Ficool

Chapter 2 - 2.BÖLÜM: Bambaşka Bir Dünya

Neredeydik biz?

Etrafa tekrardan baktım acaba bir rüyada falanmıydık? Ama hayır uyumamıştım bundan eminim. Acaba hayır, yoksa, lanet mi?

Hayır bu olamazdı, bunun olmasına imkan yoktu.

"NE OLUYOR BE!" Bağıran Gün ablamdı. Korku ve endişe içinde etrafına bakıyordu. Ayağa kalktı fakat aniden yere düştü, ağızını tutuyordu. Ve hemen ardından Duru ablam ellerini kendine çekmiş bedenine bastırıyor, Şafaksa kulaklarını tutmuştu hepsi de çıklıklar atıyordu. İçimi bir korku sardı ve aniden benimde sol gözüm acımaya başladı ama bu acı dayanışmaz bir acıydı sanki biri gözüme bir şey saplamıştı, sanki gözüm yerinden çıkacak gibiydi, bende yere yığıldım. Yerde kıvranarak bu acının son bulmasını umuyordum fakat acı o kadar dayanılmazdı ki çığlık atmadan da duramıyordum. Acı sonunda durduğundaysa dördümüz de kan ter içinde kalmış, mahvolmuş haldeydik.

"S-Sonunda." Şafak bitkin sesi sessizliği bozmuştu. Ve hemen ardında Duru ablamın çığlığı etrafta tekrardan yankılanmaya başladı.

"Ellerim! Ellerime ne oldu böyle!?" Ablama baktığımdaysa şok oldum, elleri parmaklarına hatta tırnaklarına kadar kapkaraydı ve bu siyahlık bileklerinden dikseğine doğru damarlı bir şekilde koyu mavi ve açık mavi rengini alarak ilerlemişti. Güneş ablama baktım ve ikinci şoku yaşadım.

"A-Abla a-ağızın. " Dedim bitkin ve kekeme bir sesle elimle ağızını işaret ettim. Ağızı tıpkı Duru ablamın elleri gibiydi simsiyahdı fakat bu siyahlıklar dudağının üstünden biraz burnunun altına ve yanakalrına yayılmış ve yayılırkende rengi hafif parlak ve koyu bir sarılar ve birazda altın rengi olmuştu. Hızlıca şafağa baktım ama o hala kulaklarını tutmuştu, ağlıyordu.

Sesi çıktığı kadar bağırıyor ve yalvarıyordu.

"Susun! Susun! Lütfen, lütfen yeter durun canım çok acıyor! lütfen duymak istemiyorum, lütfen yeter lütfen! "

Duru ablam hızla Şafağın yanına gitmeye çalıştı fakat Şafak daha çok bağırdı Duru ablamsa dizlerinin üzerinde emekleyerek yavaşça Şafağa yaklaşmaya başladı. Fakat Şafat kendini geri itiyor ve bağırıyordu. Duru ablam hala Şafağa yaklaşmaya çalıyşıyor fakat Şafak bağırdıkça duruyordu. Düşünmeliyim, bişi düşünmeliyim. Onun böyle acı çekmesine izin veremem, vermeyeceğim de.

Defter! doğru ya! Madem laneti defterle yaptık o zaman bunu durduracak bir şey de olmalıydı. Hızlıca etrafıma baktım. Defter oradaydı tam ortada duruyordu. Hızla ilerleyip defteri aldım fakat gözüme bir şey takıldı defterin yanında bir çiçek vardı çieğe sadece bir kaç saniye baktım ve çiçek hemen kapkara oldu. Ne?

Şafağın çığlıklarıyla hemen kendime geldim, kafamı iki yana salladım ve hızla defteri açtım.

Bir şey olmalıydı bunu durdurabilecek bir şey hızla sayfaları çevirdim her satırı kontrol etmeye başladım, Şafağın çığlıklarıyla daha da paniklemeye başlıyordum hızla lanetin yazdığı sayfaya geldim ve sayfayı hızla çevirdim.

LANET'İN GÜÇLERİ HAKKINDA BİLGİLER:

İşte aradığım şey.

~Lanet'in sizlere verdiği güçler 5 e ayrılır;

1.Eller: Bu güçte sahip olan kişi dokunduğu çoğu şeyi yok eder. (insanlarda dahil.)

2.Ağız: Bu güçte sahip olan kişi konuştuğunda duyan çoğu kişi yok olur, cansızmaddelerde ise o maddeye odaklanmalıdır. (Hedefe bağlı.) (İnsanlarda dahil.)

3.Göz: Bu güce sahip kişinin gözüne bakan çoğu kişi yok olur, cansızmaddelerde ise o maddeye odaklanmalıdır. (İnsanlarda dahil.)

4.Kulak: Bu güce sahip olan kişi etrafında ki çoğu şeyi duyabilir. (Diğer kişilerin düşünceleri de dahil.) (İnsanlarda dahil.)

GÜÇLERİN NASIL DURDURULACAĞI/HAFİFLETİLECEĞİ:

(Not: Güçlerden genel olarak kurtulmanın bir yolu yoktur. Kendi dünyanızda güçleriniz yarıya düşer, bu düşüş kişiye göre arta da bilir.)

Eğer güçlerinizi yeni aldıysanız ve ne yapacağınızı bilmiyorsanız bu talimatları kullanınız;

Hadi, hadi! Şafağın çığlıklarıyla beni daha da hızlı okumaya zorladı.

1. Yanınız da bulunan çantanın içerisinde güçlerinizin olduğu yerlerinize (göz, eller, kulaklar, ağız ve burun) kapata bileceğiniz ve gücünüzü dışarıdaki etkenlere karşı engelleyebileceğiniz eşyalar bulunmaktadır.

İşte bu tamda aradığım şeydi. Etrafa hızlıca baktım ve Güneş ablamın yanında duran açık kahverengi küçük çantayı fark ettim. Hızla çantayı açtım ve içine baktım gerçektende içinde bir çift krem rengi eldiven, tüylübeyaz (çok hafif turuncuya çalan) bir kulaklık (kışın kulaklar üşümemesi için kullanılanlardan), siyah bir maske ve açık kahverengi (çok hafif açık grilik bulunan) bir göz bandı vardı. Hızlıca kulaklıkları aldımm büyük ihtimalle Şafağın gücü kulaklarıyla ilgiliydi. Hemen ayağa kalktım ve Şafağın yanına gittim. Çığlık atmaktan yüzü ve ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuştu. Onu dikkatlice oturtup hızla kulaklığı taktım Şafağ'ın çığlıkları yavaşça alçaldı ve en sonuda da kesildi artık sakince kulakluğı tutuyordu. Bana o kocaman gözleriyle şaşkın bir şekilde baktı hafifçe gülümsedim. Arkamı döndüm ve Güneş ablamın Duru ablama eldivenleri giydirdiğini gördüm, maskesini de takmıştı. Duru ablam şaşkın bir şekilde bana ve Güneş ablama bakıyordu, yere baktığımda bir karartı gördüm çimenler kararmıştı. Sanırım Duru ablam yere elini bastırdı ve gücü çimenleri kül etti, andinen Duru anlamın yüzü ağlayacak gibi oldu ve Güneş ablama sarılarak ağlamaya başladı. Paniklemişti ve bu da onu iyice fenalaştırdı. Güneş ablam onu sakinleştirirken bende kısa bir süreliğine önümdeki ağaca baktım ve saniyeler içerisinde karakdı elimle hızla sol gözümü kapatırım ve çantaya doğru koştum, içinden göz bandını aldım ve hemen gözüme taktım. Fakat arkamda olduğundan iplerini bağlayamadım. Bir kaç başarısız denemeden sonra Güneş ablamın yanına gittim. Duru ablam yorgunluktan Güneş ablamın omuzunda uyuya kalmıştı.

"

Abla. Şunu bir bağlasana bir türlü düzgün yapamadım. " Dedim. Ablam hemen.

"Dur bi Hilal! Görmüyor musun işim başımdan aşkın. "

"Ama abla bağlayamadım ve benimde güçlerim var unutma daha fazla bir yerleri karartmak istemiyorum. "

"Üfff, iyi, tamam gel şuraya. " Dedi Duru ablamı dizlerinin üstüne yatırdı. Bu arada Şafak'ta hemen uyumuştu. Arkamı döndüm ve ipleri sıkıca bağladı.

"İyi mi? "

"İyi, iyi çok saol abla. "

"Bişi değil de bana yardım et de şunları düzgün bir yere yatıralım. "

"Tamam geldim. "

Duru ablamla Şafağı düzgün bir yere yatırdıktan sonra nefes nefese bir halde oturduk. Defteri elime aldım ve incelemeye başladım. Daha fazla bilgi olmalıydı. Kaldığım sayfaya gelmiştim. Hızlıca sayfayı çevirdim ve hiçbir şey yoktu, evet cidden de sayfalar boştu ilerleyen sayfalara da baktım ama yoktu, geri kalan sayfalar boştu.

Önceki sayfalar dan belki bir şey bulabilirim.

Önceki sayfaları açtım fakat dona kaldım, yazılar onlar gitmişti.

"Versene şunu bi. " Dedi Güneş ablam defteri ona uzattım. O içindekileri dikkatle incelerken etrafıma baktım. Hala anlamamıştım neden, neden yazılar gitmişti. Benim, Şafağın ve Duru ablamın şaheseri olan kara yerlere bir göz gezdirdim sonra bir şey fark ettim. Bir çalılık tamamen kapkara olmuştu. Ama bunu ne ben, ne de diğerleri yapmıştık.

"Defter bir süre bende kalsın. İstediğinde söyle öyle veririm. Başımıza başka bir şeyin gelmesini istemiyorum. "

"Tamam." Dedim. Defter en azından güvende olurdu. Kararmış çalıya bakmaya devam ettim.

"O benim eserim. " Dedi Güneş ablam.

"Ne? Nasıl yani? " Dedim.

"Hani ablamı sakinleştiriyordum ya o sıra konuştuğum an bir anda oldu. Sanırım bu şeyler hepimizde farklı işliyor. " Beni göstererek.

"Sen bir kısmı göremezsin. "

Sonra kendisini göstererek.

"Ben konuşamam. "

Duru ablam ile Şafağı göstererek de

"Ablam dokunamaz, Şakaf'sa duyamaz. "

"Ama hala konuşuyorsun. " Dedim.

"Evet ama şuraya bir baksana. " Eliyle karşımızda duran ağaçları gösterdi. Onlar küle dönmüşlerdi.

"Bu lanetin bir parçası sanırım. " Dedim.

"Sanırım." Diye cevapladı.

3 Hafta Sonra

Buraya gelmemizin üzerinden neredeyse 1 ay geçmişti. Ve biz hala hiçbir yol kat edememiştik. Çantalardan birisinin içinden bir kaç çadır ve kıyafet çıkmıştı. Birisinin içi ise yemek doluydu fakat onlarda en fazla 1 buçuk ay bizi götürürdü. Yani lanet bizim yola çıkmamızı istiyordu. Küçük görünen çantanın içinde 1,5 aylık yemek çıkmasına hepimiz şaşırmıştık. Ve hepimize birer tane düşecek şekilde yine küçük fakat içi çok derin çantalar dan vardı. "Abla konuşmamız lazım. " Güneş ablamın sesi ile düşüncelerimi bir kenara bıraktım.

"Ne var Güneş? Yine aynı konuysa bıktım ar-"

"Evet aynı konu! Sence ne olucaktı?? Burada böylece boş boş oturamayız! Yemeğimiz ve suyumuz bizi 1 hadi zorlasan ancak 3 haftaya götürür! Ki ondan da şüpheliyim. Cidden burada böylece oturamam. "

"Ne yapalım o zaman?!!? Ne yapalım?!?? Ne yapalım Güneş!?! "

"Oraya gidelim! "

"Hayır, hiç bilmediğimiz bir yere gitmeyeceğiz! "

"O zaman açlıktan ölelim mi?!? Bunu mu istiyorsun!? Sende biliyorsun ki tek gidemiyorum! Abla lütfen sende buradan kurtulmak istemiyor musun? "

Duru ablamın çatık kaşları aniden yumuşadı ve tereddütle doldu. Ayağa kalktı ve yavaş adımlarla Şafağ'ın uyuduğu çadıra girdi. onu uyandırmadan koyu yeşil çantadına bir şeyler koydu ve ormana doğru ilerledi biz ise sadece arkasından bakakaldık.

"Ne düşünüyordum ki? Tabikide çekip gidicek! Sen neye bakıyorsun Hilal? Dön işine?! "

Hiçbir şey demedim sadece dönüp işime devam ettim. İşmiş, iş dediğide ses çıkartmadan oturmak. Sıkıntıdan patladım burada. Acaba? Evet. Yüzümde hafif ve kazançlı bir gülümseme belirdi. Kimse anlamaz zaten kocaman orman. Gidip güçlerimi denesem sanırım bir şey olmaz. Derin bir nefes aldım ve Güneş ablamın yanına gittim. Hızlıca

"Ben ormana gidip dal toplayacağım. Ateşe dal kalmadı. " Dedim.

"Tamam git ama dikkatli ol ve fazla uzaklaşma. "

Hemen açık kahverengi, tozlu çantamı alıp hızlı adımlarla ormana girdim ve koşa bildiğim kadar koştum kendimi o kadar özgür hissediyordumki durmadan yılmadan koştum. Sanırım artık ormanın ortasındaydım. Nefes nefese yere oturdum ve biraz dinlendim, sonra göz bandımı çıkardım, gözümü kapattım ve gözümü hemen açarak karşımdaki ağaca odaklandım. Bir nesneye odaklanırsam hatta kısa bir süre bile baksam gücüm hemen devreye giriyordu. Gücümü kontrol etmeye çalışarak saymaya başladım. 1... 2... 3...Canımı biraz yakıyordu fakat ilerleme kaydetmiştim. Mesela artık 5 saniye boyunca hiçbir şey kül olmuyordu. 4...Ve karşımdaki ağaç kararmaya başlamıştı. 5 saniye çok az olabilirdi fakat hiç yoktan iyidir normalde hiç kontrol edemiyordum ve bence bayağı da bir yol kat etmiştim. Hızlıca göz bandımı takmaya çalıştım fakat ipini yine bağlayamamıştım. Gözümü kapattım ve elimle de üzerini kapatarak sakinleşmeyi bekledim bunu yaptığım zamanlar ablalarım bana çok kızıyordu fakat başımıza her an bir şey gelebilirdi. Hazırlıklı olmalıydık. Hatta bazenleri Güneş ablamın bile gücümü kontrol etmeye çalıştığını gördüm. Nefesimi kontrol altına aldım ve gaz badımı elime aldım gözümü örten kısmını en sene dayadım ve iplerini ise yüzümün önüne getirerek bağladım sonra ise bağlasığım göz bandını çevirerek gözümün üzerine yerleştirdim, küçük sırt çantamı aldım ve hemen hızla geri dönüş yoluna koyuldum. Yolda da bir kaç dal topladım. Geri döndüğünde ise her yer savaş alanı gibiydi eşyalar dağılmış, çadırlar yıkılmıştı ve etrafta kimse yoktu. Panikleyerek elimdeki dalları attım ve kamp yaptığımız yere koştum, yanan yemekleri fark ettim burada ne olduysa olalı çok olmamıştı. Çantamdan bir şişe su çıkartıp ateşi söndürdüm ve her yeri aramaya başladım kimse yoktu. Daha da panikledim. Biri yada bir şey onlara saldırmıştı acaba yaralanmışlarmıydı? Panikle onlara seslenmeye başladım.

"ABLA!?, ŞAFAK?! NEREDESİNİZ?!, GÜNEŞ ABLA, DURU ABLA?! " Hızlı hızlı nefes alıyordum. Aniden arkamdan bir ses duydum.

"Buldum seni. "

Kaskatı kesilmiştim. Ben arkamı dönemeden biri beni sıkıca kollarımdan tutup yere fırlattı bu ani saldırıyla şoka uğramış korkuyla karşımdaki adama bakıyordum geç 20 li yaşlarında uzun bir adamdı ve çokta güçlüydü. 15 yaşında olmama ve ortalama bir kiloda olmama rağmen beni kolaylıkla uzağa fırlatmıştı. Ayağa kalkmaya çalıştım fakat yine yere düştüm.

"Eh, en azından sen diğerlerinden daha kolay olacaksın. " Dedi boğuk bir sesle ve kemerinden küçük bir bıçak çıkararak yavaş adımlarla bana doğru gelmeye başladı. Hızla ayağa kalktım ve ormana doğru koştum. En son kısık bir sesle "Benden kaçamazsın. " Dediğini duymuştum. Korkunun sağladığı adrenalin ile hızlı hızlı nefes alıyor ve adam geliyomu diye arkama bakarak koşuyordum. Yüzümde bile hala şaşkınlık ve korku arası bir ifade vardı. Kimdi bu adam? Benden, hayır bizden ne istiyordu? Ablalarım ve kardeşim neredeydi?

Bu düşüncelerle hızla koşarken aldığım darbe ile yere savruldum. Bana nasıl yetişmiş olabilirdi

"Kağan! " Diye bir ses geldi. "Orada yardım lazım mı? " Sonra ağaçların içinden tıpkı bu adam gibi yirmili yaşlarında kahverengi saçlı biri çıktı. "Hayır, bunu ben hallederim. Sen git diğerlerine yardım et de o üçünü de hızlı bulalım. " Ablalarım, kardeşim. Nefes alışlarım daha da hızlandı. "Onları dert etme zaten birini buldum. Kaldı ikisi. "

"Öyle mi Eğmen bey? Senin birini yakalayamayacağını sanıyordum. " İkiside gülmeye başladı. Bizim yakalanmamızla dalga geçiyorlardı. İçimde bir öfke belirdi, patlamaya hazır bir bomba gibi.

"Peki hangisi? En büyükse bozuşuruz bak o benim. " Tekrardan güldürler.

"Yok be o değil şu küçük olan. " O an küçük tanıdık bir sesin çırpınışları, iniltilerini ve acı dolu hıçkırıklarını duydum. Bu-Bu Şafak'tı.

Kahverengi saçlı adam Şafağ'ın saçlarından tutup onu yerde sürüklüyordu, Şafağ'ın ise ağızı bir bez parçasıyla bağılıydı. Ellerim titremeye başladı.

" He, bu mu? Neyse diğerlerine söyle en büyük benim."

"Sende taktın be ona! Kız alt tarafı sana yumruk attı. Ama çokta iyi attı he. " O an siyah saçlı adam bir adım attı. Diğer adamsa özür dilemeye başladı.

Ellerimin titremesi arttı, içimde ki öfke arttı. Ama dışarı çıkmasına izin veremezdim. Tekrar olmaz.

Şafağ'ın çırpınış ve hıçkırıklarından bıkan siyah saçlı adam küçük bıçağını kemerinden çıkardı, yere eğildi ve Şafağ'ın boynuna dayadı.

"Eğer biraz daha çırpınmaya devam edersen. "Dedi Şafak korkudan mahvolmuş halde hala çırpınıyordu. Göz yaşları hızla boşalıyordu. Kendini durduramıyordu. Adam bıçağı yavaşça Şafağ'ın boynundan çekip yanağına getirdi ve derin bir yarık açtı. O an Şafak daha çok ağladı. Göz yaşları arasında beni gördü ve.

" ABLA! ABLA, NOLUR KURTAR BENİ! " Diyordu O son çırpınış... Gözlerinden böyle dediği anlaşılıyordu. Artık bir şey yapmam lazımdı ne yapacaktım? Sadece 2 seçenek vardı. Kaç yada koru... Beni hep kaçmaya yönlendirdiler ama hayır artık kaçmayacağım kardeşimin çığlarını böyle dinleyemem ona zarar gelmesine izin veremem. Ama ne yapacaktım ne bir silahım vardı ne de güçlüydüm, o an aklıma bir şey geldi tek bir şansım vardı bunu yapmayı hiç istemiyorum fakat bunu yapmalıyım. Şafak için. O an hızlıca ayağa kalktım, göz bandımı çıkardım ve yere eğilmiş olan siyah saçlı adamın üzerine atladım. Adam dengesini kaybetti ve ikimizde yere düştük, hemen ayağa kalktım ve koşarak yerde yatan adamın yanına gittim ve saçından sıkıca tutarak kafasını kaldırdım, gözlerinin içine öfkeyle baktım. Adam bir anda gözlerime kilitlendi ve sonra ise çığlılar artmaya başladı. Fakat ben onu bırakmadım gözlerinin içine bakmaya devam ettim, o sırada bir şey fark ettim adamın açık kahverengi gözleri kapkara olmuştu. Sanırım onu içten zehirliyordum. Diğer adam bana bağırıyordu fakat onu tam duymuyordum sadece ona bakıyor ve küle dönüşmesini izliyordum. Diğer adam omuzumdan tutarak beni çekmeye başladı aniden diğer adamı bırakıp ona döndüm ve onunda gözlerinin içine baktım. O an kısık bir ses duydum.

"Abla." Şafak.

Bir anda kendime gelmiştim. Tuttuğum kişiye baktım gözleri kapkaydı. Küçük bir çığlık attım, adamı bıraktım ve geri geri gitmeye başladım. Adam gere yığılmıştı ve gözlerindeki karartı çok yayılmamıştı. Adama bakarken arkaşındaki ağaçlarda kararıyordu hızla elimle gözümü kapadım. Ve yerdeki göz bandımı aldım. Tekrar sıkı şekilde bağladım ve hemen Şafağ'ın yanına gittim, daha ben oturmadan bacağıma sarıldı ve ağlamaya devam etti

Hızla yanına oturdum ve ağızında ki bez karçasını çözdüm."Abla! Abla, abla, abla, abla canım çok acıyor abla! " Bana sımsıkı sarıldı, ona sarılırken adamların yerde yatan hallerini görmesin diye onun ormana bakacağı şekilde ona sarıldım. O adamlara bunu yapmak istememiştim ama başka şansım yoktu. Kahverengi saçlı adama baktım gözlerinde bir gariplik vardı sanki o karanlık yavaşça gidiyordu. Bununla ilgili daha sonra düşüneceğim şimdi bu durumla ilgilenmem lazım. Etrafı kolaçan ederken bir şey ilgimi çekti kahverengi saçlı adamın büyük bir çantası vardı belki içinde işime yaraya bilecek bir kaç şey vardır. "Abla ben yapamadım, üzgünüm, üzgünüm abla kendimi korkuyamadım, ablamlar bana koş dedi ama ben onları bırakmak istemedim geri döndüm ve ve-"

"Tamam, tamam, geçti sakin ol. Ben yanındayım. Artık sana zarar veremezler korkma tamam mı? " Ona sımdıkı sarıldım.

Yavaşça başıyla onayladı.

Ablalarım saldırıya uğramış ve Şafağ'ın kaçması için ona fırsat vermişlerdi fakat o korkup geri dönmüş ve yakalanmıştı.

Çantamdan yapışkanlı bir sargı bezi ve biraz peçete çıkardım. Bu çantaları aldığımızda içinde yardım malzemeleri vardı. Bizde içine biraz su ve kıyafet koyarak taşımaya başladık. Şafağ'ın yanağındaki yarasını temizleyebildiğim kadar temizleyerek sargı benzinden biraz yapıştırdım.

"Artık acıyor mu? "

"Çok değil." Dedi ve bana tekrar sarıldı. Kafasını hafifçe okşayarak sakinleşmesini bekledim. Çantamdan küçük bir şişe su çıkarıp ona verdim. O suyu içerken hemen ayağa kaltım ve gidip adamların üzerini aradım. Siyah saçlı adamın üzerinden sadece elindeki ile birlikte 2 küçük bıçak ve altında " Kağan" Yazılı bir pusula çıkmıştı. Diğer adamında üzerini aradım, kemerinden 3 küçük 2 büyük bıçakçıkmıştı. Büyük kahverengi kol çantasını açtım içinde bir çok şey vardı fakar bunları şimdi inceleyemezdim. Çantayı boynundan ve kolumdan geçirerek astım, çanta dizlerimin biraz üstüne geliyordu ve bayağıda ağırdı. Şafağ'ı yerden kaldırdım.

"Hadi ablacım gel, hemen buradan gitmemiz lazım. " Dedim.

Bir süre ablalarımızı aradık fakat onlardan hiçbir iz yoktu, Şafak onların en son nerede olduğunu da bilmiyordu. Hızlı hızlı yürürken Şafağın yorulduğunu fark ettim bir ağacın dibine oturup dinlenmeye başladık, o sırada da adamlardan aldığım çantayı karıştırmaya başladım bir çok eşya vardı hatta iksir şişeleri bile vardı. Falat bu kadar çok eşya olmasına rağmen hiçbir şey kırılmmıştı, çantanın içi o kadar büyüktü ki içine ayrı birkaç bölme bile eklenmişti. Çantayı karıştırırken en dipte bir süre kağıt vardı bazıları çizim taslaklarıydı ve çok ta güzellerdi, bu adam gerçekten de çok yetenekliymiş. Dipteki kağıtlarla uğraşırken bir kağıt parçası çok ilgimi çekti, tıpkı diğer iki adamın ki gibi bir pusulaya bağlanmıştı bu kağıt. Kağıda bağlı pusulayı aldım ve altına baktım bu sefer ise 'Eğmen' yazıyordu bu adamın arkadaşına aitti. Kağıdın mührünü incelemeye başladım. İki çapraz kılıç işareti vardı ve bu kılıçlarıda tutan iki el, sanki iki kişi dövüşüyor gibiydi ve bir şey daha ilgimi çekti eller birinin üzeri simsiyahtı fakat bir kaç küçük beyazlık izi de vardı, diğerinin ki ise bembeyazdı. Mektubun mührü yırttım ve mektubu açıp okumaya başladım.

AVCILAR:

-Göreviniz gerçekten zorlu olacak, bu yüzden sizleri görevinizde yardımcı olacak eşyalar verilecek bu eşyalardan ilki; bir °Pusula, bu Pusula hedeflerinizin yerini size gösterecektir en büyük nokta hedeflerinizden yaşı en büyüğü nokta ise hedeflerinizden yaşı en küçük gösterir, orta büyüklükte olanlarsa ortanca yaştakileri. Fakat pusulalar hedeflere çok yakınlaştığınız zaman noktalarını kaybeder. O yüzden çok yakınlarındayken onları kendiniz bulmalısınız ve eğer bir birinizi kaybederseniz ise pusulada ki X işaretlerini takip edin.

Diğer bir eşya ise küçük ama etkili olan bir bıçak bu bıçağı hepinize dağıtılacaktır.

Bu bıçaklar hedeflerinize değdiği anda onlara küçük ama etkili bir zehir verecektir.

Bu zehir onları öldürmeyecek sadece onların hareket edememesini sağlayacaktır.

•Şimdilik size vereceğim bilgiler bu kadar size daha sonra başka bilgiler de vereceğim.

KAPTAN.

Nasıl yani? Şok olmuştum fakat bunu Şafağ'a çaktırmamalıydım. Derin bir nefes almaya çalıştım fakat o bile kesik kesikti. Aldığım kesik nefesle içimdeki korku daha da arttı. Birileri peşimize düştü ve sanırım bizi öldüreceklerdi. Lanet ile ilgili biraz bilgi almak için geçen haftalarda defteri araştırmıştım ve yeni sadece bir cümle vardı.

LANETİN AKTARIMI

Bu başlığı ilk gördüğümde aslında belki buradan çıkabilmemizi sağlar diye düşünmüştüm fakat sonrasını okuduğumdaysa pekte düşündüğüm gibi olmadığını anladım.

°Lanetin aktarımı teknik olarak lanet taşıyıcıları canlıyken mümkün değildir. Lanet taşıyıcıları öldürüldüğünde aktarımın gerçekleşmesiyle ilgili ise net bilgiler yoktur.

Okuduktan sonra uyarı yazısı silinmişti.

Yani bu durumda kesin olmasada ölmemiz gerekebilir. Bu kesin bir şey olmasada olmaz diye bir şeyde yazmıyordu.

Bu yüzden büyük ihtimalle bizi öldürmeye çalışacaklardı. Peki ya öyleyse neden bizi hemen burada öldürmediler. Patronları olabilir, ve bütün gücü de kendisine istiyor olabilir. Yada bizi başka birine teslim de edebilirler, canlı kalmamızı istiyorlar yoksa işe yaramaya da bilir. Kesin bir şey yoktu, ölsekte işe yaramaya bilirdi.

Derin bir nefes daha aldım.

Kendini çantamla Şafağın çantasını büyük kahverengi çantanın içine attım.

"Şafak, hadi ablacım gidelim. "

Eşyalarımızı topladım ve yola devam ettik.

~~~~~~

Yaklaşık 10 dakikadır yürüyorduk. Artık etraftan gelen her sesten irkiliyordum.

"Hilal abla? "

Şafağ'ın masum sesiyle düşüncelerimi bir kenara bıraktım.

"Efendim ablacım? " Sesimi olabildiğince umut dolu çıkarmaya çalıştım ve ona hafifçe gülümsedim.

"Burada birileri var. " Dedi sesi endişeli ve sessizdi. Birileri mi? Ablamlar, doğru ya bu onlar olmalı, yani sanırım. Şafak arkasını döndü ve parmğıyla şık ağaçların olduğu bir yeri gösterdi.

"Ama, ama onlar ablalarım değil. Başka biri, hayır biri değil birileri. " Ne? Gözlerim kocaman oldu. Hemen Şafağın kolundan tuttum ve koşmaya başladık. Arkadan bağırışma sesleri geliyordu fakat bunlar kalın erkek sesiydi. Nefes alışlarım hızlandı, kalbim çarpmaya başladı, Şafağın kolunu daha da sıkı tuttum.

" Abla kolum acıyor! " Şafağın ince ve acı dolu sesi beni diken diken yaptı.

Koşmayı bıraktım ve onunla aynı boya gelmek için yere oturdum.

"Üzgünüm, üzgünüm, üzgünüm, üzgünüm canın çok acıdı mı? Getir bakayım koluna. "

Hızlıca ince uzun kollu kıyafetinin kolunu sıyırdım. Görünürde çokta büyük bir şey yoktu fakat kolu biraz kızarmıştı.

Nefes alışlarım daha da hızlandı. Artık nefes alıormuydum ondan bile emin değilim.

Fark ettim ki Şafak omuzlarımdan tutmuş beni sarsıyordu. "Abla hadi gidelim geliyorlar, onları duyuyorum hadi lütfen. " Sesi endişe doluydu. Tamam, tamam hadi Hilal topla kendini. Ayağa kalktım ve Şafağım elini tuttum. "Sıkarsam söyle tamam mı? "

"Tamam abla hem bak kolum artık o kadar da acımıyor. " dedi ve gülümsedi.

Hafifçe gülümsedim, ve koşmaya başladık.

Bu büyük çanta beni ne kadar yorsada onu bırakaamazdım. Kamp alanımız mahfolmuştu ve tek yemek ve daha bir çok ihtiyaç kaynağımızda şimdilik bu çantadaydı.

Biz koştukça sesler bir artıyor bir azalıyordu.

Ağaçlar o kadar sıklaşmıştıki artık Şafağı önünden gitmesi için ikna etmiştim. O anda bir ses duydum, bunlar, bunlar çok tanıdık sesleri. Bunlar ablalarımın sesiydi. Olduğum yerde donup kaldım. Ne yapmalıydım? Bu adamlar peşimizdeyken yanlarına gitmek pekte mantıklı değildi ama yanlarına gitmesek bile bu adamlardan çokta kolay kurtulamazdık.

Şafağa baktım, etrafa bakıyor biri var mı diye endişeyle kontrol ediyordu, kulaklıkları yüzünden de hiçbir şey duymamış gibi gözüküyordu ama o zaman o adamların ablalarımız olmadığını nereden biliyordu? Aklımda bir çok soru vardı fakat şu anda onları düşünecek kadar vaktim yoktu.

Şafağın elini sıkıca tuttum ve ona bakarak.

"Bir sorun yok tamam mı? O adamlarda gitti ama şimdi yine hızlanmamız lazım. Tamam mı? "

Kafasını onaylar bir biçimde salladı.

Yalan, ona yalan söylemiştim fakat bu yapmam gereken bir yalandı, yada kendimi bile böyle kandırıyordum. Adamların ayak sesleri uzaktandı ama hala geliyordu. Nefes nefeseydim ve koşmaya takatim kalmamıştı fakat burada pes edemezdim, şimdi olmaz.

Ablamlarımın seslerinin geldiği yöne doğru kalan son gücümle koşmaya başladık. bir elimle Şafağın küçük elini, diğer elimlede, büyük çantayı tutuyordum. Olabildiğince hızlı ve Şafağın canını yakmayarak ağaçların arasından ilerliyordum. ağaç dalları kollarımı çiziyor ve kısa kollu tişörtüme takılıyordu fakat aldırmadım onları bulmam lazımdı.

Sesler gittikçe arttı fakat bunlar iyi sesler değildi.

"Uzak durun! Güneş dikkat et!! Koş hadi!" ve sesler gittikçe yaklaşıyordu. bir kaç ağacın daha arasından geçtim ve o tanıdık silüetleri gördüm. Bunlar onlardı, ablalarım...

More Chapters