Ficool

Chapter 121 - 3

Dönme dolabı yeniden hareket etti ve yavaşça onları aşağı doğru götürmeye başladı. Kabin, parkın neon ışıklarına doğru indikçe sarsılmadan kayıyordu. Katie, Petter'in koluna daha da yaklaştı. "Park kapanmadan önce başka bir şeye biner miyiz?" diye sordu. Petter omuz silkti. "İstersen korku tüneline de bakabiliriz, sonra da annenin çığırışlarından önce eve dönmek lazım. Hem bana da yarın proje var, çok geç kalmayayım." Katie gülümsedi. "Peki, korku tüneline giderken senin şu Hannah meselesini tekrar konuşmak istiyorum. Gerçekten merak ediyorum, neden bana öyle soğuk baktı." Petter isteksizce gülümseyip başını hafifçe salladı. "Sanırım onun gözünden, ben iyi anlaştığım bir kızla gelmişim gibi göründüm. Belki seni kıskandı, belki de beni fazla tanıdığını düşünüyor. Şu an tahmin etmek zor. Ama eminim bir husumet falan yoktur." Katie, belli belirsiz bir homurtu çıkardı. "Pek emin olamadım. Ne bileyim, o anki bakışları biraz garipti." Petter ellerini pantolonunun cebine sokup, "Belki de sen yanlış yorumluyorsun. Yani, sonuçta biz yakın kardeşiz. Hannah'yla da normal bir arkadaşlık dışında bir şey yok. O yüzden rahat ol."

Kabinin kapısı yeniden açıldığında ikisi de inmek için harekete geçti. Görevliye teşekkür edip parkın kalabalık alanına doğru yöneldiler. Artık saat ilerlediği için ışıklar biraz daha kısılmış, bazı stantlar toplanmaya başlamıştı. Ama hâlâ enerjik bir insan kitlesi vardı; çok sayıda kişi çıkış kapısına yönelirken, kimileri de son bir kez daha hız trenine veya dönme dolaba binmenin peşindeydi.

Petter ve Katie, korku tünelinin bulunduğu bölüme doğru giderken, arkalarından bir müzik grubunun canlı performansının sesi geldi. Parkın uzak bir köşesinde ufak bir sahne kurulmuş, birkaç kişi orada gitar ve davul eşliğinde harika bir ritim tutturmuştu. Kısa süreli bir konser gibi görünen bu etkinlik, çıkış yolunda kalabalığın ilgisini çekiyordu. Katie, oraya da bir göz atmak ister gibi bakındı ama sonra korku tüneline girmeyi daha çok istediğine karar vererek Petter'i dirseğinden çekip sürükledi.

Karanlık bir dehlizi andıran tünelin girişinde, yapay sisler ve zayıf ışıklandırmalarla ürkütücü bir atmosfer yaratılmıştı. Girişte korkunç kostümler giyen görevliler, içeri girenlere ani hareketlerle ufak tefek şakalar yaparak bağırışmalarına neden oluyordu. Katie'nin gözleri parladı. "Korku tünelini seviyorum. Belki burada biraz tedirgin olurum, ama yine de seviyorum," dedi. Petter de içini çekerek gülümsedi. "Tamam, bakalım bu kez çığlığı kim atacak."

Tünelden içeri girerken beklemek için kısa bir sıraya girdiler. Sıradaki insanlar korkuyla karışık bir heyecan içinde konuşuyor, bazen de içerden gelen çığlık seslerini duyarak kahkahalar atıyorlardı. Petter, bu anları Katie'yle birlikte deneyimlemekten memnundu. Arada Hannah'nın araya girmesi onu şaşırtmıştı, ama bir yandan Katie'nin de duygularını yavaş yavaş daha net görmeye başlıyordu. Kardeşi, belki de bu yakınlığa başka bir anlam yüklüyordu… Petter kendine sakin olmasını söyledi. Şu an önemli olan şey, birlikte keyifli vakit geçirmekti. Diğer konular, belki zamanla açığa çıkar veya kendiliğinden anlam kazanırdı.

Sıra ilerleyip de tünele giriş hakları geldiğinde, görevli onlara "Karanlıktan korkar mısınız?" diye sordu gülerek. Katie'nin yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi: "Hiç korkmam!" Petter de sırıttı. "Tabii canım, korkmayız," dedi ama tedirginliği az da olsa hissediliyordu. İkili, karanlık dehlizin kapısını geçip sisli bir koridora adım attılar. Yapay örümcek ağları tavandan sarkıyor, duvarlardan esrarengiz tıkırtılar duyuluyor, arada mekanik canavarların veya zombi mankenlerin aniden hareket eden kolları belki de bekleyenleri korkutmaya yönelik efektler yaratıyordu. Katie, her an tetikte duruyor, ama bir yandan heyecanla gülümseyerek Petter'in koluna hafifçe sarılıyordu.

Tünelde birkaç odadan geçtikçe, yaratık kostümlü insanlar da bir anda köşeden fırlayarak çığlık atıyor, Petter ve Katie ise bu beklenmedik sürprizlere bazen korkuyla bazen kahkahayla tepki veriyorlardı. Bir bölümde, aniden yere düşen bir mankenle birlikte yüksek bir müzik çaldı ve Katie gerçekten çığlığı basarak Petter'e yapıştı. Petter de gülerek onu teselli etmeye çalıştı. "Daha çıkmadık, sakın kalp krizi geçirme!" diye şaka yaptı. Katie, onu dirseğiyle dürterek hafifçe azarladı ama yüzünde yine de gülümseme vardı.

Yolun sonuna doğru, tünel hafifçe aydınlanmaya başladı ve çıkış tabelası göründü. Sisler arasında gri ışıkların yanıp söndüğü bir köşeden döndüklerinde, kapıya vardılar. İkisi de derin bir nefes aldı. "Tamam, bunun adı korku tüneli olduğuna göre, işini layığıyla yerine getiriyormuş," dedi Petter, kalp atışları hâlâ hızını tam alamamış halde. Katie ise "Ben çok korkmuyorum" diye cümleye başlayıp, aniden zıplayarak "Ama şuradakini beklemiyordum!" dedi ve önlerinde ufak bir cadı kuklasının belirdiğini gördüler. Gülerek ve biraz da soluk soluğa tünelden dışarı çıktılar.

Artık parkın kapanma saati yaklaşmaya başlamıştı. Işıklar hafifçe sönükleşiyor, tezgâhlar teker teker toparlanıyordu. Petter ve Katie, son bir kez daha etrafı dolaşarak belki alınacak bir hatıra eşyası, ya da yenilecek ufak bir atıştırmalık var mı diye baktılar. Bir standda devasa oyuncak ayılar asılıydı ama onları kazanmak için hedef vurmanız gerekiyordu. Katie hevesle Petter'i kolundan çekip, "Gelsene, belki şansımızı deneriz!" dedi. Petter ok ve yay kullanılan bu oyunda çok iyi olmadığını biliyordu, ama Katie'nin yüzündeki heyecanı kıramadı. Denediler, ancak başarılı olamadılar. Birkaç dolar boşa gitti, ama yine de keyifleri kaçmadı.

Arabaya doğru yürümeye başladıklarında, ikisi de yorgun ama mutlu bir ifadesi taşıyordu. Girişteki dev dönme dolabın ışıkları birer birer kapanıyor, görevli son binenleri indiriyordu. Petter, "En azından çoğu şeye bindik," diye mırıldandı. Katie de başıyla onaylayarak, "Bir sonraki sefere kalır artık. Hem bu park sadece yaz aylarında değil, kışın da açık kalıyor mu?" diye merak etti. Petter omuz silkti. "Tam olarak bilmiyorum, ama genelde bu tür lunaparklar mevsimlik olur. Yine de açık kaldıkları zamanlarda kaçırmayız artık."

Arabayı park ettikleri yere vardıklarında, çok az sayıda araç kalmıştı. Petter, kapıyı açmadan önce Katie'ye dönerek gülümsedi. "Eve dönmeden önce bir şey söylemek ister misin?" Katie de ona bakarken gözlerinde bir sıcaklık beliriyordu. "Teşekkür ederim, Petter. Gerçekten çok iyi geldi bu akşam. Başta sadece eğleniriz diye düşünmüştüm ama sanki aramızda daha fazla bağ kurduk gibi hissediyorum." Petter, onun yüzüne bakarak hafifçe gülümsedi. "Ben de öyle hissediyorum. Neyse, Hannah'yı unut artık. Eminim o da kendi yoluna gitti. Biz kendi yolumuza bakalım," dedi sıcak bir ifadeyle. Katie, onu onaylarcasına başını salladı. "Evet, öyle yapalım. Hem eve gidince saçlarımı karıştırmak istiyorsan, belki izin veririm," diye ekledi şakayla karışık bir tonla. Petter, güldü ve arabanın anahtarını cebinden çıkararak kapıyı açtı. "Dikkat et de seni yumak yapmayayım," dedi. Katie de sırıtarak içeri atladı.

İkisi de arabaya yerleştiklerinde, Petter kontağı çevirdi, motorun sesi bu sakinleşmiş ortamda yankılandı. Farlar önlerindeki yola vururken, arkada bıraktıkları koca eğlence parkının ışıkları birer birer sönmekteydi. Katie, koltuğuna yaslanıp yorgun bir oh çekti. "Yine gelelim," dedi gözlerini yavaşça kapatarak. Petter, direksiyonu kavrarken başını salladı. "Tabii ki," diyerek gülümsedi. "Ne zaman istersen."

Arabanın tekerlekleri yavaşça asfaltın üzerinde yol alırken, park geride küçük ışık huzmeleri halinde kaldı. Katie ve Petter, Oklahoma'nın geceye bürünen yollarında, radyodan gelen hafif bir müziğin eşliğinde eve doğru gidiyorlardı. İkisi de düşüncelerine dalmıştı: Katie, Petter'le bu kadar iyi anlaşmanın verdiği huzuru ve onun etrafında bir başkasını gördüğünde hissettiği tuhaf kıskançlığı sindirmeye çalışıyordu. Petter ise, Katie'nin duygularını sezinliyor ama adını koymaktan çekiniyordu. Yine de bu gece, birbirlerine daha da yakınlaştıklarını ikisi de inkâr edemezdi. Belki de gerçek ailenin tanımı buydu: Paylaşılan anılar, yeri geldiğinde tatlı kıskançlıklar, yeri geldiğinde birbirine koşulsuz destek ve en önemlisi de hiçbir şekilde birbirini yalnız hissetmemek. Bütün bunların içinde dönüp duran bir duygu seli vardı, ama onu çözümlemek başka bir zamana kalacaktı.

Şimdilik sadece evlerine dönecek, annelerini belki uyanık bulurlarsa ona gece boyunca neler yaptıklarını anlatacak, sonra kendi odalarına çekilip, akıllarında tatlı bir yorgunluk ve belki de birbirlerine karşı anlamlandıramadıkları yoğun bir yakınlık hissiyle uyuyacaklardı. Katie'nin pamuk şeker tadı hâlâ dilinde dolaşacaktı; Petter'in aklındaysa Hannah ve Katie arasında hissettiği o sürtüşme… Ama tüm bunların ötesinde, bu gece, onların en güzel hatıralarından biri olarak hafızalarına kazınacaktı.

Petter ve Katie, parkın geniş otoparkından yola çıkıp eve döndüklerinde geceyarısını geçmişti. Arabanın motoru nihayet sustuğunda, bahçede esen hafif rüzgârın sesiyle yeni farkına vardılar: Gecenin bütün o canlı ve cıvıl cıvıl kalabalığı geride kalmış, onların evine ise yalnızca sakin bir Oklahoma akşamının ferahlığı hâkimdi. Bahçe kapısını kapatıp eve doğru ilerlerlerken, verandada yanan tek bir lamba sokak aydınlatmalarıyla birleşerek etrafı zar zor aydınlatıyordu. Petter bu loş ortamda annesinin penceredeki siluetini seçebildi; camın önünde durmuş, perdeleri yarı açık halde, çocuklarını bekleyen bir annenin tipik duruşuyla onlara bakıyordu.

İkili kapıyı açar açmaz, içeri dolan sıcak hava ve evin tanıdık kokusu onları karşıladı. Annesi, mutfakla oturma odası arasındaki geçitte durmuş hafif endişeyle gülümsüyordu. Orta boylu, ince yapılı, saçlarını hafif topuz yapmış bu kadın, yaşadığı onca şeye rağmen hâlâ dimdik duruşuyla ve yüzündeki merhametli ifadeyle evin gerçek direği olduğunu hissettiriyordu.

"Nihayet geldiniz," dedi anne, sesi biraz tedirgin ama aynı zamanda sevinç doluydu. "Bu saatte hâlâ parkta olduğunuzu düşündüm. Arayıp sizi rahatsız etmeyeyim dedim ama meraktan da duramadım." Petter, annesine yaklaşarak sarıldı. "Kusura bakma, vaktin nasıl geçtiğini anlamadık," diye fısıldadı. Katie de yan taraftan annesine sarılıp bir öpücük kondurdu. "Gerçekten çok eğlendik. Bir sürü şeye bindik. Çarpışan arabalar, hız treni, hatta korku tüneline kadar her şeye." Anne, ikisini de şöyle bir süzdü. "Üstünüz başınız çok dağılmamış ama saçlarınız karışmış gibi duruyor," diye hafif bir kahkaha attı. Sonra Katie'ye dönerek, "Senin saçların zaten çabuk dağılır. Biraz taramak istersin belki," dedi. Katie, "Aynen, ama Petter yüzünden," diye şikâyetçi bir tonla sırıttı. "Gece boyunca elimde olsa onu engelleyecektim ama fırsat buldukça saçlarımı karıştırmayı başardı." Anne, Petter'e takılır gibi kaşlarını kaldırdı. Petter hafif mahcup bir gülümsemeyle, "Ee, alışkanlık oldu. Hem Katie'nin saçlarını 'klavye' gibi kullanmak epey eğlenceli," dedi. Katie hemen atılıp ona hafifçe vurur gibi yaparak gülmeye başladı. "Hey! Yine başlama lütfen."

Anne bu ufak atışmaya gülerken, "Bir şeyler yediniz mi, aç mısınız?" diye sordu. Petter yorgun görünüyordu ama eve gelirken arabada hafif bir atıştırmalık yediklerinden bahsetti. Katie de "Şu anda çok enerjim yok, muhtemelen direkt odama gideceğim," dedi. Anne, "Tamam öyleyse," diyerek bir nefes aldı. "Sizi merak ettim ama sağ salim döndüğünüzü görmek her şeye değer."

Üçü kısa bir süre daha salonda konuştular. Katie bazen yaşadıkları komik anları anlatmaya girişiyor, Petter eklemeler yaparken annesi de onun abartma huyunu bildiğinden hikâyeleri keyifle dinliyordu. Ancak vakit oldukça geçtiği için fazla uzatmadan herkesin dinlenmesi gerektiğinde hemfikir oldular. Anne, "Ben de yatıyorum o halde," diyerek onlara "İyi geceler," diledi ve üst kata çıkan merdivenlerde kızıyla oğlunun peşinden yavaşça yürüdü.

Koridorun başına geldiklerinde, Katie'nin odası soldaki küçük kapıdaydı, Petter'inki ise sağda bulunan daha genişçe bir odaydı. Anne, Katie'ye dönüp "Sabah çok geç kalma, tamam mı? Ben erkenden işe gideceğim ama öğlene doğru evde olacağım," diye uyarıda bulundu. Katie başıyla onayladı. Petter da "Benim de sabah erken kalkıp bir proje üzerinde çalışmalarım var," diye ekledi. Anne, her ikisine de bir kez daha "İyi geceler," diyerek kendi odasına çekildi.

Tam Katie kendi kapısını açmak üzereyken Petter arkadan yaklaştı, bir anda burnuna dokunarak kıkırdadı: "Güzel akşamdı, şirin burun." Katie önce şaşırıp gözlerini kırpıştırdı, sonra Petter'in neler yaptığını anlayınca sinirli gibi rol yapıp kendini tutamadan gülümsemeye başladı. "Hey, burnumla uğraşma!" diyerek hafif bir serzenişte bulundu. Petter, bunu yeterli bulmamış olacak ki, kızı bir de saçlarından yakalayıp dağınık perçemlerini iyice karıştırdı. Katie bu kez daha yüksek bir sesle itiraz etti: "Dur, dur! Zaten saatlerdir düzeltemedim. Bırak da yatağa girmeden önce toparlayayım." Yine de yüzünde öfkeden çok tatlı bir memnuniyet ifadesi vardı; Petter'in bu ufak sataşmalarını seviyor olsa da, istemeden de olsa kızmak zorundaymış gibi davranıyordu.

Petter gülerek ellerini geri çekti. "Peki, peki, tamam, bu kadar yeter. İyi geceler Katie." Katie ona dil çıkararak, "İyi geceler Petter," dedi ve kapısını kapattı.

Petter, kendi odasına girince, odayı neredeyse karanlık buldu. Duvardaki ufak masa lambasını yakarak bilgisayarının bulunduğu masaya yöneldi. Burası orta büyüklükte bir odaydı, bir köşede tek kişilik yatağı, diğer köşede kitaplık ve ortada geniş bir masa vardı. Masa üstünde çeşit çeşit kablolar, yarı boş kahve kupaları, ders notları ve laptop duruyordu. Petter, önce derin bir nefes alarak sandalyeye oturdu. Parkta geçirdiği saatlerin ardından tatlı bir yorgunluk hissediyordu, ancak aklında durmaksızın dönen bir proje vardı: Paketleme uygulaması.

Bu proje, aslında okulda vereceği son büyük ödevlerden biriydi ve teslim tarihi çok yaklaşmıştı. Ama Petter, projeyi basitçe bitirmek yerine gerçekten kullanışlı hale getirmek konusunda kararlıydı. Farklı dillerde yazılmış kodları bir araya getirecek, bu kodları tek bir pakette toplayarak, son kullanıcıya (ya da diğer geliştiricilere) sade bir kurulum dosyası sunacak bir uygulama fikri vardı. Bu, hem komut satırı üzerinden hem de grafiksel arayüzle çalışabilen, kullanıcıya "import" ettiği dosyaları otomatik olarak analiz edip uygun klasör ve dizinlere yerleştiren bir sistem sunacaktı. Şu aşamada Python, Java ve C++ tabanlı bazı örnekleri test etmişti. Eğer her şey yolunda giderse, birkaç ufak ekleme daha yapacak ve "ProPack" adını verdiği bu uygulamayı teslim edecekti.

Petter bu konuda çok heyecanlıydı, çünkü not ortalamasını belirleyecek en büyük projelerden biri buydu. Aynı zamanda potansiyel iş görüşmeleri sırasında özgeçmişine ekleyebileceği bir örnek olacaktı. İşin aslı, her ne kadar bu paketleme uygulamasına emek verse de, gönlünde yatan aslanın bambaşka bir şey olduğunu çok iyi biliyordu: Oyun geliştirmek. Çocukluğundan beri bilgisayar oyunlarına merakı vardı, sadece oynamakla kalmamış, modlar yazmış, fan sürümlerini incelemiş, kendi ufak denemelerini dahi yapmıştı. Ancak okul projeleri, geçim kaygısı ve gelecekle ilgili belirsizlikler yüzünden bu hayalini hep geri plana atmıştı.

Şimdi sandalyede oturmuş, yarı kapalı gözlerle bilgisayar ekranına bakarken, teslim etmek üzere olduğu bu paketleme uygulamasını düşündü. Ufak bir kod düzeltmesi, bir hata ayıklama işlemi derken saat epey ilerledi. Arada esneyerek sandalyesinde geriniyor, gözlerini ovalıyor, ama kafasındaki fikirlere yenik düşüp yeniden ekrana odaklanıyordu. Bazen, "Acaba bu paketleyicinin içine basit bir oyun motoru uyarlama seçeneği koyabilir miyim?" diye hayal etti. Kulağa deli saçması gibi gelse de, hem yazılımın çok amaçlılığını arttıracak, hem de oyun geliştirmeye dönük bir adım olacaktı.

More Chapters