Rüzgâr, Ateşin Kalbi Tapınağı'ndan yükselen son duman bulutlarını dağıtıp Illyria'ya doğru sürükledi. Artık ne bir sınav, ne de bir kehanet vardı geride; yalnızca iki yorgun beden ve içlerinde hâlâ yanan bir ateşin sızısı vardı.
Moaito, kapının eşiğine yığılmış halde, gözlerini ovuşturdu. Toz ve ter, yüzünde gri bir maske oluşturmuştu. Sere ise bir taş yığınının yanına çömelmiş, titreyen ellerine bakıyordu. Sağ elinin avucu, rüyasındaki kılıcın kabzası gibi kavradığı taşın iziyle kızarmıştı.
"Hiçbir şey hissetmiyorum," diye fısıldadı Sere, sesi kuru toprak gibi çatlak. "Ne korku, ne sevinç... Hiç."
Moaito başını çevirmedi. "Ateş, her şeyi yakıp geriye yalnızca kül bırakır. Hissettiklerin de öyle."
Bir süre öylece kaldılar. Güneş, gökyüzündeki ağır bulutların arasından sızan solgun ışıklarla onları ısıtmaya çalışıyordu. Nihayet Moaito ayağa kalktı ve sendeleyerek Sere'ye doğru yürüdü. Matarasını çıkardı ve ona uzattı.
"İç."
Sere, suyun serinletici etkisiyle kendine gelir gibi oldu. Moaito ise onun yanına, yere çömelmiş, yanan eline bakıyordu.
"Bu senin için de aynı mıydı?" diye sordu Sere. "Her şey yanıp kül oldu mu?"
Moaito'nun dudakları hafifçe kıpırdadı. "Hayır. Benimkiler... daha çok bir aynaya dönüştü. Gördüklerim, unutmaya çalıştığım şeylerdi."
"Kardeşin mi?"
Moaito derin bir nefes aldı. "Evet. Elian. Ama onu kaybetmem değildi beni yıkan... onu kaybetmeme izin verişimdi. Işık Muhafızı olarak yemin etmiştim, ama karanlık onu aldığında elim kolum bağlıydı."
Sere, Moaito'nun yüzündeki o kadim acıyı görebiliyordu. Bu, taze bir yara değil, yüzyılların birikimiyle derinleşmiş bir ıstıraptı.
"Ben de annemi kaybettim," diye karşılık verdi Sere, sesi titreyerek. "Bir hastalık değildi, bir savaş da... Sadece gitti. Ve ben onun son anlarında yanında değildim. Pişmanlık, işte bu. Hiç sönmeyen bir ateş."
İki yabancı, birbirlerinin küllerine bakıyordu. Konuşmalarına gerek yoktu; suskunlukları, en derin sırlarını paylaşıyordu.
Akşamın ilk gölgeleri uzamaya başladığında, Sere cebinden Eşiğin Taşı'nı çıkardı. Taş, soğuk ve sessizdi.
"Peki şimdi nereye?" diye sordu.
Moaito, ufka baktı. "Kader Gölü. Ateşin zıttı. Dengeyi arayışımızda bir sonraki adım orası."
"Nasıl gideceğiz?"
"Yürüyerek."
Geceyi, tapınağın kalıntılarının hemen dışında, devrilmiş bir ağacın kovuğunda geçirdiler. Sere, yorgunluktan bitap düşmüş halde uykuya daldı. Moaito ise nöbette kaldı, gözleri yıldızlarla dolu gökyüzünde, kulağıysa ormanın derinliklerinden gelen her seste.
Sabah, sisler içinde uyandılar. Hiçbir şey konuşmadan, toparlandılar ve Kader Gölü'ne doğru yola koyuldular. Yolları bilinmezdi, tehlikelerle doluydu, ama bir şey değişmişti: Artık yalnız değillerdi.
