"Uzun zaman önce, sadece Güneş ve Ay Ruhları vardı. Birbirlerine sahiptiler ama sonsuz boşlukta yeterli değildi. Güçlerini birleştirip Evren'i oluşturdular, boşluğun içindeki kıpırtı. Yıldızlar, galaksiler, gezegenler... Tüm bunların ortasında ise bir tek kıpırtı vardı: Hayat."
Meelan kehaneti monoton bir sesle okumaya devam ederken esnedim. Daha ne kadar sürecekti?
"Güneş ve Ay Ruhları, yaşamın ve canlıların bu tatlı karmaşasına bayılmışlardı. Yaşamın tüm kaosun içinde ise Kadim Ruhların sağladığı kendince bir düzen vardı."
"Fakat her düzenin bir sonu vardır. Bundan yaklaşık 500 yıl önce Karanlık Ruh Dünya'ya saldırdı. Gücüyle nehirleri kuruttu, çiçekleri soldurdu. Gölleri kızıla boyayıp Dünya'yı kaostan beslenen bir cehenneme çevirdi."
"Güneş ve Ay Ruhları, özenle korudukları bu huzurlu cennetin böyle yok olmasına dayanamadılar. Kendilerini feda ettiler ve eski formlarını terk ederek canlıların yeniden huzur içinde yaşayabileceği Yeni Dünya'ya dönüştüler."
"Naiava, uyuyor musun sen?" diye tısladı solumda oturan Kaelith.
Homurdandım. "Biz aynı hikayeyi, ne bileyim, bir milyon kez falan dinlemedik mi?"
Sağımda oturan Valdara'nın da hafifçe horladığını duyabiliyordum.
Masum masum gözlerimi kırpıştırdım. "Devamını sana ezberden söyleyebilirim rahatça: '...ve orayı yönetmesi için de dört elementi görevlendirdiler.' Değil mi?"
Kaelith eliyle sus işareti yapıp beni susturdu, ben de dikkatimi Meelan'ın kısık sesine vermeye çalıştım. Belki bu kehanette farklı bir şeyler olabilirdi.
"...ve orayı yönetmesi için de dört elementi görevlendirdiler. Tekrar düzen hakimdi. Ta ki Karanlık Ruh yeniden uyanana dek."
Kafamı kaldırıp gözlerimi kocaman açtım. Yeniden uyanana dek... Bu ne demek oluyordu?
Kaelith'e çaktırmadan Valdara'yı dürtükledim. "Uyan."
Valdara sızlandı. "Bitti mi?"
Kaşlarımı çattım. "Bitti. Ama bu sefer... farklı."
Valdara kehanette bakmak için masada duran küreye eğildi. "Bu ne be..? Sanırım bir dahakine Meelan'ı dinlesem daha iyi."
Ben de eğilip küreye baktım.
"Zamanın bile unuttuğu bir dönemde iki ırmak vardı. Biri her zaman ışık ısıl parlardı, diğeri gölgelere gömülüyken. Başka gölge yoktu, ne de bir başka ışıltı..."
İç çektim. Bir şey anladıysam ne olaydım. Sanırım neden bunları okumak yerine bir kahine ihtiyaç duyduğumuzu anlıyordum.
Valdara'ya dönüp son cümleyi tekrarladım: "Ta ki Karanlık Ruh yeniden uyanana dek."
Valdara'ya baktığımda onun gözlerinde de benimkiyle aynı endişeyle karışık merakı gördüm. Bir şeyler olacaktı ve bu her ne ise, iyi bir şey değildi.
Herkes tereddütle bakışırken içeriye genç bir oğlan daldı. En fazla 16-17 yaşındaydı. Benimle yaşıt gibi gözüküyordu ama benim 500 yıldan daha uzun süredir yaşadığım düşünülürse bu pek mümkün değil gibiydi. Gerçi izole bir hayat sürmelerine rağmen elflerle ilgili birçok dedikodu duymuştum. Bunlardan biri de insanlardan daha uzun yaşadıklarıydı, en yaşlıları yaklaşık 500 yaşındaydı. Benim gibi. Yani bu çocuğun yaşının da 80 yaşına yakın olduğunu tahmin ediyordum.
Çocuk hızlı hızlı konuşmaya başladı. "Batı Kerael'den az önce Ruhlar Salonu'na bir mesaj geldi. 'Ejderhalar sıradağ sınırını geçip doğudan topraklarımıza geliyor. Amaçlarını bilmiyoruz.' diyorlar. Diğer haberlerle bağlantısı olabilir mi?" Sonra "Bu arada ben Xavier. Leydi Meelan'ın yeni uşağı," diye ekledi.
Meelan'ın dalgın bakışları keskinleşti, yüzü ciddi bir şekle büründü. "Bu, kaos. Hayat ağacının kuruması, hava üslerindeki depremler... Bir şey dengeyi bozuyor. Ve o şeyin ne olduğunu sanırım biliyoruz."
"Karanlık Ruh..." diye mırıldandım. "Geri gelecek."
Xavier bana döndü. "Doğru. Benzer tahminleri Yeni Dünya'nın pek çok yerinden duydum, ki sanırım hepsi doğru. " Hafifçe gülümsedi. "En azından Yeni Dünya onu koruyacak Ruhlara sahip."
Kastettiği Ruhlardan birinin ve olduğunun farkına varınca kalbim pırpır etti. Çocukla bir ara konuşmaya çalışsa mıydım? Gerçi bu saçma bir düşünceydi çünkü biliyordum ki bunu zaten yapamayacaktım. Özgüvenimin oldukça yerinde olmasına rağmen erkeklerle konuşmaya karşı gereksiz bir çekingenliğim vardı.
Karşılık olarak ben de ona gülümsemekle yetindim. Çocuk çok tatlıydı. Gerçi biraz soğuk bir tipti ama yine de tatlıydı. Sonsuza kadar yaşamanın en kötü yanlarından birinin bu olduğunu düşündüm. Herkes eninde sonunda yaşlanırken ben hep genç kalacaktım.
Çocuk odadan çıktığında hala yarım yamalak gülümsüyordum.
Valdara odadaki gergin atmosferi dağıtmak için sırtıma vurup sırıttı. "Yeni uşak hoşuna gitmiş anlaşılan." Kızardığımın belli olmamasını umdum.
Valdara'yla kehanetin şokuyla bir süre öylece dikildik. Yaklaşık 5 dakika sonra, Sorami'yi bulmamız bahanesi ile Kaelith ikimizi de dışarı kışkışladı.
Her ne kadar hepimiz varlığı çok değerli Element Ruhları olsak da Kaelith'in bizi gereksiz bir yük olarak gördüğünün farkındaydık. En büyüğümüz oydu ve o, bu durumu bize patronluk taslamak için kullanıyordu.
Gözlerimi devirecektim ama Valdara dudaklarını büzüp başıyla hafifçe Kaelith'i işaret etti. Bilge Ateş Ruhu bu kadar gergingen ona bulaşmak hiç de iyi bir fikir değildi. Valdara'yla süt dökmüş kediler gibi sessizce dışarı çıktık.
Dışarıda Sorami'ye bakınmamız gerekiyordu. Kaelith'in uydurduğu bir bahaneydi bu sadece ama yine de unutacağını sanmıyordum. İçeride Meelan'la her ne konuşuyorduysa o biter bitmez gelip Sorami'nin yanlarında olup olmadığını kontrol edecekti.
Sorami de bizim gibi Element Ruhlarından biriydi. Hava Ruhu olmasına rağmen seçildiğinde 10 yaşında küçücük bir kızdı, o yüzden de toplantılarda oldukça çabuk sıkılıyordu. Sabırsızlıktan hoşlanmayan kibirli Ateş Ruhumuzun isteği üzerine önemli bir şey konuşulacağı zaman genelde dışarıda bırakılıyordu. Valdara'yla benim aksimize, Sorami kehanetleri de dinlemek zorunda değildi.
Bazen, keşke ben de kapı dışarı edilsem de haftada bir sıkıcı kehanet dinletilerine katılmak zorunda kalmasam diyordum. Ama sanırım ben bahane uyduramayacak kadar da büyümüş sayılıyordum. Ne de olsa 16 yaşında takılıp kalmış bir genç kızdım, ama günün sonunda yine de yeterince büyük sayılıyordum.
Kaelith'in Meelan'la konuşması yaklaşık 10 dakika sürdü. Görünüşe göre Kaelith'in hızlı çalışan aklı hemen bir plan uydurmuştu.
En sonunda uygulanacak planın her zaman Kaelith'inki olacağını biliyordum zaten ama yine de ara sıra bize de danışılmasını dilemiyor değildim.
Sorami elindeki taşları avucuma bıraktı ve Kaelith'i dinlemek üzere ayağa kalktı. Ben de onu taklit ettim. Valdara hala bağdaş kurmuş yerde oturuyordu. Kalkması için dizimle dürtükledim. Valdara'nın buna cevabı sadece daha da yayılarak oturmak oldu. Pes edip önümde duran Kaelith'e odaklandım.
"Yarın yeniden toplanıyoruz. Meelan…"
"Yine mi?" diye isyan ederek araya girdim. Kaelith'in ateş saçan bakışlarıyla karşılaşınca hemen çenemi kapattım.
Kaelith iç çekip devam etti. "Meelan yeni bir Kehanet oluşturacak. Kahin güçlerinin yarına kadar yenilenemeyeceğini söyledi. Yarın geldiğimizde Kehanet okunmaya hazır olacak. Bu kehaneti kullanarak her elementten yeni mezun olmuş en güçlü savaşçıyı seçmesini istedim. Dört Element Savaşçısını seçtikten sonra onları özel bir kampta eğiteceğiz."
Bu sefer araya giren Sorami'ydi. "Kim eğitecek? Ben eğitebilir miyim? Çok iyi eğitirim!" Ne kadar iyi olduğunu pekiştirmek istercesine kollarını göğsünde kavuşturdu.
Ben küçük ruhun heyecanı üzerine gülümsedim ama Kaelith ciddiyetini koruyarak, "Tabii ki hayır," diyerek cevabı yapıştırdı. "Elfler eğitecek. Adil olması gerekiyor ve savaşçıların elementlerine göre kayırılmasını istemiyorum. Bu nedenle tüm eğitimciler elementsiz olan elflerden seçilecek."
Heyecanlandığımı hissettim. Ya Xavier… Başımı salladım. Xavier sadece uşaktı. Eğitimcilerin sadece en güçlülerden seçileceğine adım gibi emindim, hatta muhtemelen bu da Meelan'ın oluşturacağı kehanetin bir parçasıydı.
Sorami'nin verdiği çakıllar elimde ağırlık yapmaya başlamıştı. Yine de bunları yere bırakmama kızacağını biliyordum. Valdara'yla bana "Yaprak Dükkancılığı" oynamak konusunda epey ısrar etmişti ve bahçeden getirdiği küçük taşlar da "para"ydı. Valdara'nın elinde de aynılarından vardı.
Eline baktığımı fark edince bana döndü ve göz göze geldik. Gülümsedi. Kaelith hala konuşuyordu ama önemli kısmın bittiğini tahmin ediyordum. Yoksa odaklanmadığımız için çoktan fırça yemiş olurduk.
Sorami yerinde duramamaya başlarken Kaelith'in anlatacakları bitti, ben de bir planımız olmasının verdiği rahatlamayla güldüm.
Yarın sabah erkenden uyandırılacağımızı tahmin ediyordum. Ama bugün bana yetmişti. Sorami elime daha çok taş tıkıştırdığında Valdara'nın tekrar güldüğünü duydum. Ben de güldüm ve yere çömelip yere yığılmış yapraklardan birini elime aldım. "Taze yaprak! Sadece 3 taş…"