Ficool

Chapter 120 - 2

Nihayet sıraları gelince, çarpışan arabalardan ikisine yerleştiler. Petter direksiyonun başına oturduğunda, Katie'nin seçtiği araba ise yan taraftaydı. Katie, göz kırparak Petter'e meydan okuyan bir bakış attı. "Beni yakalayabilir misin bakalım?" diye seslendi, müzik başlayıp araba hareket eder etmez. Petter gülümseyerek gaz pedalına bastı. Küçük araba öne doğru fırlarken zemindeki elektrik dalgalarının yarattığı titreşim ayaklarının altından hissediliyordu. Katie kendi arabasıyla hızla sağa kırdı ve Petter'in gidiş hattından uzaklaştı. Tabii bu kovalamacaya diğer sürücüler de dahil olunca ortalık iyice şenlendi.

Petter, Katie'yi yakalamaya çalışırken, aniden yan tarafından gelen bir başka çarpışan araba aralarına girip Petter'i kenara sıkıştırdı. O anki sarsıntıyla bir kahkaha attı ve direksiyonu çevirerek yolu açmaya çalıştı. Katie ise bu fırsattan yararlanıp tam gaz ilerliyor, bir yandan gülmekten gözlerinden yaş geldiğini fark edebiliyordu. Müzik ritmi, renkli ışıklar ve çarpışma sesleri arasında birkaç dakikalık kaos yaşanırken herkes keyifle çarpışıp dağılıyordu.

Süre bittiğinde, müzik aniden durdu ve bütün arabalar yavaşça akım kesilince durdu. Katie arabasından inerken saçları dağılmış, yanakları kızarmıştı. "Evet, senin benden hızlı olduğunu sanıyordum ama pek beceremedin," diyerek dil çıkarıp gülümsedi. Petter keyifli bir kahkaha atıp, "Bakma, şu serseri çocuk kenardan çarpmasaydı seni yakalayacaktım," diye karşılık verdi. İkisinin arasındaki tatlı rekabet, aslında güzel bir dostluğun yansımasıydı.

Bir sonraki durak, Katie'nin istediği üzere, devasa zincirli salıncaktı. Yanına geldiklerinde, uzun zincirlerden sarkan küçük oturakların döne döne yükseklere çıktığını gördüler. Yukarıda savrulmak, büyüleyici bir Oklahoma manzarasını gece ışıkları eşliğinde seyretme fırsatı sunuyordu. Sıra yine oldukça uzundu ama bekleme süresi boyunca etraftaki insanların sohbetlerine kulak kabartmak, parktan yükselen kahkahaları dinlemek eğlenceliydi.

Katie bu arada Petter'in koluna hafifçe dokunarak, "Hâlâ iyi misin, yoksa yoruldun mu?" diye sordu. Petter başını iki yana salladı. "Gayet iyiyim, merak etme. Biraz hava almam gerekirse söylerim." Katie gülümsedi. "Tamam, haber ver. Çünkü senin maratonun burada bitmedi. Daha dönme dolaba falan da binmek istiyorum."

Tam o esnada, arkalarından bir ses yükseldi: "Petter? Sen misin?" Petter, sesi duyar duymaz arkasını döndü. Karşısında, üniversiteden tanıdığı bir kız vardı. Adı Hannah'tı. Uzun kumral saçlarını yarım toplamış, beyaz kapüşonlu bir sweatshirt ve kot pantolon giymişti. Onun da yanakları parktan dolayı heyecandan kızarmışa benziyordu. "Vay canına, seni burada görmek sürpriz," diye gülümsedi Hannah.

Petter hafifçe şaşırarak, "Hannah, selam! Sen de mi buradasın?" diye karşılık verdi. Haliyle, evet, kız da buradaydı ama Petter şaşkınlığını dile getiriyordu. Hannah gülerek, "Arkadaşlarla geldim. Şu an dağılmaya başladılar ama ben biraz daha kalmak istedim. Sen kiminle geldin?" diye sordu. Gözleri merakla Katie'ye kaydı.

Katie, yanlarında duruyor ama konuşmuyor, Hannah'yı dikkatle süzüyordu. Hannah'nın Petter'le okulda neler paylaştığını bilmeyen birisi için, bu biraz merak uyandıran bir durumdu. Petter arkadaşça bir tavırla Katie'yi göstererek, "Bu benim üvey kız kardeşim Katie," dedi. "Birlikte biraz eğlenmek için geldik."

Hannah, Katie'ye dönüp kibar bir gülümsemeyle elini uzattı. "Memnun oldum, Katie." Katie de hafifçe gülümseyerek tokalaştı ama gözlerinde belli belirsiz bir tedirginlik veya kıskançlık hissediliyordu. "Ben de memnun oldum," dedi, ama sesi biraz kısık çıkmıştı.

Petter, Hannah'ya dönerek "Epeydir görüşemedik. Okul ne alemde?" diye sordu. Hannah içini çekerek, "Projeler… Bildiğin gibi. Sunumlar, ödevler, hepsi üst üste geldi. Sen nasıl gidiyorsun?" Petter hafifçe güldü. "Ben de benzer durumdayım. Bu aralar bir kod projesi yetiştirmeye uğraşıyorum ama kafamı dağıtmak için bu gece buradayız işte."

Hannah hafif başını salladı. "Çok iyi yapmışsın. Ben de kısa bir mola vermeye geldim. Dilerseniz birlikte dolaşalım mı?" diye sordu aniden. Katie, bu teklifi duyar duymaz sözleri ağzında geveledi, ama tam cümleyi kuramadan Petter cevap vermeye başladı. "Aslında biz birazdan bu dev salıncağa bineceğiz. Sonra da belki dönme dolaba geçeriz. Senin planın nedir?" Hannah, etrafa göz atarak, "Ben salıncağa çoktan bindim, dönersem karnımın alt üst olacağından korkuyorum," diye güldü. "Arkadaşlarım da 'Korku Tüneli' tarafına geçti, ama ben emin değilim. Size takılsam mı diye düşündüm."

Katie nihayet devreye girip, "Biz de korku tüneline henüz bakmadık," dedi, yüzünde nötr bir ifadeyle. Hannah, Katie'nin sesindeki hafif soğukluğun farkına varmış gibi kaşlarını bir an kaldırdı. "Belki sonra yine karşılaşırız," diyerek gülümsedi. "Bari seninle biraz sohbet edelim, Petter. Uzun zaman oldu."

Katie, oracıkta tam ne yapacağını bilmez bir halde ikisini dinliyordu. Hannah ve Petter ayaküstü üniversite projelerinden, programlama dillerinden, yaklaşan sınavlardan söz ederken, Katie tek kelime etmeden bekledi. Etrafta parlak neon ışıkları yanıp sönüyor, gençler çığlık atarak koşturuyor, hoparlörlerden yükselen müzik ritmi kulaklarını dolduruyordu. Tüm bu kalabalık ve gürültü içinde Katie, Petter ve bu yabancı kızın sohbetini dinleyerek hafif bir huzursuzluk hissediyordu. Her ne kadar üvey kardeşi olsa da, Petter'e karşı içinde derin bir bağlılık ve koruma duygusu taşıyordu. Onunla çok yakınlardı ve yeri geldiğinde, Petter'in kendisinden başka kimseyle eğlenmesini istemeyecek kadar bencil davrandığı da oluyordu. Ama bunun tam anlamını kendi kafasında da netleştirememişti.

Hannah, "Neyse, ben sizi çok tutmayayım," diyerek sonunda vedalaşmaya yöneldi. "Belki okulda tekrar görüşürüz. İyi eğlenceler," dedi sıcak bir tebessümle. Petter, "Evet, mutlaka görüşürüz. Kendine iyi bak," diyerek elini hafifçe kaldırıp selamladı.

Hannah uzaklaşırken, Katie gözlerini Petter'e çevirdi. "Kimdi o, kız arkadaşın mı?" diye sordu ani ve biraz da sert bir tonda. Petter, hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Hayır, sınıf arkadaşım diyebilirim. Aynı fakültede bazı dersleri birlikte aldık. Bir proje grubunda da beraber çalışmıştık." Katie onu dinlerken, önce dudaklarını büktü, sonra bakışlarını başka yöne çevirdi. "Benimle tanışmaktan ne kadar 'memnun' oldu acaba," diye sordu hafif alaycı bir sesle. Petter, onun kıskanç ya da en azından biraz huzursuz olduğunu fark etti. Dudaklarına ufak bir gülümseme yayıldı. "Bence seni sevimli buldu. Neden olmasın? Ayrıca projelerle çok meşgul oluyoruz, ama yakın bir arkadaş falan sayılmaz. Öyle basit bir selamlaşma işte." Katie omuz silkti. "Bilmiyorum, bana pek öyle gelmedi," diye mırıldandı. Petter onu omzundan hafifçe çekerek gülümsemeye çalıştı. "Gerçekten. Öyle çok samimi değiliz. Hem… sen neden bu kadar kafana taktın ki?"

Katie birkaç saniye sessiz kalıp etraflarına bakındı, sıraları ilerlemeye başlamıştı. Salıncak makinesinden inenlerin yerine yenileri biniyordu. Arada çalan karnaval ziliyle birlikte görevliler kapıları açıyor, sıradaki insanları içeri davet ediyordu. Katie içini çekerek, "Bilmem. İlginç bir duygu işte. Seninle uzun zamandır bu kadar iyi vakit geçirmemiştim, şimdi arada tanımadığım biri girince, kendimi dışlanmış gibi hissettim," diyebildi.

Petter, Katie'nin saçlarını okşamak ister gibi elini kaldırdı ama kızın tepkisini hatırlayıp geri çekti. Katie de durumu fark edince hafifçe gülümsedi. "Evet, evet," dedi sakin bir sesle, "Şu an karıştırmama izin vermeyeceksin. Tamam, biliyorum." Petter yine gülümsedi. "Bak, Hannah sadece bir tanıdık. Sen benim üvey kız kardeşimsin ve aynı evde yaşıyoruz. Benden daha fazla zamana sahip olmak gibi bir üstünlüğün var," diye şakacı bir tonda konuştu. Katie bu söze gülümsedi. "Üvey olmamızın çoktan önemi kalmadı bence," diyerek başını yana eğdi. "Benim gözümde sen artık bildiğin abimsin. Ya da ne diyorsan de… ama öyle işte."

Petter, Katie'nin bu sözlerine memnuniyetle karşılık verdi. "Evet, ben de sana öyle hissediyorum," dedi samimi bir ifadeyle. Sonra ileriye doğru hareket eden sıraya uyup biraz daha ilerlediler. Salıncakların sesi, gökyüzünden gelen çığlıklar ve rüzgârın da etkisiyle iyice canlı bir sahne oluşturuyordu.

Nihayet sıraları geldiğinde, görevli onlara doğru işaretle "Sıradaki sizsiniz," dedi. Petter ve Katie, yan yana asılı duran iki salıncağa oturdular. Görevli, emniyet kemerleri sayılabilecek zincirleri kontrol etti, her şeyin güvende olduğundan emin olduktan sonra onlara iyi eğlenceler diledi. Makinelerin müziği bir kez daha yükselmeye başladı ve yavaş yavaş salıncaklar havaya doğru yükseldi.

İlk başta ufak bir sallantıyla başlayan bu yolculuk, gitgide hız kazandı. Katie ve Petter, ayaklarını boşlukta savururken rüzgârın yüzlerine vurduğunu hissediyorlardı. Yükseldikçe parkın tamamını yukarıdan görmek mümkün hale geliyor, dev dönme dolabın ışıkları, atlıkarıncanın rengârenk desenleri, kalabalığın arasında hareket eden çarpışan arabaların parıltıları bir masal diyarı gibi görünüyordu. Rüzgârın uğultusu, kahkahalarına karışıyordu. Katie, Petter'e doğru dönüp seslenmeye çalıştı ama rüzgârın ve müziğin gürültüsünden pek anlaşılamadı. O yine de başını geriye atarak gülmeye devam etti.

Salıncak en tepe noktasına ulaştığında, ayakları neredeyse yerden bir hayli uzaktaydı. Hafif bir dönme hareketi ile etrafında geniş bir daire çiziyordu. Petter, Oklahoma'nın düz ovalarını uzaktan seçebiliyordu. Gözleri, gecenin karanlığında ufka doğru yayılmış lambalara, şehir siluetine ve hafif bir sis tabakasına takıldı. Katie, ellerini sıkı sıkı zincirlere dolamış, bu yükseklikte havada salınmanın keyfini çıkarmaya çalışıyordu. Belli ki içinde biraz korku da vardı, ama gözlerinden heyecan fışkırıyordu.

Birkaç dakikalık döngüden sonra salıncaklar yeniden hız kesmeye başladı ve sonunda yere doğru indiler. Görevli, mekanizmayı durdurduğunda, Petter ve Katie gülerek, yanakları kızarmış bir şekilde birbirlerine baktılar. "Daha önce bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum," dedi Katie, hafifçe inleyerek bacaklarını esnetti. Petter, onun koluna girerek yürümesine yardım etti. "Bence mükemmeldi. Hadi şu dönme dolaba da binelim de, üstünü tamamlayalım. Sonra da belki bir şeyler yeriz."

Katie gülümseyerek başını salladı. "Kesinlikle.

Ama dönme dolapta biraz daha sakin oluruz herhalde. Şu adrenalin dalgasından sonra midem kaynayacak gibi oldu." Petter, Katie'nin elini sıkıca tutup onu kalabalığın arasından ilerletmeye başladı. "İyi misin? Çok yorulduysan önce bir yere oturalım," diye sordu endişeyle. Katie'nin yanakları hâlâ sıcak olsa da, bu ilgi hoşuna gitmişti. "Çok fena değilim, sadece biraz soluklanmak istiyorum. Şu pamuk şeker standına uğrayalım mı?"

Petter, renkli pamuk şekerler satan tezgâha doğru yöneldi. Tezgâhın önünde bir görevli, kocaman çubuklara pembe ve mavi renkli şekerleri sararak pofuduk pofuduk pamuk şekerler oluşturuyordu. Hafif karamelize şeker kokusu, rüzgârın estiği yönde burunlarına çarptı. Katie, "Ben pembe istiyorum!" diye seslendi neşeyle. Petter de kendisine turuncumsu bir pamuk şeker seçti — aslında turuncu pek yaygın değildi ama tezgâhta öyle bir renk denemesi vardı. Parasını ödedikten sonra, ikisi de ellerinde yapış yapış olmaması için dikkatle tuttukları pamuk şekerleri yiyerek yürümeye devam ettiler.

Kalabalığın arasından sıyrılıp dönme dolabın olduğu alana yaklaştıklarında, burada daha romantik bir hava hissediliyordu. Dönme dolap, diğer aletlerin aksine keskin çığlıklar veya yüksek müzikler yerine yumuşak bir ışıklandırma ve sakin bir müzik yayını eşliğinde dönüyordu. Kabinlerden inen çiftlerin çoğu, el ele tutuşuyor veya sarılmış halde geziyorlardı. Bu manzarayı gören Katie, Petter'e gizemli bir bakış attı ve şakacı bir ifadeyle, "Hani sevgili gibiyiz derken şaka yapmıştın ya… Sanırım bu ortamda insanlar bizi öyle sanacak," diye fısıldadı.

Petter gözlerini devirerek gülümsedi. "Sana söyledim, koluma girince öyle görünüyoruz. Ama ne yapalım, konforlu, değil mi?" Katie omuz silkti. "Bazen hoşuma gitmiyor da değil." Petter, bu itirafı duyduğunda, bakışlarını kaçırıp sıraya baktı. "Burası biraz kalabalık. Umarım uzun sürmez."

Dönme dolabının kabinleri camekânlıydı. Daire şeklindeki koltuğa oturduktan sonra kapı kapatılıyor ve yavaş yavaş yukarı yükseliyordu. Sırada beklerken, Petter etrafa göz gezdiriyordu. Parkın girişi, ilerideki tezgâhlar, hız treninin kıvrımları, büyük salıncak, hepsini uzaktan görmek mümkün oluyordu. Katie de pamuk şekerinden küçük lokmalar alarak, tedirgin bir şekilde etrafı izliyordu. Üzerinden çok vakit geçmemişti ama Hannah'nın görünmesi bir şekilde ona rahatsızlık vermişti. İçini kemiren bir his vardı; bunu Petter'e tam ifade edemiyordu ama aynı zamanda onu da huzursuz etmek istemiyordu.

Kısa bir bekleyişten sonra, görevli kabine geçmeleri için işaret etti. Petter önden geçip oturdu, Katie ise ellerindeki pamuk şekerlerin yapışkan izlerini giysilerine bulaştırmamaya çalışarak yanına yerleşti. Kapı kapandığında, kabin hafif bir sarsıntıyla yukarı kalkmaya başladı. Her kabin duraklayarak dolduğundan, bir nevi adım adım yükseliyorlardı.

Gittikçe yukarı çıkarken, Katie gözlerini kocaman açıp aşağıdaki manzaraya baktı. "Ne kadar güzelleşti her şey, bak!" diyerek Petter'i dürttü. Gerçekten de uzaktan, parkın ışıkları bir yıldız tarlasını andırıyor, farklı renkler pırıl pırıl yanıp sönüyordu. Zikzaklı bir şekilde parka döşenmiş lambalar, ziyaretçi akışını gösteriyor, pamuk şeker tezgâhlarının beyaz ışıkları bile bu tabloya ayrı bir derinlik kazandırıyordu.

Petter kolunu hafifçe Katie'nin koltuğuna doğru uzattı, rahat bir pozisyon arıyormuş gibi davrandı. Katie bunu fark ederek gülümsedi. "Rahatsız olma, ben de şöyle yaslanayım," diyerek Petter'in kolunun altına sokuldu. İkisi de aslında bu kadar yakın durmaya alışkın değillerdi, ama eğlence parkının ambiyansı, içlerindeki neşeye ev sahipliği yapıyor ve bu anı paylaşıyor olmaları tuhaf şekilde iç ısıtıcıydı.

Bir süre sessiz kaldılar, dönme dolabı yavaşça en tepe noktasına çıkarken, etraflarındaki rüzgârın sesi hafif bir uğultuya dönüştü. En yukarıda durduklarında, sadece gece gökyüzü ve onların altındaki pırıl pırıl park kalmış gibiydi. Katie, alnını cama dayayarak aşağıyı izledi. "Buradan bakınca gerçekten de her şey küçücük görünüyor," diye fısıldadı. "Sanki dertler, kaygılar bile küçükmüş gibi hissediyorum."

Petter de camdan dışarıya baktı. "Bazen insanın bu hissi yaşaması gerekiyor. Kendi hayatımızın karmaşası içinde kayboluyoruz. Yükseğe çıktığımızdaysa, sanki o karmaşa bir düzen haline geliyormuş gibi hissediyorsun." Katie, Petter'in sözlerine başıyla onayladı. "Yani, evet… Özellikle senin babanın kaybından sonra annemin ikinci evliliği ve her şey… Bazen hayat çok garip geliyor. Ama yine de şu an buradayız ve bu anın tadını çıkarıyoruz. Belki de önemli olan bu."

Petter'in gözlerine, Hannah'yla kısa konuşmadan kalan soru işaretleri hâlâ yansıyor gibiydi. Katie'nin yanında huzurlu olduğunu hissediyor, ama bir yandan da kardeşiyle bu kadar yakınlığın onu duygusal bir karmaşaya sürüklediğini fark ediyordu. Sonuçta resmi olarak kardeş sayılıyorlardı, ve "aile" kavramının içine girmişlerdi. Yine de, annesiyle paylaştığı ev ve Katie arasındaki bağ, klasik bir "kardeşlik" duygusundan biraz farklı bir zemine oturuyor gibiydi.

More Chapters