Petter, kahverengi çerçeveli gözlüklerini düzeltip bilgisayar ekranına gözlerini dikti. Oklahoma'nın uçsuz bucaksız düzlüklerinde bir üniversite öğrencisi olarak geçen günleri, kod satırlarının sonsuz akışı arasında kayboluyordu. Odanın içinde klavyenin ritmik tıklamaları yankılanıyor, masasında duran kahve fincanından yükselen hafif buhar odanın serin havasına karışıyordu.
Dışarıda sonbaharın ilk soğuk rüzgârları esmeye başlamış, çimenlerin üzerinde tozlu turuncu ve sarı yapraklardan bir halı oluşturmuştu. Evleri şehrin merkezine uzak bir mahallede, geniş bir bahçeye sahip eski ama sağlam bir taş binaydı. Babasının ölümünden sonra annesiyle burada yıllarca yalnız yaşamıştı. Babasının yokluğu evin havasında hissediliyordu; duvarlardaki eski fotoğraflarda, kullanılmayan bir köşede duran eski deri cekette, hatta kimi zaman evin sessizliğinde bile. Sonra annesi yeniden evlendi, bir süre mutlu gibi göründüler ama o evlilik de sona erdi. Artık annesi, üvey kız kardeşi ve kendisi bir aile olmuşlardı.
Kapının dışında, koridordan gelen yumuşak ayak sesleri duyuldu. Petter başını kaldırdığında kapının eşiğinde duran Katie'yi gördü. Üvey kız kardeşi, uzun koyu kestane saçlarını gevşek bir topuz yapmış, oversize bir kazak ve şortla rahat bir şekilde duruyordu. Elinde büyük, mavi bir kupa vardı. Sıcak çikolata ya da sütlü kahve içtiğini tahmin etti. Hafif gülümseyerek Petter'e döndü.
"Yine mi kodlarla boğuşuyorsun?" diye sordu, gözlerini ekrana kaydırarak.
Petter hafifçe gülümsedi ve esneyerek geriye yaslandı. "Evet, proje yetiştiriyorum. Sen ne yapıyorsun?"
Katie odanın içine adım attı, ahşap zeminde yürürken ayak sesleri neredeyse duyulmazdı. "Sadece takılıyorum. Film izlemek istedim ama tek başıma sıkıcı oluyor," diye iç geçirdi. Sonra büyük bir merakla Petter'in bilgisayarına bakarak, "Bütün gün kod yazmak nasıl hissettiriyor?" diye ekledi.
Petter omuz silkerek sandalyesini çevirip ona baktı. "Bazen harika, bazen işkence gibi. Ama en azından kafamı meşgul ediyor."
Katie onun masasına yaklaşıp kahvesinden bir yudum aldı. Odayı, kahvesinin tarçın ve vanilya kokulu aroması doldurdu. "Ben de bir şeyler yapmak istiyorum ama ne yapacağımı bilmiyorum," dedi hafifçe kaşlarını çatarak.
Petter onun bu hallerini tanıyordu. Katie dışa dönük, neşeli biri olsa da bazen boşluğa düşer gibi hissettiği zamanlar olurdu. Üvey kardeşiyle çocuklukları çok farklı geçmişti. Katie'nin babası sert mizaçlı bir adamdı ve evlilikleri süresince annesi mutsuzdu. Ancak boşandıktan sonra annesiyle birlikte geldiklerinde her şey yavaş yavaş normale dönmüştü. Katie artık bu evin bir parçasıydı.
Petter hafifçe gülümseyerek sandalyesini döndürüp bilgisayarını kapattı. "Eğer sıkıldıysan bir şeyler yapalım. Bir yere gidelim mi?"
Katie gözlerini kırpıştırarak ona baktı. "Gerçekten mi? Gitmeye üşenmez misin?" diye dalga geçerek sordu.
Petter hafifçe başını iki yana salladı. "Çok uzun süre kod yazarsam beynim sulanıyor. Belki biraz dışarı çıkarsak temiz hava iyi gelir."
Katie heyecanlanarak yerinde hafifçe zıpladı. "Harika! O zaman hemen hazırlanıyorum!" dedi ve hızla odadan çıktı.
Petter hafifçe gülümseyerek başını iki yana salladı. Katie'nin enerjisi bazen şaşırtıcıydı.
Yarım saat sonra, ikisi de arabada oturuyordu. Petter direksiyona geçti, Katie ise yan koltuğa kurulmuş, bir yandan telefonuyla oynuyor, bir yandan dışarıyı izliyordu. Gece çökmeye başlamıştı ve sokak lambalarının loş ışıkları, asfaltın üzerinde uzun gölgeler oluşturuyordu. Oklahoma'nın geniş yolları, hafif sisin içinde uzanıyordu.
Katie bir süre sessizce dışarıyı izledi, sonra aniden döndü. "Babamla konuşmuyor musun hiç?" diye sordu.
Petter kısa bir an duraksadı, sonra başını salladı. "Hayır, neden konuşayım ki? Annemi nasıl bıraktığını biliyorsun. O adam benim babam gibi bile olmadı."
Katie bir an başını eğerek dudaklarını büktü. "Haklısın… Bazen ben de düşünüyorum, acaba onunla konuşsam nasıl olurdu diye ama… sonra vazgeçiyorum."
Petter yan gözle ona baktı. Katie her ne kadar güçlü ve neşeli görünse de, geçmişinden gelen izleri hâlâ taşıyordu. Petter elini direksiyondan ayırıp hafifçe onun elinin üzerine koydu.
"Biz buradayız. Annem, sen ve ben. Gerisi çok da önemli değil."
Katie hafifçe gülümseyerek başını salladı. "Evet… Haklısın."
Dışarıda yollar, uzayan geceyle birlikte giderek daha boş ve sessiz hale geliyordu. Ama arabanın içinde, sıcak bir dostluk ve aile olmanın getirdiği sessiz bir huzur vardı.
Araba, eğlence parkının geniş otoparkında durduğunda, motorun hafif uğultusu yerini parkın dışından gelen canlı seslere bıraktı. Rüzgâr, akşamın serinliğini taşıyan hafif bir dokunuşla esiyor, havaya karışan patlamış mısır ve sıcak şeker kokularını arabaya doğru sürüklüyordu. Petter, direksiyonu son bir kez çevirdikten sonra motoru kapattı ve camdan dışarı baktı. Devasa bir dönme dolap gökyüzüne doğru yükseliyor, parlak ışıklarıyla uzaktan bile göz kamaştırıyordu.
Yanında oturan Katie, heyecanla ellerini ovuşturdu ve hızlıca kemerini çözdü. Petter bir an yan gözle ona baktı. Üzerinde koyu gri, geniş cepli bir hoodie vardı, kollarını biraz sıvamıştı ve altına siyah tayt giymişti. Ayağında ise beyaz spor ayakkabılar vardı, ama onlardan biri hafifçe çamura batmış gibi görünüyordu.
"İnecek misin, yoksa burada mı kamp kuracaksın?" diye takıldı Petter, kapısını açarken.
Katie ona dil çıkarıp bir çırpıda arabadan dışarı atladı. "Bekle, bekle! Anahtarı ben alayım, olur mu?" diye sordu.
Petter kaşlarını kaldırarak ona baktı. "Neden?"
Katie başını yana eğerek sevimli bir gülümsemeyle baktı. "Çünkü seni biliyorum. Kaybedersen bir daha eve giremeyiz."
Petter iç çekerek anahtarı Katie'nin avucuna bıraktı. "Sana fazla güveniyorum."
Katie kahkaha attı ve anahtarı cebine koyduktan sonra hemen yanına gelip koluna girdi. Petter hafifçe geriye yaslanarak ona baktı. Katie'nin sımsıcak kolları, ince ama sıkı bir kavrayışla ona yaslanmıştı.
Neşeli bir sırıtışla, "Ne o, sevgili kıvamında mı takılıyoruz?" diye alaycı bir tonla sordu.
Katie kaşlarını hafifçe kaldırdı, saçlarını omzunun üzerinden geriye doğru savurarak, "Ne olmuş?" dedi umursamaz bir ifadeyle. Ardından, "Tamam, hadi giriyoruz!" diyerek yürümeye başladı.
Petter, Katie'nin arkasından bakarken hafifçe gülümsedi. Katie ne zaman onunla birlikte dışarı çıksa, enerjisini tamamen ortaya koyuyordu. Onun bu özgüveni ve rahat tavırları çoğu zaman Petter'in hoşuna gidiyordu. İkisi de artık kardeş olmaktan çok, en iyi arkadaş gibiydiler.
Parkın girişine doğru ilerlerken, Petter bir anda Katie'nin yanında belirdi ve sinsi bir ifadeyle elini onun saçlarına uzattı. "Saçlarını karıştırmamı ister misin?" diye sordu alaycı bir şekilde, parmaklarını hazır konuma getirerek.
Katie hızla başını geri çekip, iki eliyle saçlarını korumaya aldı. "Hayır! Daha yeni yaptım!" diye itiraz etti. "Evde belki izin verebilirim ama şimdi asla!"
Petter güldü, ellerini cebine sokarak, "Peki, şansımı evde denerim o zaman," dedi göz kırparak. Katie'nin saçlarını darmadağın etmeyi sevdiğini kabul etmesi gerekiyordu. O yumuşak, kalın telli dalgalı saçları bir yumağa dönüştürüp, parmaklarını içinde gezdirerek hayali bir klavyede kod yazarmış gibi hareket ettirmek onun için tuhaf bir eğlenceydi. Katie ise buna genellikle şikayet etse de, bazen sessizce kabul ediyordu. Ama tabii ki, böyle büyük bir kalabalık içindeyken ona asla izin vermezdi.
Parkın içine girdiklerinde, etraflarını parlak ışıklar, çığlık atan insan sesleri ve çeşitli makine gürültüleri sardı. Büyük hız trenlerinin rayları havada keskin kıvrımlar çiziyor, atlıkarınca masalsı müziğiyle dönmeye devam ediyordu. İnsanlar standların önünde atış yaparak peluş oyuncak kazanmaya çalışıyor, pamuk şekerlerini dikkatlice yiyorlardı. Çocuklar ellerinde devasa lolipoplarla koşturuyor, gençler korku tüneli önünde gülüşerek sıra bekliyordu.
Katie bir an için gözleri parıldayarak etrafına bakındı. "Nereden başlayalım?" diye sordu.
Petter hafifçe omzunu silkti. "Bilmiyorum, sen karar ver."
Katie kısa bir düşünme anının ardından parmağını kaldırarak hız trenine işaret etti. "Hız treni! Önce oraya binelim!" dedi hevesle.
Petter hafifçe kaşlarını çattı. "Emin misin? Daha önce hiç binmedin, değil mi?"
Katie başını salladı. "Evet, ama korkmuyorum! Denemek istiyorum."
Petter, Katie'nin içindeki adrenalin tutkusunu anlamıştı. Onun gibi enerjik biri için, hız treni kaçırılmayacak bir fırsattı. Hafifçe gülümseyerek başını salladı. "Tamam, bakalım cesaretin gerçekten var mı."
Katie meydan okurcasına kollarını kavuşturdu. "Göreceğiz!"
İkili, hız treninin sırasına girdiklerinde, etraflarında heyecanla konuşan insanlar vardı. Trenin kalkış noktasında bekleyenlerin yüzünde bir yandan gerginlik, bir yandan da heyecan vardı. Yüksekten aşağıya doğru serbest düşüşe geçtiklerinde çığlık atan insanları görünce Katie'nin yüzünde bir anlık tereddüt belirdi, ama hızla toparlandı.
Sıra onlara geldiğinde, ikisi de koltuklarına oturdu ve emniyet kemerlerini bağladı. Katie, Petter'e dönüp gülümsedi. "Eğer korkarsam, elimi tutmama izin verir misin?" diye alaycı bir ifadeyle sordu.
Petter kahkaha attı. "Elini tutmamı sen isteyeceksin, bana güven."
Tren harekete geçtiğinde, ikisi de heyecanla birbirlerine baktılar. İlk yükselişte, trenin yavaşlamasıyla gerilim arttı. Katie, nefesini tutarak etrafına bakındı. "Vay canına, buradan her şey ne kadar küçük görünüyor!"
Petter gülümsedi ama bir şey söylemedi. Ve sonra…
Tren aniden serbest düşüşe geçti.
Rüzgâr yüzlerine çarparken Katie'nin çığlığı havada yankılandı. Ama bu, korkudan çok saf bir coşkunun çığlığıydı. Petter de kendini gülmekten alıkoyamadı. Tren dönerken, keskin virajlardan geçerken ve tekrar yükselirken, ikisi de unutulmaz bir anın içinde kayboldu.
Tren sonunda durduğunda, Katie'nin saçları hafifçe karışmış, yüzü heyecandan kızarmıştı. İner inmez nefes nefese kalmış bir şekilde, "Bu… harikaydı!" diye bağırdı.
Petter kıkırdayarak başını salladı. "Sana söylemiştim."
Katie hafifçe ona vurdu. "Tamam, itiraf ediyorum. Biraz korktum. Ama kesinlikle bir daha bineceğim!"
Petter onun bu enerjisine gülümseyerek baktı. Eğlence parkı, gecenin ilerleyen saatlerinde bile ışıklarını ve hareketliliğini kaybetmiyordu. Bugün, ikisi için unutulmaz bir anı olarak kalacaktı.
Ve belki de eve döndüklerinde, Petter Katie'nin saçlarını karıştırmak için tekrar şansını deneyecekti.
Petter ve Katie hız treninden indikten sonra hâlâ adrenalinin etkisi altındaydılar. Katie'nin yüzünde büyük bir gülümseme vardı, ama bu gülümsemenin ardında kendi heyecanının getirdiği hafif bir şaşkınlık da seziliyordu. Etraflarında, aynı trenle yolculuğa katılmış olan diğer insanlar kahkahalar atıyor, korkularını dile getirip birbirlerine sarılıyorlardı. Parkın atmosferi o kadar canlıydı ki, kendilerini sanki bir festivalin içinde gibi hissediyorlardı: her köşeden farklı müzikler yükseliyor, ışıklar renkli desenlerle havayı süslüyor, havayı dolduran karamelize şeker ve kızarmış hamur kokusu iştah kabartıyordu.
Katie, saçlarını düzeltmeye çalışırken, "Buna binmek hiç de fena değilmiş," dedi titrek bir nefes alarak. Petter, onun bu haline hafifçe gülümseyerek, "Korktuğunu itiraf edecektin, değil mi?" diye takıldı. Katie onu dirseğiyle hafifçe dürtüp, "Biraz! Ama gene de baksana, hayattayız ve çok eğlendim," dedi.
İkisi de hız treninden ayrılan kalabalığa karışıp yavaşça yürümeye başladılar. Kenarda duran tezgâhlarda rengârenk pamuk şekerler, parlak kağıtlara sarılı şekerlemeler ve üstünde gülümseyen suratlar olan balonlar vardı. Parkın içindeki yürüyüş yolları aydınlatmalarla capcanlı hale getirilmişti ve her tarafta bir hareketlilik hissediliyordu. Bazı insanlar atış standlarında tüfeklerle hedef vurmaya çalışıyor, bazıları çekiçle güç ölçen makinelerde gücünü gösterme yarışına giriyordu. Kimileri maskotların, palyaçoların etrafında fotoğraf çekinme telaşındaydı.
Petter bir an durup etrafına bakındı. "Şu büyük salıncak da çok ilgi çekiyor gibi görünüyor," diye işaret ettiği yer, ortada devasa bir zincirli salıncağın her tarafı ışıklarla kaplı halde döndüğü bir yerdi. Çeşitli yaşlardan insanlar, o salıncaklara binip havaya yükseldikçe neşeyle çığlık atıyor, sağa sola savrulurken kahkahalara boğuluyordu.
Katie ise daha renkli bir şeye bakıyordu: "Şu çarpışan arabalar harika! Hani şu eski lunapark filmlerinde gördüklerimizden," diye seslendi heyecanla. Petter omuz silkerek gülümsedi. "Nasıl istersen. Sıra çok uzarsa haberin olsun, ben yine de katlanırım." Katie aynı heyecanla başını salladı. "O zaman önce çarpışan arabaya binelim, sonra şu salıncağa bakarız."
İkisi, çarpışan arabaların sırasına girdiklerinde etraflarındaki insanlar da çiftler, arkadaş grupları veya ailelerden oluşuyordu. Kimi elinde patlamış mısırla bekliyor, kimi de cep telefonlarıyla oyalanıyordu. Makinelerin içinden gelen yüksek disko ritmi, kabinlerin parlak ışıklarıyla birleşince tam bir şenlik havası yaratıyordu. Petter ve Katie sırada beklerken, Katie arada telefonuna göz atıyor, Petter ise göz ucuyla kardeşini izliyordu. Kısa zaman önce birbirleriyle bu kadar yakın olacaklarını tahmin bile etmezken, şimdi her anı birlikte paylaşmaya başlamış olmaları ona garip ama bir o kadar da güzel geliyordu.