Amerika, son altı gündür kan ağlıyordu. Her sabah, bir önceki gece işlenmiş dört yeni cinayetin haberiyle uyanıyordu insanlar. Medyada dönen bu korku döngüsünün altıncı gününde, kameralar nihayet bu kolektif kabustan çıkıp, güneşli bir parktaki mükemmel aile tablosuna odaklandı.
Havadaki ılık yaz esintisi, taze kesilmiş çim ve uzaktan gelen barbekü kokularını taşıyordu. John, battaniyenin üzerinde karısı Emma'nın kahkahasının sesine uyandı adeta. Bu, onun için bir ninni kadar huzur vericiydi.
JOHN
Biraz daha meyve suyu ister misin, aşkım?
EMMA
(Gülümseyerek)
Hayır, tatlım. Ama eğer markete gidiyorsan, biraz buz alabilir misin? Soğutucu yeterince soğuk değil.
John, ayağa kalktı ve küçük kızları Sarah'ya doğru eğildi. Kızının saçlarındaki çilek şampuanı kokusunu içine çekti.
JOHN
Ben yokken annene yardım et, tamam mı prensesim?
SARAH
(Cıvıl cıvıl)
Tamam, baba! Çabuk gel, saklambaç oynayacağız!
John, onun burnuna hafifçe dokunup arkasını döndü. O an, hayatının en sıradan ve en değerli anlarından biriydi. Bu huzurun kırılgan olduğunu bilseydi, asla oradan ayrılmazdı.
---
Marketteki soğuk, yapay hava ve plastik ambalaj kokusu, parktaki doğallığın yerini almıştı. John, bir paket buz alıp kasaya yöneldi. Dakikalar sürmedi. Ama döndüğünde, parktaki dünyası yerle bir olmuştu.
Battaniye duruyordu. Sepet duruyordu. Ama Emma ve Sarah yoktu.
JOHN
(Hafifçe, şüpheyle)
Emma? Sarah? Saklambaç için fazla erken değil mi?
Cevap yoktu. Sadece yaprakların hışırtısı.
JOHN
(Daha yüksek sesle, endişeyle)
Emma! Bu hiç komik değil! Sarah!
İçinde aniden büyüyen bir boşlukla etrafa koşmaya başladı. Ağaçların arkasına baktı, tuvaletleri kontrol etti. Kalbi göğsünde çılgınca çarpıyordu. Huzur, yerini buz gibi bir paniğe bırakmıştı. Sonunda, titreyen elleriyle telefonunu çıkardı ve acil servisi aradı.
JOHN
(Sesi titreyerek)
Acele!.. Ailem kayboldu! Lütfen... Lütfen yardım edin!
---
Polis memuru, onu şehrin kenarındaki tenha bir balıkçı barınağına, "Deniz Feneri" adlı restoranın önüne çağırmıştı. Hava ağırlaşmıştı; tuz, balık ve garip, keskin bir çürüme kokusuyla doluydu. Sahili, dönen kırmızı ve mavi ışıklarıyla aydınlatan bir dizi polis aracı sarmıştı. Kalabalık bir ekip, sudan çıkarılan cesetlerin etrafında hareket ediyordu.
MEMUR
(Sakince, yüzü asık)
John, soyadın ne? Lütfen onaylamamız gerekiyor.
JOHN
(Nefesi kesilmiş, bakışları sahile kilitlenmiş)
Neden... Neden buradayız? Onlar nerede?
Tam o sırada, suyun karanlık yüzeyinden, üzeri brandayla örtülmüş dört ceset çıkarıldı. İkisi yetişkin, ikisi çocuk boyutlarındaydı. Bir kolluk görevlisi, ilk brandayı kaldırdı. Brandanın altından, Emma'nın o sabah giydiği mavi elbisenin bir parçası göründü. John'un dünyası, o an sessiz bir çığlıkla paramparça oldu. Yere çöküp, mideleri bulandıran ölüm kokusuna karışan kendi iç çekişlerini duydu sadece.
---
Bir hafta sonra... John, şehrin endüstriyel bölgesindeki terk edilmiş bir deponun karşısında duruyordu. Hava, yağ ve pas kokuyordu. Yüzü taş gibi sertleşmiş, gözlerinde bir haftalık uykusuzluğun ve tarifsiz acının gölgeleri vardı. İçeri girdi.
Zemin kattaki iki adam, silahlarını bile çekemeden, John'un hızlı ve ölümcül hamleleriyle yere serildi. Hiç ses çıkarmadı. Sadece nefes alıp veriyordu.
İkinci kata çıktı. Koridorda altı silahlı adam onu bekliyordu. Işık hızında hareket etti. Birini duvara fırlattı, diğerinin silahını elinden vurdu, üçüncüsünün bacağına bir darbe indirdi. Kurşunlar etrafında ıslık çalarken o, bir gölge gibi hareket ediyor, her hamlesi öfke ve acıyla yoğrulmuş bir intikam duygusu taşıyordu. Uzun ve kaotik bir çatışmanın sonunda, altısı da hareketsiz yatıyordu.
Üçüncü kata ulaştığında yüzü kan içindeydi ama durmadı. Buradaki beş muhafızla yumruk, tekme, her türlü dövüş tekniğiyle çarpıştı. Kemiklerin kırılma sesleri, derin homurtular ve son nefesler koridorda yankılandı. Dördünü etkisiz hale getirdi, son adamı ise yüzündeki o ifadesiz bakışla boğazlayarak son nefesini verene kadar sıktı.
Sonunda, koridorun sonundaki odaya girdi. İçeride, titreyen Mafya Babası masasının ardındaydı.
MAFYA BABASI
(Sendeleyerek, yalvarırcasına)
Lütfen! Beni öldürme! Parayı veririm! Her şeyimi! Sadece yaşamama izin ver!
John'un yüzünde en ufak bir duygu ifadesi yoktu. Silahını kaldırdı ve soğukkanlılıkla adamın her iki bacağına birer el ateş etti. Acı dolu bir çığlık odada yankılandı. John, arkasını dönüp oradan ayrılırken, arkasında yalnızca inleyen bir adam ve ölüm sessizliği bıraktı.
---
John, arabasına atladı. Elleri hâlâ titriyordu, üzerindeki barut ve kan kokusu arabanın kapalı havasını zehirliyordu. Şehrin ıssız sokaklarından hızla geçerken, gözü bir anlığına yol kenarındaki terk edilmiş bir endüstri binasına takıldı.
Orada, binanın zifiri karanlık pencerelerinden dördüne ait, sekiz adet kırmızı, neredeyse şeytani bir parlaklıkla yanan göz çifti gördü. Bu bir hayaletten farksız, ürpertici bir manzaraydı. Arabasını yavaşlattı. Bunlar, onun peşinde olduğu şeydi. Cinayetlerin, acısının kaynağı.
Arabanın motorunu durdurdu ve sessizce kapıyı açtı. Gece havası teninde hissetti. Silahını kuşanıp, o kırmızı gözlerin kaynağına doğru, karanlığın içinde süzülerek ilerlemeye başladı.
