Ficool

KÜL GÖKKUŞAĞI KARANLIK IŞIK

duskwalker
21
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 21 chs / week.
--
NOT RATINGS
577
Views
VIEW MORE

Chapter 1 - GÖĞÜN KIRILDIĞI AN

Akşam, şehrin üzerine ağır bir sis perdesi gibi çökmüştü—ya da belki de şehir, yorgun sokakları ve yük taşıyan caddeleriyle, dinlenme özlemiyle akşamı kendine çağırmıştı. Yalnızca şehirlerin hatırladığı o eski, sessiz büyüyle geceyi omuzlarına çekmişti. Beton kuleler kararan göğe uzanıyor, cam yüzeylerde gündüzden arta kalan titreşen hayat parçaları donmuş hâlde duruyor, binlerce adımın oymasıyla çizgiler kazanmış yollar tek bir ortak nefesle ağırlaşıyor gibiydi.

Tüm şehir, günün ağırlığından ezilip akşamı bir battaniye gibi üzerine çekmişti sanki.

Ama sokaklara çöken bu uyku huzurlu değildi; gergin bir bekleyişti.

Şehrin damarlarında dolaşan elektrik bile tereddütle ürperiyordu.

Aras bu sessiz büyünün içinde yürüyordu.

Kalabalığın içinde akıyordu ama ona ait değildi.

Yorgunluğu bu güne ait değildi; adı olmayan, çok daha derin bir yerden geliyordu.

Bir vitrinin önünden geçerken aniden derisinde bir karıncalanma yayıldı.

Önce omzunda hafif bir titreşim…

Sonra kolu boyunca ilerleyen soğuk bir fısıltı…

Görünmeyen bir şey teninin üzerinde gezinmiş, nazik ama kasıtlı bir hareketle içeri sızmaya çalışmış gibiydi.

Bu his tuhaf bir tanıdıklık taşıyordu;

ama bu hayata ya da bu bedene ait bir tanıdıklık değildi.

Aras irkildi, kolunu silkerek üzerinden bir şey atmaya çalışır gibi yaptı—ama hiçbir şey yoktu.

Karıncalanma geldiği hızla kayboldu ve geriye yalnızca uzun bir gölgenin içinden geçmiş gibi ince bir ürperti bıraktı.

"Garip," diye mırıldandı.

Zihninin kıyısında bir düşünce kıvılcımı belirdi—ama tam yakalayamadan dağıldı.

Uyanınca hatırlanamayan bir rüyanın son kırıntısı gibi.

Sokağa geri döndü.

Hayat her zamanki ritminde akıyordu:

Fırından yükselen sıcak ekmek kokusu…

Bir çocuğun ebeveyninin paltosunu çekişi…

Kırmızı ışıkta sabırsızlanan bir araba kuyruğu…

Her şey olağandı.

Rahatlatıcı biçimde olağan.

Ta ki zemin titreyene kadar.

İlk titreşim yumuşaktı, neredeyse yok sayılabilirdi.

Ama Aras'ın içinde—o tuhaf dokunuşun bıraktığı derin bir iz—onu anında tanıdı.

İkinci titreşim daha güçlüydü; yakınlardaki bir sokak lambası sallandı.

Aras istemsizce durdu.

Kalbi sıkıştı.

Başını kaldırdı.

Gökyüzünde ince, keskin bir çizgi belirmişti.

Önce bunu solan ışığın oyunu sandı.

Ama çizgi genişledi…

Derinleşti…

Bulutların dokusunu yırtmaya başladı.

Gökyüzü, içeriden zorla açılan bir yara gibi sessizce bölünüyordu.

Dışarısı parçalanmıyordu—bir şey göğün içinden dışarı çıkmak için bastırıyordu.

Bir şey

nefes

almak

istiyordu.

Yarık büyüdükçe içinden bir ışık sızdı.

Ama bu ışık… gerçek bir ışık değildi.

Renkten arınmıştı, anlamı soyulmuştu;

gri bir fırtına bulutunun içinden geçip bozulmuş gibiydi.

Ne beyazdı ne siyah, ne parlak ne karanlıktı.

Yorgun bir varlığın soluğu gibi, kül renginde bir nabızla titreşiyordu.

Parıltı şehre doğru eğildiğinde, Aras'ın derisinin altındaki karıncalanma geri döndü—bu kez daha keskin, neredeyse canlıydı.

Yarık açıldı.

Hava derin bir uğultuyla titredi.

Sokak lambaları korkmuş göz kapakları gibi çaktı.

Ve gri ışık düştü.

Süzülmedi.

Yavaşlamadı.

Düştü.

Ani, kesin, doğrudan Aras'a doğru.

Zaman durdu.

Aras'ın nefesi boğazında düğümlendi.

Vücudu hareket etmeyi reddetti.

Ve ışık çarpacakken, derin bir tanıma—kemik ve hafızanın ortak bir çınlaması—içinde yankılandı:

Bu daha önce oldu.

Düşünce tamamlanamadı.

Işık göğsüne çarptı.

Ne sıcaklık vardı ne acı.

Sadece içini çeken, boşaltan bir çekim—sanki kaderin soğuk eli kalbinin tam üzerine bastırmıştı.

Aras dizlerinin üzerine çöktü.

Şehir ışıkları patladı.

Gökyüzü yarıldı.

Yollar, çatlamış taşlar gibi yarıldı.

Dünya, gökyüzünden yağan küllerin fırtınasında boğuldu.

Bilinç karanlığa kayarken bir ses fısıldadı—kulaklarına değil, varlığının merkezine:

"Sonunda seni buldum."

Karanlık kapandı.

Aras düştü.