Eve dönerken yağmur başladı. Yakamı kaldırıp hızlandım, ama yine de sırılsıklam oldum.
İçeri girer girmez muhtemelen ödemediğim faturalardan dolayı elektrikler kesildi. "Lanet olsun!" diye söylendim karanlıkta. Mutfağa gidip tezgahtaki mumu buldum, kibritle yaktım.
Mum ışığı hafifçe odaları aydınlatıyordu. Islak kıyafetlerimi değiştirirken polisin verdiği yanmış defter sayfasını masaya koydum. Babamın el yazısı mum ışığında daha da ürkütücü görünüyordu.
Bir içki koyayım dedim, ama votka şişesi boştu. Yine lanet okuyup votka şişesini sınırlı bir şekilde yere fırlattım, neyse ki kırılmamıştı.
Tam o sırada yukarıdaki kattaki sesler tekrar gelmeye başladı.
Mumu alıp koridora çıktım. Kapı hâlâ kilitliydi, ama bu sefer farklı bir şey vardı, kapının altından loş bir ışık sızıyordu.
"Orada kimse olamaz, bu kadar pimpirikli olma." diye mırıldandım kendime. Anahtarı cebimden çıkardım. Tam kapı deliğine anahtarı sokacakken kapı kolu kendinden hareket etti ve kapı aralandı. İçerisi siyaha bulanmıştı. Mum ışığı sadece ilk birkaç basamağı aydınlatabiliyordu. Yukarıdan hafif bir esinti geliyor, mumun alevini titretiyordu.
"Baba?" diye seslendim, sesim titreyerek.
Cevap yoktu.
Bir adım attım. Sonra bir adım daha. Merdivenler inliyordu sanki. Üçüncü basamağa geldiğimde bastığım tahta kırıldı. Mum elimden düşüp söndü. Zifiri karanlıkta kalmıştım.
Karanlıkta, yukarıdan bir ses duydum
"Travis..."
Babamın sesiydi bu. Ama nasıl olur?
Korkudan nefesim kesilmişti. Kalbim göğsümden fırlayacak gibi atıyordu.
Salona döndüğümde, masanın üzerindeki yanmış kağıda baktım. Şimdi fark ettim - sayfanın alt köşesinde küçük bir çizim vardı. Bir ev çizimi. Bizim evimiz. Ve evin çatı katında bir pencere. Daha önce olmayan, ya da benim hiç fark etmediğim, küçük bir pencere.