Ficool

Chapter 4 - 4.Bölüm-Şeytanlar Topluluğu

Bazen düşünüyorum da, ben mi her şeyi çok dramalaştırıp abartıyorum, yoksa olması gereken tepkileri mi veriyorum?

Bunu sanırım hiçbir zaman bilemeyeceğim çünkü etrafa soğuk bakışlar atan bir kız olarak insanların bana ısınamamasını ve beni konuşmaya değer bulmadıklarını düşünüyorum bazen.

Bilmiyorum, belki de bu düşüncemin altı tamamen boş değildir ve bir sebep, bir neden yatıp beni bekliyordur.

Sen de mi öylesin?

Yani soğuk soğuk bakıyor musun etrafına, yoksa sen sadece izlemekle mi yetiniyorsun?

Ama haberin olsun, konuşmazsan seni de soğuk sanarlar, hatta "yabani" bile derler.

"Nereden biliyorsun?" diye sorma, çünkü küçüklüğümde bu lafı çok işittim.

Her neyse.

Peki ya etrafımızdaki insanlar?

Sence onlar gerçekten senin yanındalar mı, yoksa sadece birer maske takmış şeytanlar mı?

Çünkü artık kimden ne geleceğini bilemezsin, en güvendiğine bile güvenemezsin.

Sırtını çeviremezsin kimseye, sırtından bıçaklanmamak için.

Ve gülemezsin kimseye, seni ağlatmamaları için.

Çok mu abartıyorum, yoksa doğruları mı söylüyorum?

Buna en üst mahkeme bile karar veremez çünkü o bir Tanrı değil.

Tabii bir Tanrı varsa...

Ama bence var, biliyor musun?

Çünkü içim sıkıntılarla dolduğunda bir ferahlık gelir ve bana yalnız olmadığımı söyler.

İşte o anlarda Tanrı'yı hissediyorum.

Ama neden, varsa eğer, bana bunları layık gördü, bilmiyorum.

Aslında hayatım o kadar kötü değil.

Sadece Nazlı ve kendim dışında sarılabileceğim birisini istiyorum.

Kalbimi yerinden çıkarıp söktüğümde huzurla emanet edebileceğim birisini arıyorum.

Biliyorum, senin de istediğin bu.

Fakat ezdiler kalbini avuçlarında,

Kırdılar bir cam parçası gibi olmayacak durumlarda.

Ama şimdiyse bazen Tanrılar bile ağlıyor benim için, gözyaşlarını döküyorlar yalnızlığım için.

Belki de "Sus artık." diyorlar bana.

Çünkü kafamın içindeki o şeytanlar topluluğu ele geçiriyor beni, "Tut elimden ve sen de maskeni tak." diyorlar.

Ne kadar kalabalığız aslında, değil mi?

Binlerce surat görmüşsündür belki de şu yaşına kadar.

Binlerce suratla konuşmuşsundur belki de bu yaşına kadar.

Ama hangisine tamamen güvenebildin?

Güvenemezsin ki...

Yalnızsın. Kalabalığın içinde yalnızsın. Fark et.

Bu kuru kalabalık sadece sana duyman gerekenleri söylüyor.

Asıl gerçekleri değil.

Ve gün bitiminde kafanı yastığına koyduğunda sadece aklına gelen kişiler önemli senin için.

Sadece onlar bir değer biçerler bizim için.

Çünkü aklımızda yer edinmişlerdir.

Onları düşünüyoruz ve onlara değer veriyoruz.

Peki bu, onlara güvenmemiz anlamına gelir mi?

Artık orasını kalbinin ve mantığının bileceği iş...

Çünkü bence hayatta hissettiklerimiz kadar varız.

Ve hissettiğimiz kişiler olmasaydı biz de olmazdık.

Ama hissettiğimiz kişiler de olmasaydı, hissetmenin sessiz bir intihar olduğu fikrine varamazdık.

---

Taylan mı? Sarp mı? Parskan mı?

Bu sıradan bir isim benzerliği olamazdı değil mi? Çünkü dünyada kaç tane Taylan Sarp Parskan vardı ki?

Şu an bunu bilmiyorum, bilmekte istemiyorum. Ama eğer oysa benim avım olan Parskansa, şansıma sıçayım.

Zaten bunlar hep benim başıma gelir, alıştım; bu yüzden artık garipsemiyorum.

Ondan kaçar gibi uzaklaştığımda kulağımdaki müziğin sesini biraz daha artırdım, çünkü kendimi dinlersem delirecektim.

Bu yüzden şu an en mantıklı seçenek, kendimi müziğin kollarına bırakmaktı.

O bana ismini söyledikten sonra duraksamıştım ama hiçbir şey söylememiştim.

Ya ne söyleyebilirdim ki? "Selam, ben seni dolandıracağım, haberin olsun!" ya da "Az önce bana çarpıyordun, az kalsın öküz herif mi diyecektim?"

"Sikerler!"

Eve giderken yürümeye karar vermiştim ama şu an bir an önce eve gitmek mantıklıydı, o yüzden otobüse binmeyi tercih ettim.

Yolda da overthinkingin kralını yaptım ve artık evimdeydim.

Bugün buzdolabıyla konuşmadım, çamaşır makinesiyle konuşmak istedim.

"Neden hep kıyafetlerimi küçültüyorsun, aptal makine?" demek istedim, hatta dedim de.

Ama bana cevap vermedi.

Çamaşır makinesi bile beni sinirlendiriyor, tekmelemek istiyorum gerçekten.

Tekmelemek istiyorum ama bozulursa yenisini alamazsın ki, aptal Liya, aptal.

Liya... Kimin ismimi koyduğu hakkında hiç bir fikrim yok ama Google'dan araştırdığımda anlamı beni çok şaşırtmıştı.

Sabırlı, sabrın en iyisi, sabrın en güzeli ve en sabırlı. Garipti sanki birisi ismimi koyarken yaşayacaklarımı biliyordu ve sabırlı olmamı söylüyordu, yani öyle hissettim.

Bu garip bir ileri sürüş ama yine de insan tutunmak istiyor bir şeylere, bir anlam arıyor bu önemsiz hayatımızda kendini değerli görmek istiyor.

Çünkü bizler basit birer insanız, sadece düşüncelerimiz bizi değerli kılıyor.

Akşam 9'da aileyle tanışma vardı ve benim o zamana kadar hem derslerimi halletmem lazımdı hem de tanışma için hazırlanıp rolümü benimsemem lazımdı.

Bu yüzden önce essay yazmakla başladım.

Yazarken Goldfrapp - Paper Bag dinledim.

Bu albüm beni rahatlattı, gerçekten rahatlattı.Muzik dinlemeyi cok seviyordum.Özellikle kimsenin bilmedigi nadide parcalari..

Sonra biraz kitap okumam lazımdı.

Şu aptal gerçekliğimden kurtulmalıydım, o yüzden kendimi başka diyarlara attım ve bugünkü diyarım Vadideki Zambaktı.

Evet, bu kitabı seviyordum, belki de 4'üncüye okuyuşumdu, bilmiyorum ama 5'inciye de okurdum, eminim.

Saçlarımı kesmem lazımdı.

Saçlarım...

Güzel saçlarım...

Kesmeye kıyamadığım saçlarım...

Her bir telinde bir anımı taşıyan saçlarım...

Gidecek olmaları beni çok üzüyordu ama yapıcak bir şeyim yoktu.

İşim için bunu yapmam lazımdı, o yüzden derslerimi bitirdikten sonra istemeye istemeye olsa da banyoya ilerledim.

Tabii ki kuaföre gitmeyecektim, zaten gidecek param da yoktu.

Hem ben de kesebiliyordum ki gayet yetenekliydim bence, o yüzden makası elime aldım ve saç tellerimin bağırışını umursamadan onları gaddar bir katil gibi kesmeye başladım.

Kestikçe kesiyordum, sanki rahatlıyordum.

Ve en son çene hizama gelince durdum.

Aynada kendime baktığımda sanki farklı birisi vardı.

Bu ben miydim gerçekten?

Çillerime dokundum kendimi tanımak istercesine ama yine de yabancı geldim kendime.

Bir insanın saçlarının uzunluğu onu bu kadar değiştirebilir miydi, yoksa ben mi en ufacık şeyde kendimi unutacak kadar kendime yabancıyım, bilmiyorum.

Sadece bu kısalık yetmemişti, kahkül istiyordum.

Evet, kahkül istiyordum, kahküllerim olmalıydı.

Ve evet, kahkül de kestim zaten.

Yabancılaşan kendime daha da yabancıydım artık ama yine de güzeldim.

Ben gerçekten güzel bir kızdım, hem de baya güzel bir kızdım...

Kime benziyorum, bunu hiç bilmiyorum ama kime benziyorsam çok güzel bir insan olmalıydı.

Genlerim için teşekkür edeceğim birisi yoktu ama her kimse cidden ona aferindi.

Çilli bir yüzüm vardı, yemyeşil gözlerim, simsiyah saçlarım, kemerli burnum...

Başta ergenken burnumdan hiç hoşlanmıyordum, hatta lisede kızlar burnumla dalga bile geçiyordu.

Erkeklerde aynı şekildeydi ama "Sizin sikinizden daha büyük herhalde." dediğimde bir daha ağızlarını açamamışlardı.

Açmasınlardı, orospu çocukları.

Burnum bir kudurtucu olduğu için onu seviyordum, hem de çok.

Ama yakışıyordu bana.

Karakteristik bir hava katıyordu, sıradan bir yüz değildi yüzüm, gizemli ve alışılmışın dışındaydı.

Kesinlikle kendimin farkında olan birisi olarak bunu gayet rahat söyleyebilirdim.

Güzel olmuştum, ya çok güzel olmuştum.

Şu an uzun saçlarımı hemen birazcık özlesem de yine de kısa saçlı halimi de çok sevmiştim.

Her ne kadar kendime yabancı gelsem de...

Artık hazırlanmalıydım.

Giyinmem, makyaj yapmam, rolüme çalışmam ve biraz Taylan Sarp Parskan'ın sosyal medya hesaplarını incelemem lazımdı.

Ama hazırlanmayı evimde yapamazdım.

Görevde giydiğim kıyafetlerin hepsi Söğütlü'deydi, o yüzden Serhat'ın beni almasını beklemeliydim.

O sırada Taylan Sarp Parskan'ın sosyal medya hesaplarını inceleyecektim.

Telefonumu elime alınca kırılmış ekran sinirlerimi bozdu.

Geçenlerde düşürmüştüm ve ekran koruyucuyu değiştirmem lazımdı ama tabii ki param yoktu.

Her neyse, Instagram'ına girip ismini arattım, hemen çıktı.

Bu adamın neden hiç postu yoktu ya?

Aşırı sinirlenmiştim çünkü onu tanımam lazımdı adami , bir tane bile post atmamıştı, gıcık herif gıcık gıcık gıcık.

Ve profil fotoğrafı bile yoktu, sade siyah bir fotograf vardı.

Ne yapmaya çalışıyordu, kendini gizlemeye mi?

Yemezler canım, çünkü magazinde gecelerde yakalanmış boy boy fotoğrafları var.Ya bu adamdan

babası cidden ciddi bir ilişki yapacağını bekliyor olamazdı ya,diye düşündüm.

korna sesiyle irkildiğimde telefondan gözlerimi ayırdım. Serhat gelmiş olmalıydı.

Bu çocukta garipti, mesaj atmak yerine korna çalıyordu.

Evden çıkıp merdivenlerden aşağı indim, 4. katta oturuyordum ve apartman gecekondu gibi olduğu için eski püskülüğünden dolayı asansör yoktu.

O yüzden hemen hızlıca indim, bekletmek istemiyordum, beklemeyi ve bekletilmeyi sevmezdim.

Arabaya bindim, Serhat'la hiç konuşmadık.

Zaten sessiz bir çocuktu, kimseyle konuşmuyordu.

Tek yaptığı şey araba sürmekti.

Sarışındı, yapılı ve uzun boyluydu.

Bazen çok sert duruyordu.

Benden 2 yaş küçük olmasına rağmen benden resmen 5 yaş büyükmüş gibi görünüyordu.

Söğütlü'ye gelmiştik, ona "Görüşürüz" deyip arabadan indiğimde beni ilk karşılayan oydu.İsa.

Gerizekalı mıydı, beni kapıda mı bekliyordu, cidden?

Beni görür görmez yanıma yaklaşıp adimlarini bana dogru atti ve tekrat saclarima dokunup "saçlarını kesmişsin, yakışmış ve kıyafetlerin hazır atmaca. Semra içeride bekliyor, makyajını yapmak için.

Çabuk ol, 2 saatimiz kaldı," dediğinde saati fark ettim.

Cidden saat resmen 7 olmuştu.

Ona hiçbir şey demeden içeri girdim.

Askılıkta asılmış siyah ve bordo karışımı desenli elbiseyi gördüm.

Bu fazla açık değil miydi ilk tanışma için, cidden bu kadar iddialı olmaya gerek var mıydı?

Ama sonra Parskanı etkilemek zorunda olduğum aklıma gelince içimden bir şey demedim.

Ve elbiseyi giydim, yakışmıştı.

Aynadan kendime baktığımda saçlarım elbiseyle harika görünüyordu.

Siyah topuklu ayakkabılarımı da giydiğimde boyum uzamıştı ve cidden anasını avradınıydı, acayip güzel olmuştum.

Bu Taylan adlı herif benden etkilenmezse gay falandı diye geçirdim içimden.

Semra'nın bana makyaj yapmasını sevmiyordum ama çok güzel yaptığı için sesimi çıkarmadım.

Elbise zaten çok abartılı olduğu için sade bir makyaj yaptı.

Yüz hatlarım daha çok öne çıkmıştı, beğenmiştim kendimi.

Ve artık gitmeye hazırdık.

Kapıdan çıkacağımız anda Semra kolumdan tutup beni kapinin onunde durdurdu.

Yüzünden belli olan gerginlikle, "Rollerimizi arabada konuşacağız. 2 kişiyi daha ek olarak aldık, geniş bir aileymişiz gibi gözükeceğiz. Bu onların hoşuna gidecektir, sonuçta Karadenizli adamlar. Geri kalanını da İsa sana arabada anlatacaktır, biz zaten bunları çoktan konuştuk," diye cümlesini bitirdi.

Neredeyse titriyordu.

Semrayı böyle hiç görmemiştim, cidden bu kadar korkmamız gereken insanlar mıydı?

Ama Semra ablanın aksine İsa çok rahattı.

Çözemedim, çözmeli miydim bilmiyorum ama kafamı bir şeylere daha fazla yorarsam, kafayı yiyeceğimi bildiğimden sustum.

Ona karşı dönüp, "Tamamdır, arabada konuşuruz," dediğimde odadan çıktık ve arabaya bindik.

Araba büyük ve genişti, simsiyahtı.

Cidden İsa araba seçmede işini biliyordu.

Hepimiz arabadayken bize katılan 2 kişi ise Asya ve Turan'dı.

İkisi de aileleri dolandırırken kullandığımız saha içindeki oyuncularımızdı.

Genelde pek ek oyuncu almazdık, sanırım bu sefer ki iş cidden ciddiydi.

Bu tüylerimi dikenleştirdi ve beni heyecanlandırdı.

Arabayı Serhat sürerken trafiği sırtımızda bırakıp bomboş bir yola girdik.

İsa hafif bir tedirginlik ve boş bir rahatlıkla konuşmaya başladı.

"Bakın çok önemli olan bir şey var, o da çok dikkatli olmamız. İpe un dizer gibi dikkatli olmalıyız, yoksa adamlar ağzımıza sıçarlar. O yüzden diken üstünde olmaktan başka çaremiz yok. Öncelikle gelininin abisi benim, Semra ablasi ve Turan'la Asya da küçük kardeşleri. Yani 5 kişilik bir kardeş haritamiz var, annemiz ve babamız ise ölmüşler.

Semra böyle tanıttı Züleyha'ya ve anne babamızın olmaması Züleyha'nın hoşuna gitti çünkü uğraşması gereken bir de ebeveynlerin olması işine gelmezdi.

O yüzden şu an Züleyha bizi çok istiyor, ideal kandırılabilecek aile olarak görüyor bizi.

Ama bok çukuruna düştüklerinden haberleri yok.

Ve Liya... Atmaca, asıl önemli kişi, avın sahibi, avın avcısı.

En büyük önem sana düşüyor çünkü biz tanışmadan sonra o evde kalmayacağız.

Sen onlarla daha iyi tanışmak için evlerinde kalacaksın ve zayıf noktalarını toplayacaksın.

Züleyha'nın en büyük şartı bu.Kadın çok detaylı tanımak istiyor seni ama aslında sen onlari tanıyacaksın."

Duyduklarım karşısında şok olmuştum ve sinirle "Ya şaka mısınız siz? Ne evde kalması daha önce böyle bir şey olmamıştı, bu nerden çıktı? Hayır,abi, ben niye kalmak zorundayım? Eşek şakası mı?" diye söylediğimde hepsi sessizdi.

Ve yine İsa sinirlenmemden hoşnut olmadığı gibi bıkkınlıkla bana dönüp "Kızım kadın öyle istedi, ne yapalım? Hayır mı diyelim?" dedi.

"Zaten Semra zar zor ulaştı kadına.

Anamız ağladı bir de.

Şimdi sorun çıkarma, Allah aşkına ya," dedi.

Cidden ben mi sorun çıkarıyordum, inanamıyorum. Kafayı yiyecektim, en sonunda kafayı cidden yedirteceklerdi bana. Ve eve yaklaştığımızda diğer önemsiz detayların hepsini konuşmuşlardı. Ben ise düşünüyordum çünkü bugün karşılaştığım adamın cidden Taylan Parskan olma ihtimali, o çıkma ihtimali beni stres ediyordu. Eve yaklaştığımızda bir orman yoluna girmiştik, ev gözüküyordu, büyük bir malikâne olduğunu bu kadar mesafeden bile seçebiliyordum.

Sonunda eve, daha doğrusu ev denmez buna, şatoya vardığımızda saat tam 9'du, dakiktik, dakikliği severim. Her neyse, tam arabadan inerken Serhat kolumu tuttu ve endişeyle bana bakıp kisik bir sesle "Liya abla, dikkatli ol tamam mı?" dedi. Şaşırmıştım, hem de çok şaşırmıştım, çünkü bu çocuk konuşmuyordu bile. Bu iş cidden o kadar tehlikeli miydi ki Serhat bile bana dikkatli ol diyordu?Ona tamam der gibi kafami salladim.

Sanırım artık bunun diğerleri gibi oyuncak işi olmadığını fark etmeliydim. Arabadan indiğimizde telefonumun çalmasıyla sessizlik bozuldu. Arayan Nazlı'ydı. "Neredesin sen, mesajlarıma neden bakmıyorsun?" dedi. Mesaj mı atmıştı? Görmemiştim bile. Bugün Instagram'ı açtığımda Parskan'ı stalklamak için, keşke mesajlara da baksaydım.

Arkadaşımı önemsiyordum ve ona bunu hissettiremediğimden üzülüyordum. Ona üzüntü ve pişmanlıkla, "Özür dilerim aşkım, cidden çok yoğunum. İşlerim var, dağıtım işindeyim, ağır yükler taşıyorum. Ben sana boş olduğumda yazacağım, tamam mı?" dedim.

Ve ona açıklamamdan hoşlanmış gibi sesindeki mutluluk artti "Tamam canım, benim canım kankoşum, seni çok seviyorum, tamam mı? Sadece seni merak ettiğim için darlamıştım, iyi ol hep, tamam mı?" dediğinde yüzünü mıcıracaktım. Aptal kız, çok tatlıydı. Ona sevecenlikle, "Tamam çiçeğim, ben sana boş olduğumda yazacağım, sen de hep iyi ol. Seni sevdiğimi unutma." dedim ve vedalaşıp telefonu kapattım.

Ama yalan söylemekten hoşlanmıyordum, bazen ağlayasım geliyordu. Aslında ağır yükler taşımam yalan değildi, cidden ağır yükler taşıyordum.Hem de çok ağır.

Malikanenin demirli kapısından içeri girmiştik. Uzun yürüyüşün sonunda varmıştık evin bahçesine ve kapıda koruma vardı. Cidden bu kadar düşmanı olan bir aile miydi diye düşünmeden edemedim. Ama asıl düşmanlarını içeri almışlardı.

Bu beni güldürdü, çünkü zafer hissi bana zevk veriyordu. Eve girdiğimizde hizmetçiler bizi karşıladı ve salona yönlendirdi. Evde altın işleme çok fazla kullanılmıştı, duvarda tablolar vardı, çok büyüktü, yukarı çıkan merdivenler vardı. İlk defa hayatımda bu kadar büyük bir ev görmüştüm ama salona girdiğimizde koltukların zevksizliği gözüme battı.

Cidden Parskan olup da böyle zevksiz olunabilir mi, diye geçirdim içimden. Bizi geniş salonun ortasında karşılayan Züleyha Hanımdı, başka kimse yoktu. Şaşırmıştım, avım neredeydi, avımı istiyordum. Her ne olursa olsun bugün ki adamın çıkma ihtimaline karşı onu görmek istiyordum. Züleyha Hanım diğerlerine yuzunde kocaman bir gulumsemeyle"Hoş geldiniz." deyip sarıldı.

Bu sevecenlik şaka mıydı? Ya da diğer bir ihtimal daha gerçek olan yalandı, sahteydi, çok belli ediyordu. Beceriksiz,diye geçirdim içimden. Ve en son bana sıra geldiğinde bana dogru bir adim atti ve sarilma pozisyonuna girdi"Benim güzel gelinim sensin demek, öyle mi Liya?" dedi. Yüzümde sahte bir gülümsemeyle ona karşılık verdim ve sarilarak "Daha gelininiz olmadım ama olmayı çok isterim efendim. Sizin gibi bir ailenin üyesi olacak olmak çok güzeldir, eminim ki." Dedim. Rolüm isa'nın çok hoşuna gitmişti ki gülmüştü, gitmeliydi zaten, o kadar çalışmıştım.

Züleyha sözlerimden çok hoşnut olmuş gibiydi. "Liya isminde senin kadar güzel." dedi. Of, imdat! Bu bugün bunu ikinci duyuşumdu. Sabrın nesi güzel, ya diye içimden geçirdim. Züleyha Hanıma teşekkür ettiğimde çirkin koltuklara oturmuştuk artık hala gelen giden yoktu. Diğerleri aralarında konuşuyorlardı. Ben ise yüzümde saçma bir gülümsemeyle onları dinliyormuş gibi yapıyordum ama aklım avımdaydı. Neredeydi, gelsindi.

Züleyha bana döndüğünde, "Seni tanıdım birazcık, Liyacım, ablanın sayesinde," dedi Semra'ya dönüp. Ama senin de haberin vardır ki beraber kalacağız bu 9 gün içerisinde. Seni daha iyi tanıyacağıma eminim. Senin diğer kızlar gibi olmayacağını sanıyorum. Bu güzellikle Taylan'ı etkilemen çok olası." dediğinde içimden şaşkınlıkla

9 gün mü? Muhabbeti nereden bildiğini düşündüm, çünkü bu sadece bizim bildiğimiz işimizi bitirme süreciydi. Daha fazla detay bilmeliydim. Nereden öğrenmişti bunu diye içimden geçirdim.Sonra o buna fırsat vermeden "ablan soyledi okul için yurtdisina gidecegini canım, artık dugunden sonra balayini da yurt disinda yaparsınız" dedi cıvık bir şekilde.ona gülümseyip onayladım.

Tuvalete gitmem lazımdı o yuzden tuvaletin nerde olduğunu ögrendikten sonra merdivenlerden çıktım.O sırada duvarın diğer tarafından bağıran bir ses duydum, yaşlı bir adamın bağırışıydı, büyük ihtimalle Mehmet Ali Parskan'dı. Ama umursamadım. Tekrar tuvalete ilerlediğimde bir bağırış sesi daha duydum.Bu dikkat kesilmeme neden olmuştu.

Bağırırken dediği cümle ise, "Bu kızı da istemiyorum, hiç bir kızı istemiyorum. Görüşmek istemiyorum, tamam mı? Salın beni, rahat bırakın görüşmeyeceğim, yüzüne bile bakmayacağım. Siktirin gidin artık." dediğinde benden bahsettiğini anlamıştım. Aptal şey! Sanki ben sana çok meraklıydım,diye geçirdim içimden. Biraz daha dinlemek istedim, o yüzden köşeye bir yere geçtim ve Mehmet Ali Parskan'ın sesini duydum.

"Züleyha bu kızın güzel olduğunu söylüyor, belki uyuşursunuz.Hemen celallenme,ve sen babana sesini nasıl yükseltirsin? Eşek herif, başlatma şimdi senin isteklerine takıldığın kızlardan biriyle evlen diyoruz, ona da hayır diyorsun. Bıktım senden de keyfinden de," dediğinde konuşmayı Taylan Parskan devam ettirmişti.

" O kadının bulduğu aptal kızlar yüzünden deliricem artık. Askerden gelir gelmez yaptığı ilk iş beni bas göz etmek. Kimden alıyor bu fikirleri acaba? Çok sevdiği kocasından mı yoksa içinde hiç bir işlevi bulunmayan beyninden mi?" diye sinirlenip söylendi.

Artık daha fazla dinlemeyecektim çünkü sinirlerim bozulmuştu. Ya sanki her kız ona çok meraklıydı. Ya zaten çok çirkin olduğuna emindim tabii eğer sabah karşılaştığım adam değilse diye içimden geçirdim. Ve o olmadığını umarak tuvalete gittim. Kırmızı rujumu sürdüm. Normalde Semra sürmedi ama ben kırmızı ruja bağımlıydım, sürmediğimde eksik hissediyordum.

İşimi halledip çıktığımda merdivenlerden indim ve salona girdim. Mehmet Ali Parskan'ı gördüm, sanırım artık yanımıza gelmeye teşrif etmişti.

Ve biraz daha içeri girdiğimde sessiz bir "Siktir" çıktı dudaklarımdan. Oydu!

Sabahki adamdı. Oydu! Siktir, cidden siktir!

Ve herif çirkin değildi, acayip yakışıklıydı. Çirkin dediğim için büyük pişmanlık duydum. İçeri girdiğimde Mehmet Ali Parskan beni gördüğü an yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti. "Güzel kız, maşallah var," dedi. İsa da onu onayladığında yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. Koltuğa oturduğumda Taylan Sarp Parskan'a bakmamaya çalışıyordum ama onun gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum. Herkes bir an sessizleştiğinde Züleyha sessizliği bozarak "Kocacım, işte güzel gelinimiz Liya. Sana anlattığım kadar güzelmiş, değil mi?" dediğinde Mehmet Ali garipseyip bir şey ima edercesine "Züleyha, yok dur bir daha ya! Gençler anlaşacak mı, birbirlerini isteyecekleri belli mi? Daha hiç bir şey yokken ortamı yükseltme!" dediğinde Züleyhanın morali bozulmuştu. Kocasının onu terslemesinden hoşlanmadığı belliydi.

Gerçi kim terslenmekten hoşlanırdı ki diye içimden geçirdim. Züleyha sesini çıkarmadı, bir şey demedi. Tekrar tam bir sessizlik oluşacakken, aşırı şok edici bir şekilde Taylan'dan ses çıkmıştı. Söylediği cümle iki kelimeydi ve on harfti:

"Ben isterim."

İnanamıyordum, bu bir şaka mıydı?

İlk defa onunla göz göze gelmem gerektiğini hissettiğim için ona doğru baktım ve gözleri zaten bendeydi.

Derin bir şekilde bana baktığında dudaklarında bir sırıtış vardı.

Gözlerimi ondan hemen kaçırdım, biraz daha bakarsam çok yakışıklısın diye ağzımdan kaçırabilirdim.

Çünkü rolümü iyi beceren birisi olmama rağmen bazen dürüstlüğüm ve ağzımı tutamamazlığım ortaya çıkıyordu, patavatsız birisi oluyordum.

Herkes onun bu cümlesine aşırı şaşırmıştı ve kimseden ses çıkmayınca Taylan Parskan tekrar sessizliği bozup "Niye dilinizi yuttunuz? Az önce ne güzel konuşuyordunuz?" dedi.

Züleyha mutluluktan ağızı kulaklarına varıyormuş gibi "Senden hiç böyle bir şey beklemiyorduk, o yüzden…" dediğinde Taylan hemen lafa daldı, çapkın bir ifadeyle ve alayla "Güzel kızları reddedemiyorum maalesef," dediğinde gözlerimi devirmiştim.

Yukarda dedikleri neydi o zaman? Önceden ona talip olarak gösterdikleri kızların da çok güzel olduğuna emindim çünkü her kız çok güzeldir, diye içimden geçirdim.

İsa birden lafa atladı, aceleyle "Bizim artık işlerimiz var, bildiğiniz üzere, o yüzden artık kalkalım. Liya'nın eşyalarını da arabayla yollarız ya da zaten kendisi alır nasıl istiyorsa," dediğinde onlarla kalacak olmamın stresi üzerime binmeye başlamıştı.

Mehmet Ali Parskan sesini çıkartıp "Yemeğe kalsaydınız bari koçum, olmadı böyle," dediğinde İsa piç gülüşüyle "Daha çok yemek yeriz beraber, Mehmet Ali Bey, merak etmeyin," dedi.

Onları yola vurduktan sonra sadece dördümüz vardık.Salonda sessizlik hakimdi.

Ama Taylan bir anda "Ben dışarı çıkıyorum, arkadaşlar çağırıyor," dediğinde Mehmet Ali sinirle "Ne arkadaşı? Otur oturduğun yere, gidemezsin," diye üstelediğinde Taylan sinirlenmiş bir ifadeyle"söz dinlemeyi bıraktığımda 5 yaşında bile değildim size afiyet olsun," dedi.

Bu Mehmed Ali Parskan'ı kızdırmıştı, oğlunun kendisinden daha baskın olması onu delirtiyor gibiydi.

Taylan Parskan evden çıkmak üzere salondan ayrılıp kapıya yöneldiğinde Züleyha bana dönüp "Çabuk arkasından git ve onu yolcu et," dedi. İstemesem de kalktım ve arkasından yürümeye başladım.

Herif hayvan gibiydi, giydiği tişörtten gözüken kollarının teninin esmerliğinin büyüleyici bir yanı vardı, diye içimden geçirmeden edemedim.

Kapıdan tam çıkarken arkasından geldiğimi fark ettiği en başından belliydi.

Kapıdan çıktığında artık evin dışındaydı.

Bana döndü ve yüzü çok ifadesizdi.

Ne oldu? der gibi ona baktım.

O ise elini ceneme goturup suratımı incelemeye başladı.

Ben de ondan gözlerimi kaçırmadım, korkak görünmemek için.

Ve en sonunda ağzından çıkan son cümle şu oldu:

"Uzun saçlarını beğenmiştim."

More Chapters