Rüya, onların en zayıf noktalarına, birbirlerine olan sevgilerine ve sadakatlerine saldırıyordu. Ferkan, Sevim'in titrediğini hissetti. Tam konuşmak için ağzını açmıştı ki, beklemediği bir şey oldu. Sevim, Ferkan'ın arkasından bir adım öne çıktı. Doğrudan Rüya'nın gözlerinin içine baktı. Yüzünde artık korku yoktu.
"Senden korkmuyoruz artık," dedi Sevim, sesi şaşırtıcı derecede güçlüydü.
Bu basit cümle, Rüya'nın yüzündeki alaycı ifadeyi bir anlığına sildi. Şaşırmıştı. Bu, o her zaman aşağıladığı, pısırık, küçük kız değildi.
Ferkan, sevdiği kadının bu inanılmaz gücünden cesaret aldı. Rüya'ya döndü. "Teklifin, senin ruhun kadar çürümüş, Rüya," dedi. "Biz bir yere gitmiyoruz. Her şeyini kaybetmeye hazır ol. Şimdi, defol git buradan."
Rüya, hayatında ilk defa, karşısındaki üç insanın sarsılmaz birliğine çarpıp geri çekildiğini hissetti. Yüzündeki şaşkınlık, yerini saf nefrete bıraktı.
"Öyle olsun," diye tısladı. "Kendi mezarınızı kendiniz kazdınız."
Arkasını döndü ve geldiği gibi mağrur adımlarla atölyeden çıkıp gitti. Kapı arkasından kapandığında, odadaki üç kişi biliyordu ki, şeytanla pazarlık sona ermişti. Artık tek bir seçenek kalmıştı: savaşmak. Ve bu savaş, artık hayatta kalma değil, yok etme savaşı olacaktı.