Antonio, beş yaşındayken, yemek masasında annesinin makarnasından bir parça koparıp ağzına attığı anda hayatının en büyük şokunu yaşadı. Elbette makarnanın tadı değildi bu; daha o yaşta bile annesinin yemeklerinin tek bir tadı olduğunu, o tadın da tuzlu, biberli su olduğunu anlamıştı. Hayatının en büyük şoku, makarnayı çiğnerken gözlerinin önünde aniden bir görüntü belirdiğinde geldi: Paris'te bir balkon, gecenin serinliği, parlayan şehir ışıkları, elinde kırmızı ışık olan bir itfaiye aracının siren sesi ve sonra bir boşluk. Sonra, kendisinin daha yaşlı, daha yorgun bir versiyonu, belki de kırk beş yaşında, bir doktor tarafından ölü ilan edildiği beyanı.
"Antonio? Aşkım, iyi misin?"
Annesinin sesi onu hayata döndürdü. Elindeki çatalı bıraktı, başını kaldırdı ve annesine baktı. Kaybettiğini sandığı kadını, annesini tanıdı.
"Ben..." diye başladı ama sesi kısılmıştı. "Ben... Ben buradayım."
O günden sonra Antonio, iki hayat yaşayan bir adama dönüştü. Biri, 2025'te Paris'te bir balkondan düşen, hayatta çok az şey başarmış, sinema ve tiyatro hayranı, kendisinden yaşça büyük bir versiyonuydu. Diğeri ise, 1985'te İtalya'nın küçük bir kasabasında yeniden doğmuş, geleceğin bilgisiyle ve geleceğin tüm deneyimleriyle donatılmış bir çocuktu. Her iki hayat da zihninde aynı anda, iç içe geçmiş, birbiriyle konuşan iki ses gibi var oldu.
Okula başladığında öğretmenlerinin ona "hayalperest" veya "dalgın" dediğini duydu. Derslerde hayal kurmuyordu. Geleceği yaşıyordu. 2025'e kadar arkadaşlarının yüzlerini, onlarla paylaştığı anıları, hatta o hayatta izlediği filmleri ve futbol maçlarını hatırlıyordu. Bahislerden kazanacağı paralar çoktan aklını kurcalıyordu. Derslerde tarih derslerini dinlerken, geçmişi dinlerken "Geleceği biliyorum" diye düşünüyordu.
On beş yaşına geldiğinde, 2025'e kadar geleceğin tüm sırlarını taşıyordu. Babasıyla akşam yemeğinde konuşurken, babasının gelecekteki işini, annesinin gelecekteki hastalığını ve bir gün Fransa'ya gidip orada öleceğini biliyordu. Bu bilgi ona güç veriyordu ama aynı zamanda bir yüktü de. Herkes geleceği merak ederken, o zaten yaşamıştı.
Bir gün babasıyla birlikte kasabanın tek sinemasına gitti. Küçük, eski sinemada gösterilen film onu hem şaşırttı hem de eğlendirdi. 2025'te sayısız kez izlediği, artık vazgeçilmez bir klasik haline gelmiş bir filmdi. Seyircinin tepkileri, filmin son sahnesindeki şaşkınlık, hepsi onu hem gülümsetti hem de düşündürdü. Hikâyenin sonunu her şeyiyle bilmesine rağmen, etrafındaki insanlar bunu ilk kez deneyimliyordu.
Sinemadan çıktıkları sırada babasına döndü ve aniden bir karar verdi.
"Baba," dedi. "Yazar olmak istiyorum."
Babası şaşırmıştı. "Yazar mı? Senin hep mühendis olacağını sanıyordum."
Antonio gülümsedi. "Senin hep mühendis olacağını sanıyordum" ifadesi ona çok tanıdık geliyordu. Daha önce de duymuştu.
"Baba, hikayeler anlatmak istiyorum. İnsanların sadece bildiğim geleceği görmelerini değil, aynı zamanda yaşadığım geçmişi de deneyimlemelerini istiyorum. Onlara daha önce hiç görmedikleri ama görmeleri gereken hikayeler anlatmak istiyorum," demek istedi ama bu sözleri kendine sakladı.
Babası bir an ona baktı. Henüz on beş yaşında bir çocuktu. Ama çocuğunun mavi gözlerinde, on yaşında bir çocuğun gözlerinde bulunması gereken bir parlaklık, bir derinlik vardı. Belki de bu çocuk, dedi kendi kendine. Belki de bu çocuk bir gün gerçekten harika bir şey yapacaktı.
"Sen benim oğlumsun ve ne yapmak istersen arkandayım. Unutulmaz bir yazar olmanı bekliyorum," dedi babası.
Antonio iç çekti. Unutulmaz mı? Geçmiş hayatında, bir dala tutunamayan zavallı bir ruhtu, bir kez yaşayıp ölmüş biriydi. Ama şimdi ikinci bir şansı vardı. Ve bu sefer onu en iyi şekilde kullanacak, insanlara daha önce hiç görmedikleri hikayeler anlatacaktı. Bir zamanlar hayalperest olan, şimdi ise hikaye anlatıcısı olan Antonio'ydu.
[Üniversite Yılları]
Antonio, 2000'lerin başında Roma'da prestijli bir Film Tasarımı ve Yazarlığı okulunda eğitim gördü. Üniversite yılları onun için sadece bir öğrenme alanı değil, aynı zamanda geleceği şekillendirecek bir araştırma alanıydı. Loş ışıklı öğrenci dairesinde tek başına otururken, dünyanın dört bir yanındaki spor etkinliklerinin sonuçları hakkında notlar alırdı. 1998 Dünya Kupası'nı, 2002 Dünya Kupası'nı ve hatta yerel liglerin şaşırtıcı sonuçlarını ezberlemişti. Ancak, geçmiş bahis tutkusu ona aynı zamanda soğukkanlı, rasyonel bir mantık ve strateji de öğretmişti. Bu, hikâye anlatıcılığına da yansıyacaktı.
Küçük başlamıştı. İnternetin yaygın olmadığı bir dönemde, ilk bahsini kasabasındaki güvenilir bahisçiler veya arkadaşları aracılığıyla yapmıştı. İlk kazancını elde ettiğinde elleri titremişti. O parayla yaptığı ilk şey babasına yeni bir takım elbise almaktı. Ancak zamanla bahis onun için bir oyun haline geldi. Kazancını akıllıca girişimlere yatırdı: henüz emekleme aşamasındaki teknoloji şirketlerinin hisse senetleri, gelecekte patlama yapacak emlak alanları. On beş yaşında geleceği tahmin ederken kazandığı parayı bir zamanlar "sadece bir şey" olarak görürdü, ama şimdi o para ona Hollywood'a bir bilet alacaktı.
Üniversite üçüncü sınıfına geldiğinde, kampüsün "zengin" öğrencilerinden biri olmuştu. Arkadaşları onun şansını merak ediyordu ama o sadece gülümseyip, "Ailemden kalan küçük bir miras" veya "Doğru yatırımlar yaptım" gibi belirsiz cevaplar veriyordu. Antonio, uzun boylu, derin gözlü, zeki bir çocuğa dönüşmüştü. Boyu uzamış, yüz hatları keskinleşmiş ve kıyafetleri ucuz pamuktan İtalyan ipeğine dönüşmüştü. Girdiği her yerde, konuştuğu herkes anında etkileniyordu. Sadece görünüşüyle ilgili değildi; gözlerindeki ışıltı, geleceği bilmesi onu her zaman bir adım önde tutuyordu.
Antonio üniversiteden mezun olmuştu ve artık yazarlık hayatına başlama zamanı gelmişti.