Ficool

Chapter 7 - KÜL-PERDESİ EŞİĞİ

Tüneldeki hava ağırlaştı; Aras her adım attıkça etrafında koyulaşıyordu.

Karanlığın içinde—sabırsız bir avcıyı andıran—bir şey nefes alıp veriyordu.

Her nefeste tünelin duvarları titriyor, nem yavaşça yukarı tırmanıyor, gölgeler uzayıp sonra çekilerek kendini geri topluyordu.

Lira'nın sesi karanlığın içinden süzüldü; onu yararak değil, onunla birlikte akarak.

"Bu tüneller asla boş kalmaz, Aras. Gecesu'nun Çocukları bekler burada. Karanlığın ilk nefesinden doğmuş gölgeler… Kim geçer, kim geçemez, onlar karar verir."

Aras ürperdi.

Duvarların üzerinde kayıp giden gölge çizgileri gördüğünü sandı; her odaklanışında gözünün önünden silinip gidiyorlardı.

"Ve Külbağlılar," diye sürdürdü Lira. "Onlarla savaştın. Onlar Kül-Gökkuşağı'nın kırık kıvılcımlarıdır. Her saldırıları Gecesu'yu besler. O koca yiyici ağza göre onlar sadece birer lokmadır."

Aras yutkundu.

"Peki ben… nasıl kaçtım?"

"Bilmiyorum," dedi Lira açıkça. "Tüneller genelde kimseyi salmaz. Ama seni saldılar."

Tünelin nefesi hâlâ Aras'ın sırtına yapışmıştı, o öne doğru bir adım atarken—

—ve dünya açıldı.

Kendini devasa bir kraterin kenarında buldu.

Yüzüne çarpan rüzgâr kırık cam kadar keskin ve soğuktu; aşağıdaki manzara ciğerlerindeki havayı söküp aldı.

Bu bir şehir değildi.

Bu, parçalanmış kıtaların birbirine örülüp içe doğru spiral yaptığı, yaralı bir dünyanın açığa çıkmış kalbi gibiydi.

Aşağıdaki halkalar sokak değil, her biri yüzlerce kilometreye yayılan ülke büyüklüğünde alanlardı: dağ zincirleri, uçsuz bucaksız ovalar, gölgeli ormanlar, iç göller, iç denizler…

Aras'ın nefesi takıldı.

"Bu… bu gerçek olamaz. Bir şehir… hiçbir şehir bu kadar büyük olamaz."

Lira yanına geldi; bakışı sakindi.

"Aşrain Sığınağı bir şehir değil, Aras. Her halka başlı başına bir diyar taşır. Bu, parçalanmış bir dünyadan arta kalan son nizamdır."

Aras bir kez daha baktı—ve ölçek onu yuttu.

Mavi Halka — Hafıza Kıtası

Derinlerde, Mavi Halka bir ulus gibi serilmişti.

Bir yanında solgun ışıklar altında parıldayan arşiv kuleleri ve hafıza kaleleri vardı:

Parlak Mavi, Hatırlayanların Diyarı.

Yanında ise adım atıldığında iz bırakmayan, ağır sisli bir düzlem uzanıyordu:

Soluk Mavi, Unutulanların Diyarı.

"Bir taraf hatırlar," dedi Lira yumuşakça,

"diğeri siler."

Mor Halka — Görü ve Yük Kıtası

Burada hava, kırık vizyonların titreşimiyle dalgalanıyordu.

Yüzlerce kilometre boyunca Parlak Morun yüksek kulelerinden Görenler gözetliyordu.

Onların gölgelerinde ise Soluk Morun Yüklenenleri, miras aldıkları acıları taş ovalarda ve karanlık göl kıyılarında sırtlanıyordu.

"Burada ya çok fazla görürsün," dedi Lira,

"ya da bir kıta büyüklüğünde ağırlık taşırsın."

Kırmızı Halka — Bitmeyen Cephe

Ufukta ulus ölçeğinde bir savaş alanı çarpışıyordu.

Parlak Kırmızı — Muhafızlar, kilometreler boyunca uzanan savunma hatlarını koruyordu.

Soluk Kırmızı — Siper Kurucuları, şehir büyüklüğünde sur-kentler inşa ediyor, toprakları duvarlarla boğuyordu.

"Yanlış çekilen tek bir sınır," diye mırıldandı Lira,

"bazen bütün bir diyara kıyamet getirir."

Altın Halka — Bolluk ve Çürüme Kıtası

Altın rengi düzlükler gözün görebildiği kadar uzanıyordu.

Bir yanında Parlak Altın — Akış Taşıyıcıları, bereketi toprak boyunca akıtıyordu.

Diğer yanında ise Soluk Altın — Çürüyenler, çökmüş şehirler ve çorak tarlalarla dolu topraklarda sürünüyordu.

"Bolluk da büyüktür burada," dedi Lira,

"çürüme de."

Yeşil Halka — Yollar ve Kayıp Kıtası

Ormanlarla ve kıvrılan yollarla kaplı geniş bir diyar.

Yüzlerce kilometre boyunca Parlak Yeşilin Rehberleri yollar açıyor, patikalar oyuyordu.

Yanlarında ise Soluk Yeşilin Kaybolanları, çöken yolların labirentleri içinde amaçsız dolaşıyordu.

"Burada hiç kimse olduğunda kalmaz," dedi Lira.

"Ya yükselirsin… ya kaybolursun."

Gri Halka — Düşenlerin Sınırı

En dıştaki halka, çöküşün kıtasıydı.

Sis, dev sütunlar hâlinde yükseliyor, içindeki şekilleri ve yankıları yutuyordu.

Parlak Gri — Kapı Bekçileri eşiği gözlüyordu.

Soluk Gri — Düşenler, sisin içinde yürüdükçe silikleşiyor, formları her adımda biraz daha eriyordu.

"Geri dönerlerse," diye fısıldadı Lira,

"hiçbiri aynı dönmez."

Kalp — Karanlık Prizma ve Gecesu

Kraterin merkezinde dev bir obsidyen kalp duruyordu:

Karanlık Prizma.

Parlamıyordu.

Nefes alıyordu.

Her nefes alışında çatlakları genişliyor,

her nefes verişinde tüm kraterin havası titriyordu.

Aras, ufka çevirdi bakışını.

Gecesu.

Su değildi.

Gölge değildi.

Bir nefesti.

Soğuk.

Aç.

Sabırlı.

"Şehirleri yutar," dedi Lira.

"Bu dağlara oyulmuş onlarca şehir vardı. Gecesu yükseldiğinde… hepsi yok oldu."

Aras'ın derisinde bir ürperti yayıldı.

"Belki bir gün geri çekilir," diye fısıldadı Lira.

"Ve yuttukları şehirler yeniden yükselir.

Hiçbir şey tamamen kaybolmaz."

Prizma Parçası — Aras'ın İçindeki İz

Karanlık Prizma birden nabız attı—sanki onu tanımış gibi.

Aras sendeledi.

"Neden… neden tepki verdi?"

"Çünkü," dedi Lira, "Prizma kırıldığında parçaları sadece taşa saplanmadı. Ruhlara da girdi.

Senin içinde… o kırıntılardan biri var."

Aras'ın sesi titredi.

"Tehlikeli mi?"

"Uykuda," dedi Lira. "Ya da uyanıyor."

"Uyanırsa?"

"Aras… uyanırsa ya onunla hizalanırsın…

ya da o seni yer."

Prizma yeniden nabız attı.

Yavaş. Bilen bir tonda.

Kül-Perdesi — İlk Eşik

Lira onu, krateri çevreleyen ince gri sis halkasına götürdü.

"Bu Kül-Perdesi.

Bir şehrin dış sınırı değil—onun ilk eşiği."

Sis tabakasının içinde sayısız siluet dolaşıyordu.

Bir adım öne çıkıyor, görünmeyen bir güçle geriye çekiliyorlardı.

"Geçemeyenler burada kalır," dedi Lira.

"Onlara Kül-Perdesi Hacıları denir."

Aras'ın sesi inceldi.

"Neden böyle dönüp duruyorlar?"

"Prizma onları kendine çeker.

Gecesu geri iter.

İki nefes arasında sıkışmışlar."

Sonra Aras'a baktı—gözlerini kaçırmadan.

"Ve şu anda, Aras… sen de onlardan birisin.

Perde seni tanımadı.

Geri dönemezsin…

ama içeri de giremezsin."

Aras'ın içi boşaldı.

"Peki… beni kabul eder mi?"

Lira tereddüt etti—sonra havayı değiştiren üç gerçeği söyledi.

Üç Büyük Gerçek

İçinde Prizma parçası taşıyan hiç kimse Kül-Perdesi'ni denemedi.

"Ne bir örnek var, ne bir rehberlik, ne de bir kehanet.

Ne olacağını kimse bilmiyor." Kadınlar Perde'nin dışında doğum yapmak zorunda.

"Perde, doğmamış ruhu okur." Eğer Perde bir çocuğu reddederse, anne de onunla ölür.

"Ruhun rengi Perde'ye uymazsa… ikisini birden alır."

Rüzgâr kıpırdadı.

Gecesu nefes aldı.

Prizma nefes verdi.

Ve Aras anladı:

Bu dünyanın tehlikesi renklerinde değildi.

Tehlike, onun içindeydi.

Kül-Perdesi'nin hükmü yaklaşıyordu—

bilinmez, geri dönülmez, kaçınılmaz.

More Chapters