Evren... Kulağa büyük geliyor, değil mi? Sınırsızlıkla tehdit eden bir hiç döngüsü. Sonsuzmuş gibi davranıyorlar ama belki de sadece ne yaptığını bilmeyen bir çocuğun hatalı resmi. Galaksiler, yıldızlar, gök cisimleri... Hepsi belli bir düzene göre hareket ediyormuş gibi görünse de, aslında her şey kocaman bir kaosun içinde dönüp duruyor. Ve biz, bu sonsuzluğun tam ortasında, sadece birkaç yıl süren minicik hayatlarımızla, ne işe yarayacağı belirsiz olan bir "anlam" arıyoruz.
Gözle göremediğimiz çekim gücüyle bağlıyız birbirimize ve bu evrene. Ama ben çoğu zaman bağlı değil de, saplanmış gibi hissediyorum. Hareket etmeyi unutan bir yıldız gibiyim. İçime çökmüş, ölmüş, kendi karanlığımla baş başa.
Çekim yasası der ki; her şey birbirini çeker; kütlesi olan her şey, başka bir şeyi kendine doğru çeker. Yani bilim böyle söyler. Ama hayatta işler bu kadar kesin değil. Çünkü bazen en çok istediğin şey senden kaçar. Bazen en derinden sevdiğin insan seni görmezden gelir. Ve bazen sen içindeki her şeyle "hayat"ı çağırırken, ölüm çok daha sessizce, çok daha kolay ulaşır sana.
Belki de çekim yasası sadece maddeler için geçerlidir; kalpler için değil. Zaten kalpler için geçerli olsaydı böyle olur muyduk, sanmıyorum. Yine de ben her şeyin beni bulduğunu düşünüyorum: düşüncelerim, korkularım, özlemlerim. Hepsi birer mıknatıs gibi üzerime geliyor. Ben çağırmıyorum ama geliyorlar. Belki de acı, sessizliği sever. Ve ben çok uzun zamandır sessizim.
Zaman, çoğu insanın ileriye doğru aktığını düşündüğü bir şey. Ama benim için zaman, bir çember. Aynı duygular, aynı kelimeler, aynı boşluk hep geri geliyor. Sabah kalkarken hissettiğim o ağırlık, gece yatağa girerken üstüme çöken o belli belirsiz hüzün... Bunlar her gün yeniden başlıyor.
Bazen geçmişte sıkışıp kalmış gibi hissediyorum. Sanki yıllar geçiyor ama ben aynı yerdeyim. Aynı saat, aynı dakika, aynı kadın. Zaman geçiyor ama değişmiyorum. Değişemiyorum.
Kadın olmak ise bambaşka bir evren. Bizden yaratmamız bekleniyor; sabırla, zarafetle, suskunlukla yaşamamız. Oysa çoğu zaman yalnızca taşımak zorundayız: yükleri, sözleri, susmaları. Kadınlık sadece doğurmak değil; bazen ölmeden ölmeyi öğrenmektir.
Ben bedenimle değil, içimde taşıdıklarımla yaşlandım. Rahmimden bir çocuk değil, sessizlik doğurdum. Gülümsemek zorunda kalışlarımı, her şey yolundaymış gibi yapışlarımı içimde biriktirdim. Kadın olmak, çoğu zaman rol yapmaktır. Ve bu rol bitmeyen bir sahnede oynanır: seyircisiz, alkışsız, çıkışsız.
Yalnızlık ise hep bizimle. Kalabalıkların ortasında bile. Aynı dili konuşmayan insanlar gibi hissediyorum çevremdekileri. Sanki hepsi başka bir frekansta konuşuyor, ben onları duyamıyorum. Onlar da beni...
Yalnızlık bazen fiziksel bir boşluk değil, ruhsal bir yankıdır. Bir soru sorarsın ve cevap gelmez. İçine doğru düşmeye başlarsın ve kimse fark etmez. İşte ben o düşüşteyim. Ve belki de en kötüsü, bu yalnızlığı istemeye başlamamdır. Çünkü o zaman hiç kimseye ihtiyaç duymuyorsun. Ama bu, aynı zamanda artık hiç kimsenin sana ulaşamayacağı anlamına da geliyor.
Evren büyük olabilir. Ama içimdeki boşluk ondan da büyük. Ve çekim yasası bazen işlemez; çünkü kimse seni çekmez, sen de kimseye ulaşamazsın. Sadece düşersin. Yavaşça, sessizce, usulca. Kendine doğru.
---
Uzun saçlarını beğenmiştim.
Uzun saçlarını beğenmiştim.
Uzun saçlarını beğenmiştim.
Kafamda dönüp duran cümle buydu; dönüp durmasını geç, bir kasırga olup beni içine hapsediyordu.
Ne alakaydı ki? Sanki sormuş muydum Saçlarım nasıl olmuş? diye. Hem kısa saçlarım da çok güzel oldu. Neden Uzun saçların daha güzeldi demeye çalıştı ki?
Of, ne saçmalıyordum ben ya. Ne dediyse dedi; kafamdan atmam lazımdı diye geçirdim içimden. Taylan evden çıktıktan sonra salona geri dönmüştüm ve gözlerim beni koltuğunda oturur şekilde bekleyen Züleyha Hanım'la karşılaştı. Konuşmaya başladığında, bana üstünlük kurmaya çalışacağını biliyordum ama hâlâ beni tanımadığı için asıl üstünlüğün bende olacağını tahmin edemeyecek kadar aptaldı.
Bana bakarak yüzünde kocaman bir gülümsemeyle
"Liyacım, birazcık sohbet mi etmek istersin? Birbirimizi daha iyi tanımak için, yoksa yorulduysan senin için hazırladığımız odana da gidip dinlenebilirsin. Saat biraz geç oldu."
Dediğinde ona dönüp sahte bir tavırla gülüp
"Züleyha Hanım, sizinle tanışmak şu an dinlenmekten daha süper bir fikir. Sizin gibi bir kadını tanımak tabii ki en çok istediğim şey, o yüzden sohbet edelim lütfen."
Dediğimde kurduğum cümlenin uzunluğuna şaşırmıştım. Ve o bana cevap vermeden fark ettiğim ilk şey Mehmet Ali Parskan'ın salonda olmamasıydı; bunu sormam lazımdı, önemli bir detay olabilirdi. Züleyha'ya doğru yönelip, sanki çok meraklıymışım gibi bir tavırla
"Mehmet Ali Bey nerede?"
"O da buradaydı en son," dediğinde bunu sormama şaşırmış olmalıydı ki kaşları havaya kalkmıştı. Ayağı kalkıp bana dönerek yanıma geldi ve meraklandığıma sevinmiş gibi yaptı
"Ah canım, o çok erken uyur. Sabah çok erken kalktığı için çoktan odasına gitti. Sen Taylan'ı yolcu ederken.Ve sana iyi geceler dileklerini iletti. Özür dilerim, aklımdan çıkmış şekerim."
"Şekerim" demesine irite olmuştum ama gülümsemekten başka çarem yoktu. Anlamış gibi kafamı sallayıp onay verdim. Züleyha'yı daha iyi tanımak için sorular sormalıydım. Aslında onu biraz tanıyordum; yani herkesin tanıdığı kadar, ünlü bir spikerdi. Sonra Mehmet Ali Bey'le tanışıp evlendiler. Bir anda çoğu kişi Züleyha'nın hamile olduğunu düşündü ama değilmiş. Bunun altında yatan sebebi gerçekten merak ediyordum.
Bir anda pat diye evlenmelerinin çok aşık olmalarından ötürü olduğunu düşünmüyordum; çünkü Mehmet Ali gibi zengin bir adam ailesine bu kadar kolay bir üye alacağını bana düşündürtmüyordu. Bunu sormak için kafamdan güzel bir soru uydurmalıydım ve evet, bulmuştum.
"Siz Mehmet Ali Bey'le evlendiğinizde çok gençtiniz, değil mi? Ama 5 sene geçmesine rağmen hâlâ çok genç görünüyorsunuz."resmen ayakta sohbet ediyorduk.
Bunu demem hoşuna gitmişti; çünkü hangi kadın genç görünmekten hoşlanmazdı ki? Bana dönüp sevecen bir tavırla
"Ah tatlım, o zaman 35 yaşındaydım, şimdi 40'ıma bastım ama emin ol ruhum hâlâ 18'lik bir çıtır."
Dediğinde bir kahkaha attı.
İnanamıyordum; bir insan bu kadar gıcık olabilir miydi? Ona doğru ilerledim biraz daha yanına gittim.
"Zaman sizden hiç bir şey götürmemiş, mutlu bir evliliğiniz olduğu çok belli," dedim.
"Evet," dedi ama sonra duraksadı. Bu çok iyi bir soruydu, aferin bana, cidden aferin.
O ise bu soruma başta afallamış gibi davransa da hemen toparladı
"Ah, dışarıdan böyle gözüktüğümüz çok belli zaten hayatım, o yüzden bu sorunu sormamışsın, sayıyorum. Çünkü belli kiyi geç biz çok iyiyiz, beraberken çok mutluyuz, birbirimizi deli gibi seviyoruz, çılgınlar gibi âşık olduk."
Dediğinde anlatım şekline kusacaktım. Yemin ederim, hayatımda gördüğüm en itici kadındı.
Öğrendiklerimi kafamda toplamalıydım. İlk öncelikle afallamıştı, demek ki bu evlilik öyle saf bir mutluluk içinde değil. Tamam, mutlu olmadıklarını öğrenmek benim için şimdilik yeterliydi. Buradan bir şeyler bulabilirdim; belki gizli bir aldatma, yalanlar, ihanetler ama para sayesinde sessiz kalmalar gibi bir sürü teori vardı.
Bunları kafamda düşünürken birden hala ayaktayken Züleyha bana dönüp, düşünceli bir şekilde
"Tatlım, neye daldın öyle?" dediğinde ona endişeli bir ifadeyle
"Züleyha Hanım, yapmam gereken dersler var, malum final haftaları, o yüzden ben sizin izniniz olursa benim için hazırladığınız odama çekileyim. Yoksa stresten panik atak geçireceğim," dediğimde bana gülmüştü ve elini omzuma koyup samimi bir şekilde
"Derslerine bu kadar önem veriyor olman ve endişeli olman ne güzel tatlım," dediğinde cidden sevindiğini hissetmiştim.
Teşekkür ettim ve tam salondan çıkacakken bana tekrar seslenip
"Liya, yarın kahvaltıdan sonra çiftlik evine gideceğiz. Orada Taylan'la biraz baş başa kalmanızı istiyorum. Çünkü Taylan'ın şu zamana kadar kabul ettiği ilk ve tek kız sensin ben de bu yüzden seni seçtiğim için kendimle gurur duyuyorum," dediğinde sinirden ağlayacaktım.
Ya ben eşya mıyım? dedim kendi kendime ve ona belli etmeden onu onaylayıp "İyi geceler" deyip salondan nihayet çıkabildim.
---
Odamdayken ilk önce incelemek için her yere baktım. Tamamen beyaz ve pudra renkleriyle işlenmiş, detaylarla bir misafir odası gibiydi. En azından benim odamdan daha güzeldi ve ferahtı.
Aslında hiç dersim yoktu, yalan söylemiştim çünkü sabah halletmiştim derslerimi. Buraya gelmeden önce yapacağım her şeyi yapmıştım. Bu yüzden şu an yapacağım hiç bir şey yoktu.
Ben de telefonumdan video oyunları oynadım. Video oyunları oynamayı seviyordum; eğlenceliydi, kafa dağıtıcıydı ve benim için bunlar yeterliydi.
Artık oynamaktan sıkıldığımı fark ettim ve geceliklerimi giydim. Sonunda o aptal elbiseyi çıkarmıştım. Elbise giymeyi sevmiyordum, sevmeyecektim.
Ne kadar güzel olurlarsa olsunlar, elbise giymekten nefret ediyordum.
Geceliklerimi giydiğimde, boydan aynadan kendime baktım. Saten şort ve üstlükten oluşan bir gecelik takımıydı. İç çamaşırlarına önem verdiğim gibi geceliklere de veriyordum. O yüzden geceliklerim çok seksi ve güzellerdi.
Of ki ne of...Bu odada banyo vardı ama içmek için su yoktu. O yüzden aşağıya mutfağa inmem gerekiyordu.Bu yüzden odamdan çıktım.
Önce koridorun boş olduğunu fark ettiğimde rahatladım. Sadece büyük bir bardak su içip odama geri dönecektim.
Merdivenlerden inmeye başladım. Kimseyle karşılaşmadığım için çok mutluydum.
Ve Siktir, yine siktir! Evet biliyorum, çok siktir diyorum ama diyecek başka bir şey yoktu ki.
Taylan Sarp Parskan.
Üstü tamamen çıplak, altında kot pantolonuyla bir şeyler atıştırıyordu. Mutfağa girer girmez onu dikizlediğimi fark etti ve bana dönüp bakmaya başladı. Resmen hayvan herif beni süzüyordu.
Sesindeki alaycı tonla "Bugün sana beğenmiştim demelere doyamadım.
ama geceliğini beğendim"dediğinde yüzündeki aptal gülümseme hâlâ durmuyordu. Bu nasıl bir gülümseydi ki? Beni bu kadar etkisi altına alabiliyordu, anlamıyordum. Ona siniri bozulmuş bir şekilde döndüm ve üstüne yürüdüm
"Senin bir şey demene ihtiyacım yok. Zaten aşağıdaki kızı istemiyordun. Şimdi ne değişti?" dediğimde kahkaha patlattı.
Komik bir şey mi demiştim? diye gecirdim icimden.
Salak herif çapkın bir şekilde konuşmaya başladı ve bana 1 adım daha yaklaştı.
"Ben şu an gelin adayım'dan ilk kez trip yedim ve gelin adayımın kapı dinleyen bir gelin adayı olduğunu öğrendim."
dediğinde sinirlerim bozulmuştu, bozulmuş saat gibi gelin adayı diyip duruyordu resmen, diye icimden soylendim
Ben bununla bu 9 günü nasıl geçirecektim? Diğer dolandırdıklarım genelde pisirik oluyorlardı ve yakışıklı değil, hatta mal oluyorlardı. Bu herif de böyle olsaydı ne olurdu ki
Ona dogru daha fazla yakinlasip yuzune döndum ve ağzımdan kaçırdığım aptalca bir cümleyle
"Saçlarım gerçekten çirkin mi olmuş?" dediğimde tekrar sırıttı.
Aptal! Aptal! Liya tut ağzını, bir kez de tut şu ağzını! diye içimden söylendiğimde o hemen lafı kendisine alıp Pic gülüşüyle
"Güzele her şey yakışır," dediğinde bu laf hoşuma gitmişti.
Kahretsindi, neden hoşuma gidiyordu ki? Aşırı sinirlenmiştim kendime ve onun dediğine bir şey demediğimde yeni bir konuya geçtim.
1 adım geri uzaklaşarak
"Sen hep böyle fikirlerini çabuk değiştirir misin? Hani bıkmıştın Züleyha'nın bulduğu kızlardan, yüzüne bile bakmayacaktın? Ne oldu şimdi, beyin devrelerin mi yandı?" dediğimde yüzündeki sırıtış genişledi ve dibime girip bana döndü gözlerimin içine baktığında:
"Güzel kızlara hayır diyemiyorum maalesef." dediğinde sinir bozukluğuyla gülmüştüm.
Bu salak şey benimle oyun mu oynamaya çalışıyordu? Çok büyük hata ederdi çünkü benim nasıl bir oyuncu olduğumu unutuyordu.Hatta bilmiyordu bile.
Ona dönüp sanki bir önceki cümleden hiç etkilenmemişim gibi
"Diğer kızların da hiç çirkin olduğunu düşünmüyorum, her kadın çok güzeldir," dediğimde,
Bana karşılık
"Evet ama ben sadece siyah saçlı, çilli ve yeşil gözlü kızları beğendiğimi fark ettim bu sabah," dediğinde gözlerimi devirmiştim.
Onun bu dediğine karşılık daha da cok dibine girmekten kaçınıp ondan uzaklaştıgımda
"Amma da ayran gönüllüymüşsün, az kalsın çarptığın kızdan etkilenmek fazla kaçmadı mı senin için?" dediğimde güldü.
Evet, salak herif güldü ve alayla bana dogru daha çok yaklaştı
"Senden etkilendiğimi mi düşündün hemen.Sırf güzelsin dedim ve beğendim dedim diye" dediğinde utançtan yerin dibine gireceğimi sandım.
Ben neden şu an böyle aptallaşmıştım ve saçma sapan cümleler kuruyordum?
Bunun cevabını bilmiyorum ama bu adamın çekici bir etkisi vardı ve beni buna daha tanışalı 1 gün olmasına rağmen kaptırıyordu. Bu hiç hoş değildi, kesinlikle değildi.
"Etkilen ya da etkilenme, umrumda mı sanıyorsun?
Sadece 9 günün sonunda şu evlilik olsun ve yurt dışına gittiğimizde ikimiz de farklı hayatlar yaşayalım. Ben bu evliliği isteyerek değil, ailem için yapıyorum" dediğimde gözleri koyulaşmıştı.
Sanırım beni ciddiye almaya başlamıştı. Bu dediğime bir şey demedi ve dediği tek şey önüne dönüp "Sandviç ister misin? Sana da yapayım mı?" oldu. Acıkmıştım. Gerçekten acıkmıştım, hayır diyemezdim, o yüzden "Olur" dedim.
"Tamam o zaman, geç şu masaya, ayakta dikilme ve beni bekle," dediğinde dediğini yaptım.
Zaten uykum vardı, daha fazla bir şey söylemek gelmiyordu içimden. Onu beklemem nihayet bittiğinde masaya oturmadı ve beni balkona çağırdı, teras tarzı balkon gibi bir şeydi, bir salıncak vardı, genişti. Ona oturduk ve bana sandviçimi verdiğinde yemeye basladım. Bunun hayatımda yediğim en güzel sandviç olduğuna emindim. Bana baktığını fark ettiğimde ağzından çıkan cümle"Beğendin sanırım," oldu.
Ben de yalan söyleyemeyip "Evet, güzel olmuş, ellerine sağlık," dediğimde bana karşılık çok bilmiş gibi bir tavırla "Ben çok güzel yemek yaparım, haberin olsun. Sahte evliliğimizde ara sıra buluştuğumuzda yaparım sana hoş şeyler," dediğinde şaşırmıştım.
Evliliğin sahte olacağına tek lafımla inanmıştı ve kabullenmişti. Diğer dolandırdığım adamlari bu kadar kolay ikna edemiyordum, ya da evlilik gerçekten olacakmış gibi rol yapıyordum. Ama bu yakışıklı piç hemen onaylamıştı.
Tabii işine geliyordu, bu kadar çapkın birisi niye evlenmek ister ki? O da şirketin başına geçmek için zorundaydı. İşte, bu kadar basit diye düşündüm. Ona cevap vermediğim için sessizlik oluşmuştu. O ise bundan huzursuzlaşmış gibi"Yarın çiftlik evine gidip orada vakit geçirecek miyiz? Eğer rahatsız olacaksan ben herkes gittikten sonra başka bir yere geçerim, seni de evine bırakırım, herkes bizi orada sanır," dediğinde onu onayladım çünkü onunla kalmak falan istemiyordum.
Uzun süren bir sessizlik oldu, hem de baya uzun süren bir sessizlik. Ve en sonunda başından beri bana bakan adamın bana bakmadığını fark ettim ve ona dönerek meraklı bir tavırla "Neden bana bakmayı bıraktın?" dedim. O ise "Çünkü bakmaya devam edersem söylememem gereken şeyleri söyleyeceğim, Liya," dediğinde kurduğu cümleyi garipsedim.Ne alakaydı ki?
Büyük ihtimalle ağzından kaçırmıştı, çünkü söyledikten sonra afallamıştı ve ilk kez bana ismimi kullanmıştı. Nedense onun sesinden ismimi duymak bir değişiş gelmişti.
Dediğine karşılık bir cevap veremedim, ne verebilirdim ki? Kafamı ondan başka yöne çevirdim ve gökyüzüne baktım. "Acaba o şu an ne yapıyordu? Onu özlüyordum, onu görmem gerekiyordu," diye içimden geçirdiğimde saate baktım, 00.00 olmuştu ve yavaşça gözlerim kapanıyordu. Yemekte yediğim için ağırlık bastırmıştı ve ben o gün orada tanışalı 1 gün bile olmamış adamın yanında uyuyakalmıştım. Ben o gün sonrasında çok pişman olacağım bir şeye başvurmuştum ve o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
---
2012 Ocak
Hava buz gibiydi. Liya'nın kucağında küçük bir bebekle koşmaktan nefesi kesilmişti. Liya kışı çok severdi, karı çok severdi ama o gün kardan nefret etti çünkü ayakları batıyordu, karda koşamıyordu.
Kucağındaki küçük bebek ağlıyordu. Liya ise onu susturmaya çalışıyordu çünkü onları duyabilirdi, o adam onları duyabilirdi ve bu ikisinin de sonu olurdu.
Liya'nın artık koşmaktan nefesi tükenmişti. Ormanda oldukları için bir ağacın altına oturmuştu, üstünde sadece beyaz bir elbise vardı, kucağında küçük bir bebekle çok üşümüştü. Bebeği ısıtmaya çalışıyordu. Kaçırılmışlardı, bir dağ evindeydiler ve Liya kardeşini ve de kendisini korumak için kaçmak zorundaydı. Ama kaçmayı başaramamıştı, o adam onları bulmuştu.
Orta yaşlardaki adam yorgunluktan nefesi bitmiş bir şekilde Liya'ya yaklaşıp "Gerçekten kaçabileceğini mi sandın, küçük?" dediğinde Liya ağlamaya başladı.
Liya ağlayarak ve soğuktan titrercesine, "N'olur bırak bizi, n'olur, n'olur, öldürme bizi. O daha çok küçük," dediğinde adam Liya'nın kucağından bebeği zorla aldı ve küçük bebeği kara doğru attığında hem Liya hem bebek tekrar ağlamaya başladı.
Adam Liya'ya dönüp "Ben sizi öldürmeyeceğim ki, ben sadece seni istiyorum. Emir verenleri dinlemeyeceğim, korkma, ben seni öldürmeyeceğim," dediğinde Liya'ya doğru yaklaştı ve onun elbisesine elini attı. Liya ağladı, çok sesli ağladı, hem kardeşine hem kendisine ağladı çünkü bunun yanlış bir şey olduğunu biliyordu. Yetimhanedeki ablaları ona her şeyi öğretmişti ama şu an Liya'nın bu adama karşı gelebilecek hiç gücü yoktu. Hem soğuktan donmuş hem de kardeşine olan üzüntüsünden ağlamaktan helak olmuştu.
Adam elbisesine uzanıp onu açmaya çalıştığında, tüm ormanda yankılanan bir ses duyuldu. Evet, bu bir silah sesiydi.
Liya'nın gözleri önünde adam yere yığıldı, kafasından bembeyaz kara akan kanlar çok korkunç gözüküyordu ama Liya mutlu olmuştu. O pisliğin ölmesine çok sevinmişti ve hemen kardeşinin yanına koşmuştu. Onu kucağına alıp ısıtmaya başlamıştı ve sonra karşıdan gelen bir adama gözü takıldı.
İsa...
---
Günümüz
İzninizle bir siktir daha diyorum çünkü siktir.Ben bu herifin yanında uyuyakalmıştım ve o da benim yanımda uyuyakalmıştı.
Ben yerimden kıpırdanmaya başladığımda aklımdan geçen tek şey o uyanmadan yanından kaçmaktı ama kaçamadım çünkü kalktığım gibi eli bileğime sarıldı ve sesini duydum:
"Neden uyandırdın beni?"
"Ben uyanmadım, sen uyandın," dedim yüzüne bakıp siniri bozulmuş bir şekilde.
Taylan flörtöz bir tavırla yanıma yaklaşıp"Ben ufak bir kıpırdanışa uyanırım, senin yüzünden uyandım, şimdi o yüzden beni geri uyutmak zorundasın," dediğinde yüzümden şaşkınlığımın okunduğuna emindim.
Ben onu nasıl uyutacaktım? Ona sinirlenmiş bir biçimde döndüm ve gözlerinin içine bakarak"Ne diyorsun sen ya," dediğimde şaşırmam onun hoşuna gitmişti çünkü benimle dalga geçiyordu.
Sonunda lafa girdiğinde ağzından çıkan cümle"Uzun zamandır böyle rahat bir uyku çekmemiştim," oldu.
Ne yalan söyleyeyim ben de çok rahat uyumuştum, neden böyle olmuştu ki? Ben yatağım haricinde hiçbir yerde düzgün uyuyamayan bir kızım ve salıncakta uyumuştum, şaka gibiydi, diye gecirdim icimden.
Her neyse çok sorgulamadan ona dönüp yanina biraz daha yaklasip "Artık bileğimi bırakırsan gideceğim çünkü senin üstün açık ve ben de gecelikleyim üstüne, üstlük üşümüşüm. Ve bir gören olursa yanlış anlaşılabiliriz," dedim.
"Yanlış anlaşılmayız çünkü biz evleneceğiz ve bizi şu an kim böyle görürse görsün, sadece mutlu olur," dediğinde ona hak verdim. Doğruydu, yanlış anlaşılmazdık ama benim kalbim yanlış anlayabilirdi,yanlış yorumlayabilirdi. O yüzden ona döndüğümde ondan uzaklasmaya calisip elimle onu ittirerek"Ben üşüdüm ve içeri girmek istiyorum, görüşürüz," dedim.
Ve elinden kurtulduğumda arkamdan alaycı bir ses tonuyla "Üşüdüysen ısıtırdım ben seni sarılarak," dediğinde ona dönüp gözlerimi devirdim. Benimle oynamak hoşuna gidiyordu, aptal herif ama kendisinin oyuncak olduğundan haberi yoktu diye geçirdim içimden.
Bu düşünce beni mutlu etmişti çünkü avımın av olduğundan haberi yoktu. Bu zafer hissi beni zevkten dört köşe yapıyordu.
Odama çıktığımda üstümü giyindim; siyah bir pantolon ve mor bir kazak giydim. Çiftlik evine gidecektik ve yükseklerde bir yer olması muhtemeldi, o yüzden montumu da aldım ve aşağıya indim.
Salona girdiğimde beni Mehmet Ali Bey karşıladı ve sevecen bir tavırla, "Geç kızım, yemek masasına, kahvaltı yapalım," dedi.
Bu adam cidden bu kadar iyi miydi yoksa gözümden kaçan bir şeyler mi vardı? Magazin de bu adamın görüntüsü şöyleydi: iyi bir baba, iyi bir eş, iyi bir patron.
Bu kadar mükemmel olabilir miydi cidden diye düşünmeden edemedim ve masaya geldiğimde hayatımda gördüğüm en iyi kahvaltı masasını gördüm. Süper bir şeydi. Nazlı, kusura bakmasın ama Nazlı'nınkilerden de harika gözüküyordu. E herhalde öyle olacaktı, Türkiye'nin en zengin ailesi kim bilir aşçıları nasıldı diye içimden geçirdim ve masaya oturduktan sonra arkamdan Taylan Parskan geldi, zaten Züleyha da masadaydı. Züleyha gözlerimin içine bir seyleri anlamak istercesine ya da ima edercesine bakıp "Canım, iyi uyudun mu?" dedi. Ben de hayır diyemeyeceğim için evet demek zorunda kaldım ama üvey oğlu bunu üstüne alınmış olacaktı.
Masaya oturduğunda göz göze geldiğimiz ilk an bana göz kırptı.Kırpmasındı.İstemiyorum.O yüzden onu görmezden geldim.
Yemek yedikten sonra artık herkes çıkmak için hazırdı.
Simsiyah bir limuzine bindik. Taylan benim yanıma oturdu ve onunla göz göze gelmemeye çalıştım. Yolculuk boyunca Nazlı'yla mesajlaştım.
Birden sessizlik, Taylan'ın sesiyle bozuldu ve bana dönüp kulağıma fısıldayarak "Numaranı ver" dedi.
Numaramı ne yapacaktı? Of ya, doğru evlenecektik biz numaramın olması lazımdı. 5 dakika sürecek,amacı dolandırmak olan bir sahte evlilik olsa da numara önemliydi.
Ona telefonunu vermesini söyledim ve numaramı kaydettim. 5 saniye sonra telefonu ona geri verir vermez mesaj kutumda bir mesaj göründü. Nazlı'dan değildi, İsa'dan da değildi, Semra'dan hiç değildi.
Taylan Sarp Parskan'dandı.
"Mesajlaşırız, güzellik," mesajını okuduğumda ona baktım, yanı başımda oturan Parskan'a. Yanımda olmasına rağmen ne diye bana mesaj atıyordu? Bu, beyinsiz miydi yoksa aptal mıydı? diye dusunurken tekrar göz göze geldik ve bana göz kırptı. Lanet olsun, ikinciydi bu. Bıkmıştım, artık cidden bıkmıştım ama çok güzel göz kırpıyordu, buna da lanet olsun demek istiyorum.
Sonunda gelmiştik. Züleyha ve Mehmet Ali Parskan beraber vakit geçireceklerini söyledikten sonra bizi bırakan araba onları başka bir yere götürmüştü.
Biz Taylan'la yürümeye başlamıştık.
Onun sesiyle aradaki sessizlik bozuldu.
"Demek İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyorsun.Züleyha'dan öğrendim."
Beni merak mı etmişti? Niye etmişti ki?
"Evet öyle, sen ne okudun?" diye sordum. O kadar ünlü bir babanın magazinlere boy boy düşen oğlu olmasına rağmen kimse ne okuduğunu bilmiyordu ve bana söylemesi de meçhuldü.
Neden sen ne okuyorsun değil de, okudun dediğime gelirsek, o adam 27 yaşında, hâlâ bir şey okuyor olması imkânsız olurdu. Tabii bu onun için geçerli sayılmaz. Belki de bu boş boğazlılıkla üniversiteyi hâlâ bitirmemiş olabilirdi.
O bana cevap olarak umursamaz bir ses tonuyla "Okumadım," dedi.
Ne okumamış mıydı? Okumamış adamı şirketin başına mı geçirmek istiyorlardı? İnanmıyorum, inanmıyorum, büyük bir aptallıktı bu.
"Neden?" diye sorduğumda göz göze geldik.
"Ben daha çok sahada görev alıyorum, derslerle pek alakam yoktur," dedi bana doğru yaklaşıp.
Ve ona anlamamış gibi bakıp "Sahada derken?" dedim.
"Yani gemide iş yapıyorum, balık tutuyorum, kum çıkarıyorum. Onların başındayım. Ama babam artık bunlarla uğraşmamı istemiyor. Gerçi ben memnunum. Haftanın 5 günü Rizedeyim, kalan 2 günde partilerde, güzel oluyor," diye sözünü bitirdi. Bu kadar zengin bir adam cidden bu işlerle mi uğraşıyordu? Yok artık.
Ona geri bir şey demedim, anladım dercesine kafamı salladım ve sonunda nihayet uzun yolumuz bitmişti ve çiftlik evine gelmiştik.
Ev kocamandı, gerçekten çok büyüktü. Malikaneden daha güzel ve estetik görünüyordu. Buraya bir başkasının ellerinin değdiği çok açıktı.
Ama bir şey söylemedim ve Taylan'a tuvaletin nerede olduğunu sordum.
Biraz daha gitmezsem altıma işicektim." üst katta üçüncü oda," dedi. koridorun sağı mı, solu mu, söylemedi.
Ve ben üst kata çıktım. Üçüncü odaya girdiğimde, hayır, burası bir tuvalet değildi, resmen bir hasta odasıydı.
Bir hasta yatağı, serum ve kalp ritmini ölçen cihaz vardı. Bir de çekmece vardı ama çekmece açıktı. Biraz daha odanın içine girdim ve etrafıma baktım. Odanın camı arka bahçeye bakıyordu. Çekmecenin açık olması dikkatimi çekti ve kapatmak için ilerlediğimde çekmecenin içinde bir fotoğraf gördüm. Yüzü dönüktü, eski bir fotoğraftı çünkü arkasında yılı yazıyordu: 2007 Aralık...
Fotoğrafı elime alıp kendime çevirdiğimde bir kadın ve küçük bir kız çocuğu gördüm. Kadın tanıdık değildi ama çocuğun yüzünü net seçemiyordum. Biraz daha dikkatli baktığımda fark ettiğim şey, bebekliğimden kalan tek kıyafetimin fotoğraftaki bebeğin üzerindekinin aynısı olması ve bebeğin kolundaki büyük doğum lekesinin benim kolumdakinin aynısı olmasıydı.
Bir dakika, bir dakika... Bu ben miydim? Bu benim bebekliğim miydi?