Bazen bir mekân, bir hapishane gibi gelir insana. O gece, görsel sanatlar atölyesi bizim için hem mezar sessizliğinde bir kurtuluştu, hem de aklımızı kemiren bir kapan.
Sıvaları çatlamış duvarlarda kurumuş boyaların kokusu sinmişti. Tablolar, duvara yaslanmıştı; sanki hepsi bizim yerimize sessizce çığlık atıyordu. Ortada bir mutfak tezgâhı vardı ama faydasızdı. Su vardı. Ama yemek, tuvalet, kaçış… yoktu.
İçimde tarifsiz bir huzursuzluk vardı. Dışarıda olanları düşündükçe, içime bir buz gibi çörekleniyordu korku.
Zombi salgını.
Bu kelimeyi bile düşününce içim titriyordu. Ve ironik olan… her şey nasıl bu kadar sessiz başlamıştı?
O gün, sınıfta sıra arkadaşım karşımdaydı. Yanında küçük kız kardeşiyle…
O çocuğun yüzü solgundu. Teni griye çalıyordu. Ama biz hepimiz sadece hasta olduğunu sanmıştık. Küçük bir üşütme... Ne büyük bir yanılgı. O küçük bedenin içindeki şey, sessizce bir kıyametin tohumlarını taşıyordu. Ve o gün fark etmeden, belki de kiminin sevgilisi, kiminin en yakın arkadaşı birer yaşayan ölüye dönüşmek üzereydi.
Ben ise o sırada… Rüyan'ın bana ne kadar uzakta olduğunu düşünüyordum. Ve şimdi, aynı odadaydık.
Karanlıkta, herkes bir köşeye sinmişti. Kimimiz dua ediyordu, kimimiz derin nefesler alıyordu. Rüyan kapının yakınındaydı. Onun orada duruşu bana garip bir güven veriyordu.
Ama ne gariptir… güven, en kırılgan duyguydu burada.
Bir sessizlik oldu. Sonra o konuştu.
"Bu şekilde saatler geçmeyecek," dedi. Sesi boğuk ama sakindi.
Başımı kaldırdım. "Belki… önce birbirimizi tanımalıyız?"
Gözler bize çevrildi. Önce çekindiler ama sonra Yelva başladı, ardından diğerleri.
Sanki her biri, bir parça kimliklerini bıraktı ortada.
Adlar söylendi, sırlar fısıldandı.
Ve sonra o konuştu.
"Rüyan Korateş."
İçim bir an dondu.
Okulun sahibinin oğlu. Ama yüzü… hiç beklediğim gibi değildi. Kibir yoktu. Gurur yoktu.
Sadece bir yorgunluk.
Ve sıra bana geldi.
"Ben... Lidya Aruve," dedim. "Cesur biri değilim. Gerçekten… bu geceden çok korkuyorum. Ama birlikteysek… belki korkmamız gerekmez."
O anda Rüyan'la göz göze geldim. Ve içimde tuhaf bir şey kıpırdadı.
Sonra…
Cam kırıldı.
Çatırdayan camın sesi midemi deldi. Önümdeki manzara zamanla yarıştı.
Bir şey, ağır bir cisim… cama çarptı ve içeri düştü.
Ve ben, donakaldım.
Zombi.
Gözleri bomboştu. Çürümüş bedeniyle doğrudan bana çarptı.
Yere düştüm. Ses çıkaramadım. Nefesim boğazımda kaldı.
Onun çürümüş eli göğsüme bastı. Çığlık atmak istedim ama boğazım kilitliydi.
"Lidya!"
Rüyan'ın sesi, tüm korkumu yırttı.
Bir gölge gibi geldi. Elinde tahta bir sehpa ayağı… O zombinin başına indirdi.
Birkaç vuruşta beden yan tarafa savruldu.
O an Rüyan yüzüme eğildi.
"Lidya? İyi misin?"
Nefes almaya çalıştım. Gözlerim yaşla doluydu.
"Ben… sadece… çok korktum…"
"Geçti," dedi. "Artık buradayım."
Ellerim titriyordu ama bir şekilde parmaklarım onun parmaklarına değdi.
Ve o beni tuttu.
Gerçekten tuttu. İlk kez birinin elleri bu kadar güvenli hissettirdi.
Sonra diğerleri toparlandı. Mayra kapının altını kontrol etti. Feran zombinin cesedini kenara itti. Ama ben… sadece Rüyan'a döndüm.
Ve fısıldadım:
"Teşekkür ederim."
O başını eğdi.
"Senin başına bir şey gelmesine izin veremem."
Bir süre sessizce yanımda oturdu. Diğerlerinden uzak, sadece ben ve o.
"Rüyan…" dedim.
"Hmm?"
"Baban... okulun sahibi. Sence hâlâ hayatta mı?"
Derin bir iç çekti.
"Bilmiyorum. Belki… bu okulla birlikte o da çöktü. Ama bu gece… en azından buradayım. Senin yanındayım."
İlk defa… bu kaosun içinde bir parça huzur hissettim.
O gece, kırılmış camın ardında, belki de içimde bir yer onarılmaya başladı.
---