Güneşli güzel bir sabaha uyanmıştı Akel. Pencereden gökyüzünü izlerken akşam yaşadıklarını bir bir gözden geçirdi, yüzünde beliren tebessüm eşliğinde bir hikaye daha bitti diyerek kahvesini yudumladı. Hafiflemiş, tüm karmaşası bitmiş ve nihayet kaos ortamından uzaklaşıp huzura erişmisti.
Şimdi önünde sıfırdan inşaa edilecek bir hayat ve üzerini kat kat örttüğü yaraları vardı. Bu düşünceleri hızlıca beyninin en gizli noktasına gömerek tüm enerjisini topladı artık yeni hayatına ve ilk iş görüşmesine hazırdı.
Görünmez bir gücü de yanına alarak kontrol etmekte zorlandığı heyecanı ile binbir umutla sokağa adımını attı. Farkında değildi; ama bu adım hayatıyla birlikte onu da yeniden inşaa edecekti.
Otobüste giderken camdan dışarı baktı; aklında yüzlerce soru, kalbinde küçük bir umut vardı.
Görüşme yapılacak binanın önünde derin bir nefes aldı; bir an kendini dışarıdan görmeye çalıştı: Yeni bir şehirde, yeni bir hayat için ilk kapıyı çalan genç bir kadın…
İçeri girdiğinde geniş bir masa, masanın ardında gülümseyen bir adam ve bir kadın vardı. Kendini tanıtırken sesi biraz titredi; ama cümlelerinin sonunda sesine güç katmaya çalıştı. Onun içinde ki bu fırtınalı durumu kimse fark etmedi.
Barış bey, Gül hanıma hitaben; bizim üretim bölümünde eleman eksiği vardı değilmi diye sordu
Gül; evet efendim dedi.
Barış; tama o zaman gösterin işi baksın yarın da gelsin başlasın dedi ve telefonu ile ilgilenmeye başladı.
Üretim katı çok gürültü, tozlu ve hareketli bir yerdi. Akel için huzursuz sayılacak bir ortamdı.İçten içe 'Acaba?' diye düşündü. Ama hemen kendini toparladı; 'Yapmak zorundayım,' dedi ve kabul etti.
İşin detaylarını, işleyişi öğrenip oradan ayrıldı.
Binanın ağır kapısını itip dışarı adım attığında, yüzüne vuran rüzgar Akel'in içini ürpertti.
Birkaç saniye olduğu yerde durdu; derin bir nefes aldı.
İçerideki o soğuk, alelade ses hâlâ kulaklarındaydı: "Tamam, başla."
Çok büyük bir iş değildi belki… Hatta kimse onu gerçekten dinlememişti bile. Ama bir kapı açılmıştı işte.
Adımlarını yavaşça kaldırıma attı; etrafına bakındı.
Yeni bir şehir, yabancı yüzler, tanımadığı yollar… Her şey gözünü biraz korkutuyordu.
Çantasının sapını sıkıca kavradı; sanki düşerse onu tutacak tek şey oydu.
"Ya yapamazsam?" dedi kendi kendine. O cümle tam dilinden düşerken, bir sıcaklık geçti içinden: Ama ya yaparsam?
Kaldırımda yürürken ayak sesleri bile ona farklı geldi. Sanki bu sessiz adımların içinde, hafif bir zafer fısıltısı gizliydi.
Henüz kendini güçlü hissedemiyordu, ama küçük bir köşede, başardığını fısıldayan bir tarafı vardı.
Belki ilk defa bir kapıyı kendi elleriyle aralamıştı.
Korku ve heyecan, aynı anda yürüyordu onunla. Bir yanını hâlâ geçmişin karanlık cümleleri çekiştiriyordu: "Bana muhtaçsın…"
Ama bu sefer, o karanlık cümlenin önünde yürüyen başka bir sesi vardı:
"Küçük de olsa, bu adım benim."
O an gülümsedi. Rüzgar saçlarını savurdu, adımlarını biraz daha hızlı attı.
Henüz tam inanmıyordu belki… Ama yine de umut, adımlarına karışmıştı bir kere.
Bu düşüncelerin arasında eve gelmişti bile,
Kapıyı açıp içeri girdiğinde ilk fark ettiği şey sessizlik oldu.
Bu sessizlik bazen onu korkuturdu; ama bu akşam, tuhaf bir şekilde huzurluydu.
Çantasını yavaşça kenara bıraktı; montunu askıya astı.
Akşam yemeği için mutfağa yöneldi alelacele bir şeyler hazirliyordu.
Tencereden yükselen buharı izlerken bir an durdu; geride bıraktığı o korkunç hayatın içinde bir de küçük kızı vardı; nasıldı suan, yemek yemismiydi, özlüyormuydu annesini ne haldeydi şimdi kim bilir…
Bu düşünceleri tüm iştahını kaçırmış uyumak için çoktan yataga uzanmıştı.
Alrm sesiyle irkildi hemen yataktan fırlayıp hazırlandı ve yola koyuldu.
Is yerine geldiğinde tedirgin adımlarla İçeri girdi.Üretim katına indiğinde ilk fark ettiği, yoğun bir gürültü ve havada asılı duran keskin toz kokusuydu.
Büyük makineler çalışıyor, insanlar hızlı hızlı bir yerlere koşturuyordu.
Akel bir an duraksadı; nereden başlayacağını bilemedi.
Yanına orta yaşlarda, sert yüzlü ama ses tonunda yumuşaklık hissedilen bir kadın yaklaştı:
"Sen yenisin galiba?" dedi.
"Evet… Akel," diye cevapladı hafif çekinerek.
Kadın başıyla ileriyi işaret etti: "Ben Şükran. Şurada başla, kolay iş. Zamanla alışırsın."
Akel etrafa bakındı; kimsenin ona uzun uzun bakmadığını fark etti. Sadece herkesin kendi işine odaklandığı bir dünyaydı burası.
Bu ona hem iyi geldi hem de biraz hüzün verdi; kimse ilgilenmiyordu ama kimse de sorgulamıyordu.
İlk saatlerde elleri terledi; hangi malzemenin nereye gideceğini anlamakta zorlandı.
Bir ara genç bir adam — adının Erdal olduğunu öğrendi — gülerek yanaştı:
"Korkma, makineler ısırmaz!" dedi şaka yollu.
Akel hafif bir tebessümle karşılık verdi; "Umarım…" diye fısıldadı.
Gün ilerledikçe işin ritmine kendini kaptırdı. Herkes gibi hızlı hareket etmeye çalıştı; yavaş kaldığı anlarda utanarak başını eğdi.
Ama kimse kötü söz söylemedi; bazen kısa, sabırlı bakışlar yetiyordu ne yapması gerektiğini anlamasına.
Öğle arasında yemekhane bir köşede oturup yemegini yedi;etrafındaki konuşmaları sessizce dinledi.
İnsanların hayatından, sıradan dertlerinden bahsettiklerini duydu; kendini hâlâ yabancı hissetti ama artık çok da görünmez olmadığını fark etti.
İş çıkışı hava kararmaya başlamıştı; Akel merdivenleri ağır ağır indi.
Omuzları ağrıyordu, avuç içleri hafif kızarmıştı; ilk günün yorgunluğu bütün bedenine işlemişti.
Dışarı adımını attığında yüzüne vuran akşam rüzgarı, gün boyu biriktirdiği tozu ve telaşı biraz olsun dağıttı.
Sokakta yürürken, yanından geçen insanlara baktı; kimisi gülüyordu, kimisi sessizce yürüyordu.
O da bu kalabalığın içinde kayboldu; görünmez ama var olan bir parça gibi.
Otobüse bindi; cam kenarına oturup dışarıyı izledi. Şehir ışıkları, kirli camın ardından parıldıyordu.
Kafasının içinde hâlâ gün boyu duyduğu makine gürültüsü uğulduyordu.
"Çok yoruldum," diye düşündü. "Ama en azından denedim…"
Eve vardığında kapıyı açarken içini bir serinlik sardı; sessizlik yine oradaydı.
Ama bu kez biraz daha katlanılır gibiydi.
Çantasını bıraktı, üstünü çıkardı; aynaya baktığında kendine yabancı ama biraz daha cesur bir yüz gördü.
Mutfakta bir şeyler hazırladı; çok özenmedi, zaten kolları hâlâ ağrıyordu.
Yavaşça yemeğini yedi; gözleri dalıp gitti.
Bir ara küçük kızını düşündü; "Ben iyi olursam, belki bir gün ona da kavuşurum…" diye fısıldadı içinden.
Yatağa uzandığında gözleri kendiliğinden kapandı.
Gün boyunca kendine defalarca sorduğu o soruya bu kez cevabı biraz daha netti:
"Zor olacak ama başaracağım…"
Uykuya dalarken kalbinde hâlâ korkular vardı; ama onların arasında, incecik de olsa bir umut nefes alıyordu.
Günler birbirini kovaladı; Akel ilk günlerdeki o yabancılık duygusunu biraz olsun üzerinden atmaya başladı.
Gürültü, toz, sürekli koşuşturan insanlar… Artık ona daha az sert geliyordu.
Elleri hâlâ kızarıyordu, kolları hâlâ ağrıyordu; ama en azından hangi malzemenin nereye gideceğini, hangi işi kiminle yapacağını öğrenmişti.
Şükran, molalarda yanına oturur oldu; "Nasıl gidiyor?" diye sorarken yüzünde yorgun bir şefkat vardı.
"Fena değil," dedi Akel hafif bir gülümsemeyle.
Şükran başını salladı: "Yavaş yavaş alışırsın. İlk haftalar hep zor olur."
Erdal da espri yapmayı sürdürüyordu; bir gün Akel'in taşıdığı kutuyu görünce: "Bakıyorum, senin kas gücü bizden iyi çıktı!" dedi.
Akel, ilk kez kendini tutamayıp kısa bir kahkaha attı. O gülüş, hem kendisine hem de etrafındakilere iyi geldi.
Artık mola saatlerinde sessizce kenarda oturmuyordu; birkaç kelime de olsa konuşuyor, kısa cümlelerle kendini ifade ediyordu.
İnsanların kendi aralarında dertlerinden, çocuklarından, akşam ne pişirdiklerinden konuştuklarını dinledikçe, "ben de bu dünyanın bir parçasıyım galiba" diye düşünüyordu.
Bir gün iş çıkışında kapının önünde durdu, yüzünde hafif bir ter vardı ama bu kez nefesi daha rahattı.
Kendine, o ilk günlerdeki kadar yabancı hissetmiyordu.
"Belki burası kötü bir yer değil… Belki ben de o kadar yalnız değilim…" diye geçirdi içinden.
Akşam eve dönerken, otobüs camından yansıyan kendi yorgun yüzüne baktı; gözlerinin içindeki ışığı fark etti.
Henüz tam olarak inanmıyordu belki… ama bu şehir, bu tozlu işyeri ve o yabancı insanlar artık biraz da onun hayatının parçasıydı.
O gün, üretim katı her zamankinden daha yoğun ve gergindi.
Makineler durmadan çalışıyor, işçiler koşturuyor; Şükran bile normalden daha sessizdi.
Bir siparişin yetişmesi gerekiyordu; herkes telaşlıydı.
Tam o sırada, Erdal bir kutuyu taşırken ayağı takıldı; kutu elinden kaydı ve yan tarafa doğru devrildi.
İçindeki metal parçalar gürültüyle yere saçıldı; bir anlık sessizlik oldu.
Barış bey yukarıdan inmişti; olanı görür görmez yüzü kızardı:
"Ne yaptın sen! Zaten zor yetişiyoruz!" diye bağırdı.
Erdal başını önüne eğdi, "Kusura bakmayın…" diyebildi.
Akel, normalde sessiz kalırdı; kendini geri çekerdi.
Ama o an, Erdal'ın korkudan titreyen ellerini görünce içinde bir şey kıpırdadı.
Sesini kontrol edemeden konuştu:
"O kutu çok ağırdı, tek başına taşıması zordu… Hep birlikte toparlarız, yetişir yine."
Barış bey kısa bir an ona baktı; gözleri şaşkın ama öfkeli.
Sonra yüzünü buruşturdu: "Tamam! O zaman toplayın, hızlı olun!" dedi ve hızla uzaklaştı.
Akel'in kalbi küt küt atıyordu; elleri terlemişti.
Ama etrafındakiler, ilk defa ona farklı baktı; Şükran göz ucuyla gülümsedi, Erdal "Sağ ol," diye fısıldadı.
O an Akel'in içinden bir sıcaklık geçti:
"Ben de bir şeyleri değiştirebiliyorum…"
İlk kez, korkusuna rağmen sesini yükseltmişti.
Ve fark etti ki, o ses aslında düşündüğünden daha güçlüydü.
Haftalar birbirini kovaladı; Akel ilk günlerdeki çekingen, ürkek hâlinden yavaş yavaş sıyrıldı.
Artık sabahları aynaya baktığında, bakışları daha netti; omuzları biraz daha dik duruyordu.
İş yerinde mola aralarında Şükran'la dertleşir, Erdal'ın şakalarına içten kahkahalar atardı.
Hatta geçen gün, yeni gelen bir çalışan zorlanınca, Akel yanına gidip ne yapması gerektiğini tarif etti; kendine bile şaşırmıştı.
"Ben mi anlattım şimdi?" diye düşündü; ama sonra kendini tutamayıp gülümsedi.
Bir akşam iş çıkışı Şükran ve Erdal'la birlikte yakındaki küçük bir çay ocağına oturdular.
Bardaktaki buharı izlerken, kendini uzun zamandır ilk defa gerçekten "hayatta" hissediyordu.
Şükran bir ara ona dönüp "Sen aslında çok güçlüsün, biliyor musun?" dedi.
Akel bakışlarını kaçırdı; yanakları kızardı.
"Bilmiyorum… belki," diyebildi.
Ama içinin bir köşesinde ilk defa bu söze inanmak istedi.
Yine de akşam eve dönünce sessizliğin içinde eski korkuları bazen uğruyordu; ama bu kez onların gölgesinde kaybolmuyordu.
"Artık sadece korkan bir kadın değilim," diye düşündü.
"Hayatta kalmaya çalışan ve yeniden öğrenen bir kadınım."
Şehir hâlâ yabancıydı belki; ama artık o da bu şehrin bir parçasıydı.
Ve belki de en önemlisi, bunu hak ettiğine inanmaya başlıyordu.
Bir gün iş çıkışı, hava her zamankinden daha sıcaktı; Akel yavaş adımlarla yürürken yolu normalde pek geçmediği bir ara sokağa saptı.
Sokak sessizdi ama köşede eski bir dükkân dikkatini çekti: "İkinci El Kitaplar & Kahve."
İçeri girdi; eski kitap kokusu ve hafif kahve kokusu karışmıştı.
Rafların arasında gezerken, bir kitabın kapağını inceliyordu ki, genç bir kadın yanına yaklaştı:
"O kitabı ben de çok severim," dedi gülümseyerek.
Akel önce biraz çekinse de, kadının gülümsemesinde samimi bir sıcaklık vardı.
"Hiç okumadım," dedi, "Ama kapağı çok ilgimi çekti."
Kadın kendini tanıttı: "Ben Elif. Burası da küçük dünyam."
Meğer dükkânın sahibiymiş.
"İstersen otur, bir kahve ikram edeyim," dedi Elif.
Akel önce tereddüt etti; ama sonra kendini küçücük bir masada, eski kitapların arasında bir fincan kahve içerken buldu.
Konuştukça, Elif'in de bambaşka bir hikâyesi olduğunu öğrendi.
Elif, insanlara yazı atölyeleri yaptığını, bazen de kadınlara hikâyelerini anlatmaları için küçük gruplar düzenlediğini anlattı.
Akel'in kalbi bir an hızla attı; hayatında ilk defa "Benim de anlatacak bir hikâyem var…" diye düşündü.
Elif "Bir gün sen de gel, ister dinle, ister anlat… Kapımız açık," dedi.
Akşam eve dönerken, Akel kendini hafif şaşkın ama içten içe heyecanlı hissetti.
Yorgundu, hayat hâlâ zor görünüyordu; ama bu küçük dükkân ve Elif'le tanışmak, ona başka bir dünyanın kapısını aralamış gibiydi.
İçinden sessizce fısıldadı:
"Belki de hikâyem bir gün başkasına da iyi gelir…"
Akel, Elif'in dükkânına ilk girdiği günü düşündükçe hâlâ şaşırıyordu; nasıl oldu da o sokaktan geçti, nasıl oldu da içeri girdi…
Belki de hayat, bazen insanın cesaretine küçük ödüller veriyordu.
> Haftalar geçtikçe, iş çıkışında arada bir uğramaya başladı.
Çoğu zaman uzun uzun konuşmuyor, sadece eski kitapların kokusunu içine çekip sessizce oturuyordu.
Ama Elif'in gülümsemesi, sanki kalbinin en kırık yerlerine dokunuyordu.
> Bir gün Elif, ona küçük bir defter uzattı:
"Belki içini dökersin… Kendine yazarsın," dedi.
Akel defteri aldı; önce bir şey yazmaya çekindi, kelimeleri nasıl dökeceğini bilemedi.
Ama geceleri yatağının başucunda o defter hep durdu; bir gece, korkularını, kızına olan özlemini ve ilk kez hissettiği küçük cesareti yazdı.
> Günler ilerledikçe, Elif sadece bir dost değil; Akel'in kendini hatırladığı bir ayna oldu.
Ona bakarken, "Belki ben de iyi bir insanım… Belki ben de anlatmaya değerim," diye düşünmeye başladı.
> İşte bu düşünce bile hayatına küçük bir ışık gibiydi; çok parlak değildi belki, ama karanlığın içinde yolunu bulmasına yetiyordu.
Aylar geçti… Akel artık aynı kadın değildi.
Sabahları aynaya baktığında bakışları daha canlı, adımları daha kararlıydı.
Kendini hâlâ kırılgan hissettiği zamanlar oluyordu; ama artık bu kırılganlık, onun gücünü gölgelemiyordu.
> Elif'le ilişkileri de daha derin bir dostluğa dönüştü; birlikte kahve içtikleri, uzun uzun sustukları, bazen de kahkahalarla güldükleri akşamlarda kalplerini birbirlerine daha çok açtılar.
Elif bir gün Akel'i, eski bir arkadaş grubuna götürdü; orada Ali adında bir adamla tanıştı.
Ali ilk bakışta sessiz, biraz içine kapanık görünüyordu; ama sözleri düşünceli, bakışları sıcaktı.
> İlk zamanlarda sadece selamlaştılar, küçük cümleler kurdular.
Haftalar geçtikçe konuşmaları derinleşti; Ali'nin anlattığı kitaplar, Akel'in hayatına bambaşka bir renk kattı.
Akel ilk defa biriyle konuşurken kendini saklamadan, utanmadan gülümseyebildi.
Elif bu yakınlığı fark etti; bir akşam Akel'e göz kırparak, "Senin yanında iyi görünüyor," dedi.
Akel'in yanakları kızardı; ama içindeki sıcaklık, uzun zamandır hissetmediği bir şeydi.
> Zaman böyle aktı; mevsimler değişti, sokaklarda rüzgârın kokusu değişti.
17 Nisan'da, Elif'in doğum günü geldi.
Akşam, Elif'in küçük kitapçı dükkânının arka tarafında, eski bir masanın etrafında toplandılar.
Mum ışığında, kahkahalar, sessiz bakışlar ve yeni umutlar vardı.
> Akel o gece, Elif'in ona ilk defa defter verdiği günü hatırladı; kendine inanmayı öğrendiği o küçük adımı…
Artık daha cesur, daha güçlü bir kadındı.
Ve yanında dostları, kendine inanmasına yardım eden biri ve kalbinde hâlâ taşıdığı hikâyesi vardı.
> O gece Akel, içinden usulca fısıldadı:
"Ben hâlâ buradayım… Ve ilk defa, kendim gibi hissediyorum."
Elif'in doğum gününden birkaç gün sonra, Ali bir akşamüstü Akel'e mesaj attı:
"Çıkışta biraz yürüyelim mi?"
> Akel önce kalbinin hızla atmasına engel olamadı; ama sonra içten bir gülümsemeyle "Tamam," diye cevapladı.
> Şehir yavaş yavaş akşama dönüyordu; kaldırım taşları hâlâ günün sıcaklığını taşıyordu.
İkisi yan yana yürüdü; önce kısa cümleler, sonra sessizlik…
Ama bu sessizlik rahatsız edici değildi; aksine ikisini de sarıp sarmalıyordu.
> Ali, birden sustu; sonra bakışlarını yere indirerek konuştu:
"Seninle konuşurken… Kendim gibi hissediyorum."
> Akel'in boğazı düğümlendi; kalbinde eski korkular, eski yaralar bir an canlandı.
Ama Ali'nin sesinde öyle bir sakinlik, öyle bir dürüstlük vardı ki; Akel o korkuların arasından bir adım attı.
"Ben de," dedi, "Senin yanındayken korkmuyorum… Belki hâlâ kırgınım, belki hâlâ yaralı… ama korkmuyorum."
Zaman geçti; mevsimler değişti, Akel'in kalbi de değişti.
Artık Ali onun hayatında sadece bir tesadüf değil, yanında yürüyen, onu gören bir adamdı.
İkisi de büyük kelimeler söylemediler belki; ama herkes onların bir "biz" olduğunu biliyordu.
> Bir akşamüstü, Akel Elif'in dükkânına uğradı; elinde kızının eski bir fotoğrafı vardı.
Parmaklarının ucunda tutuyor, uzun uzun bakıyordu.
Elif dükkânın diğer ucundaydı; Ali ise Akel'in yanına sessizce oturdu.
> Akel bir süre konuşamadı; fotoğrafa bakarken gözleri doldu.
"Onu çok özlüyorum…" dedi kısık bir sesle.
"Kendimi ne zaman güçlü hissetsem, aklıma o geliyor. Ona ulaşamamak… İçimde hâlâ bir yara gibi."
> Ali, hiçbir şey demedi.
Sadece elini Akel'in elinin üzerine koydu; parmaklarını yavaşça sıktı.
O an, hiçbir kelimenin yapamayacağı bir şey yaptı: Akel'in yükünü sessizce paylaştı.
> Akel gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı; yanındaki sıcaklığı hissetti.
"Artık tek başıma değilim…" diye düşündü.
"Yanımda bana inanan biri var. Yaralarımı taşımasam da, onları taşırken elimi tutan biri…"
> O akşam, Elif uzaktan onları izledi ve gülümsedi.
Çünkü biliyordu: Akel sadece hayata değil, sevgiye de yeniden tutunuyordu.
> Birkaç adım daha sessiz yürüdüler; sokak lambalarının ışığı yumuşak bir gölge gibi üzerlerine düştü.
Ali, tereddütle elini Akel'in eline uzattı; Akel'in parmakları önce çekilir gibi oldu, sonra yavaşça onun avucuna yerleşti.
> İkisi de konuşmadı.
O an, kelimelere ihtiyaçları yoktu zaten.
Akel, ilk kez birinin yanında kendini eksik hissetmeden yürüdüğünü fark etti.
Ve içinden usulca fısıldadı:
"Belki de sevilmeye değerim…"
O akşam, yağmur ince ince camlara vuruyordu; şehir sessiz, sokak lambaları pusluydu.
Akel mutfakta çay demliyordu; Ali kanepede oturmuş, başını geriye yaslamıştı.
Akel yanına gelip oturduğunda, Ali sessizce kolunu uzattı; Akel başını onun omzuna yasladı.
> Bir süre hiç konuşmadılar; sadece yağmurun sesi ve fincandaki çayın buharı vardı.
Ali, saçlarının ucunu okşadı; parmakları, Akel'in omzunda durdu.
Bu dokunuş, Akel'in içindeki bütün korkuları değil belki ama o anki sessizliği hafifletti.
> Akel gözlerini kapattı, usulca fısıldadı:
"Yanında kendimi eksik hissetmiyorum…"
Ali sadece başını eğdi ve alnına hafifçe dokundu:
"Çünkü sen zaten tamam birisin, sadece buna inanmaya ihtiyacın vardı."
> O söz Akel'in içinde bir sıcaklık bıraktı; uzun zaman sonra kendini tam, yeterli ve sevilen hissetti.
🌿✨ Kızı için yeni bir umut ve plan
> Birkaç dakika sonra Akel derin bir nefes aldı; Ali'nin omzunda hâlâ başı, sesi biraz titreyerek konuştu:
"Onu görmek… belki konuşmak, dokunmak… Bir şey yapmam gerek. Artık korkarak beklemek istemiyorum."
> Ali sessizce dinledi; bakışları yumuşaktı ama kararlı:
"Ne gerekiyorsa yapalım," dedi.
"Avukat, dilekçe… Gerekirse eski hayatının gölgesine yeniden girersin; ama bu kez yalnız olmayacaksın."
> Akel bir an sustu; nefesi sıkıştı, kalbi deli gibi atıyordu.
"Ya olmazsa? Ya zarar görürse?" diye düşündü.
Ama sonra Ali'nin elini tuttu; o sıcaklığı hissedince korkularının arasından ilk kez gerçek bir cesaret yükseldi.
> "Tamam," dedi.
"Bu defa deneyeceğim… Onun annesi olduğumu hatırlatacağım."
> Ali başını salladı; bakışları Akel'in gözlerinin derinliklerine değdi.
"Sen sadece hatırlatmayacaksın… Göstereceksin."
> O gece Akel ilk defa plan yapmaktan korkmadı.
Çünkü biliyordu: Artık yanında sadece sevgiyi değil, cesareti de çoğaltan biri vardı.
Birkaç gün sonra, Ali'yle birlikte bir avukatın ofisindeydiler.
Avukat; dikkatle dinledi, notlar aldı, eski belgeleri inceledi.
"Kolay olmayacak," dedi, "Ama çocuğun üstün yararı için bir adım atabiliriz."
> Akel'in kalbi küt küt atıyordu; elleri terlemişti.
Ali ise yanında, sakin bir şekilde elini tuttu; o dokunuş, Akel'in nefesini biraz olsun rahatlattı.
> Avukat "Bir dilekçe hazırlayacağız; eski eşinizin itiraz etme hakkı var ama korkmayın," dedi.
Ali, "Biz her şeye hazırlıklıyız," diye karşılık verdi; sesi Akel'in içini güçle doldurdu.
> Çıkışta, Akel biraz titreyen sesiyle fısıldadı:
"Yıllar sonra ilk defa… bir şey yapıyorum."
Ali gülümsedi: "Sen sadece yapmıyorsun… mücadele ediyorsun."
> O an Akel, korkularının arasından hafif de olsa bir gurur hissetti.
Bu defa kaçmak yerine bir yol arıyordu.
Yasal süreç uzun sürecekti ve kızını görmek icin sabırsızlanmıstı. Tam o esnada da Ali nin bir önerisi vardı. Uzaktanda olsa sessizce kızını görmek. Bu fikir Akel i heyecanlandırdı ve bir an önce yapmak istedi;
> Birkaç hafta sonra, Ali'yle birlikte bir parkın kenarında durmuşlardı.
Akel'in kalbi, göğsünde deli gibi çarpıyordu; nefes almakta zorlanıyordu.
> Uzakta, salıncakta sallanan küçük bir kız vardı; saçları toplanmış, yanakları kırmızı.
Akel bakarken gözlerinden yaşlar sessizce aktı; parmakları titredi.
"O… benim kızım…"
> Ali sessizce yanında durdu; bir şey demedi.
Sadece Akel'in omzuna hafifçe dokundu; o dokunuş, kelimeden daha güçlüydü.
> Akel kızını izledi; dakikalar, saat gibi geldi.
Kızının gülümsemesini gördü, salıncakta rüzgârda savrulan saçlarını…
Ve içinden sessizce, güçlü bir yemin etti:
"Bir gün… sana yeniden dokunacağım."
O akşamüstü, Elif'in kitapçı dükkanının arka tarafındaki küçük masada oturuyorlardı.
Raflarda eski kitap kokusu, pencereden hafif bir rüzgâr… Çay bardaklarından ince bir buhar yükseliyordu.
> Elif sessizce baktı:
"Sen… çok değiştin Akel," dedi.
"Artık gözlerin daha parlak. İçinde başka bir ışık var."
> Akel önce sustu; kelimeleri boğazına düğümlendi.
Sonra derin bir nefes aldı; bakışlarını fincana dikerek konuştu:
"Ali… hayatıma sadece sevgiyi getirmedi Elif.
Kendime inancımı da getirdi.
Biliyor musun, bazen hâlâ korkularım oluyor… Ama yanımda olduğunda, o korkular küçülüyor."
> Elif, sessizce gülümsedi; başını salladı.
Akel devam etti:
"Kızımı görmek için ilk adımı atarken, ellerim titriyordu.
Ama o, tek kelime etmeden elimi tuttu.
Bazen bir insan sadece dokunarak bile dünyanı değiştirebiliyormuş…"
> Bir an sustu; gözleri doldu ama bu kez ağlamadı.
"Ben uzun zaman sonra… ilk defa kendimi değerli hissettim.
Ali yanımdayken, geçmişin kırıkları bile canımı daha az yakıyor."
> Elif'in sesi yumuşak ve sakindi:
"Sen hep değerliydin Akel.
Ama bazen insanın, kendine inanabilmek için yanında onu hatırlatan birine ihtiyacı olur."
> Akel başını salladı; yüzünde ince bir tebessüm belirdi.
"Evet… Ve galiba ben o kişiyi buldum."
> Dükkanın camından gün batımının solgun ışığı içeri süzülürken, Akel ilk defa gerçekten inanarak fısıldadı:
"Artık kendim olmaktan korkmuyorum."
Sabahın ilk ışıkları henüz gri perdelerin arasından süzülürken, alarm sesi Akel'i uykusundan çekip aldı.
Gözlerini açtığında, bir an nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı; sonra Ali'nin nefesi kulağının hemen yakınında hissetti.
Hafif bir tebessüm etti, başını kaldırmadan derin bir nefes aldı:
"Yeni bir gün…"
> Mutfakta alelacele kahve hazırladı; ajandasına göz attı:
İş yerinde teslim tarihi yaklaşan raporlar, üretim katındaki yeni makine eğitimi, öğlen avukatla görüşme, akşam Ali'yle kısa bir buluşma…
Ve kalbinin en derininde taşıdığı en büyük yük: Kızı.
> Otobüs camından dışarı bakarken düşünceler zihninde birbirine dolandı:
"Ya olmazsa… ya eski hayatım yine beni bulursa…
Ama ya olursa… ya ona dokunabilirsem…"
> İş yerine vardığında, üretim katındaki gürültü her zamankinden yüksek, telefonlar susmuyordu.
Bir yandan çalışanlara talimat veriyor, bir yandan gelen mailleri kontrol ediyordu; başı dönüyordu ama duramadı.
"Güçlü ol Akel… bir gün daha geçecek."
> Öğlen avukatla hızlı bir görüşme:
"Eski eşinizin itiraz dilekçesi geldi," dedi avukat, "Ama süreç devam ediyor. Korkmayın."
Akel'in kalbi sıkıştı; elleri titredi.
"Korkmuyorum…" diye tekrar etti içinden; ama içindeki küçük kız hâlâ ürkekti.
> Akşamüzeri masa başında yorgun argın otururken, telefon ekranında Ali'den gelen mesaj belirdi:
"Unutma… yalnız değilsin."
> Gözleri doldu; dudaklarında yorgun bir gülümseme belirdi.
Bir an başını ellerinin arasına aldı; düşünceleri, korkuları, umutları karmakarışık…
Ama o an bile kalbinin derin bir yerinde hâlâ inatla atan bir güç vardı.
"Devam et Akel… vazgeçme."
İş çıkışında avukatın ofisine giderken, Akel'in kalbi yine hızlı atıyordu; elleri terlemişti.
Korkuları hâlâ susmuyordu; ama bu kez yanında Ali'nin ona verdiği cesaret vardı.
> Avukat, dosyayı masasının üzerine koydu; gözlüklerinin üzerinden bakarak yumuşak bir sesle konuştu:
"Güzel haberlerim var Akel Hanım," dedi.
"Eski eşinizin itirazı reddedildi; mahkeme sizin başvurunuzu ciddi buldu.
Görüşme talebiniz kabul edildi; yakında kızınızı resmi olarak görebileceksiniz."
> Akel'in boğazı düğümlendi; bir an nefes alamadı.
Gözleri doldu, dudakları titredi; ama bu kez ağlamadı.
Sadece usulca, kısık bir sesle:
"Gerçek mi?" diye sordu.
> Avukat gülümsedi:
"Gerçek. Henüz her şey bitmedi; ama ilk kapı aralandı. Artık resmi bir hakkınız var."
Akel, avukattan çıkınca kalbi yerinden fırlayacak gibiydi; nefesi kesilmişti.
"Ali'ye söylemeliyim… İlk onun duyması gerek…"
> Koşar adım eve geldi; anahtarı hızla çevirdi, kapıyı heyecanla açtı.
"Ali! Müjde…" diye seslenirken, bir anda salon kapısında durdu.
> Ali ve Elif, kanepede yan yana oturuyordu.
Elif'in gözleri biraz kızarmıştı; Ali'nin eli, Elif'in omzunda durmuştu.
O an sessizlik bütün odayı doldurdu.
> Akel'in kalbindeki sevinç bir anda yere çakıldı; nefesi kesildi.
Elindeki çanta parmaklarından kayıp yere düştü; ince bir ses yankılandı.
> Bir an hiçbir şey demedi; kalbinde eski bir yara yeniden açıldı:
"Yine mi?… Yine mi yalnız kalacağım?"
> Ali ayağa kalktı; sesi telaşlıydı:
"Akel, açıklayabilirim… Elif'in canı çok sıkkındı, sadece konuşuyorduk."
> Elif de kalktı, sesi titriyordu:
"Akel, lütfen yanlış anlama… Sadece kötü bir haber aldım, Ali de yanımdaydı."
> Ama Akel'in kulakları uğulduyordu; kalbi öyle hızlı atıyordu ki, söylenenleri tam duyamıyordu.
Ellerini yumruk yaptı; gözleri doldu.
"Bir iyi haberi bile paylaşamadan… yine kalbim kırıldı…"
> Birkaç saniye sonra kendini toparlamaya çalıştı; dudakları titreyerek:
"Ben… biraz hava alacağım," dedi ve kapıya yöneldi.
> Arkasından Ali'nin sesi geldi:
"Akel, lütfen gitme!"
> Ama Akel kapıyı açtı, dışarı adım attı; soğuk hava yüzüne vurdu.
İçindeki umutla, yeniden kabaran korkular birbirine karıştı.
Bir anda her şeyden çok, yine yalnız kalmaktan korktu.
> O an Akel'in içinde bir şey kırıldı ve yerine ışık doldu.
Kalbinin derinliklerinden gelen, eskiye ait bütün korkuları bir anlığına susturan bir sevinç…
"Küçük de olsa, artık bir yolum var…" diye düşündü.
> Görüşmeden çıkarken yüzünde hafif bir tebessüm vardı; kalbinde hâlâ korkular, hâlâ sorular…
Ama bu kez, o soruların yanında yürüyen gerçek bir umut da vardı.
Akel saatlerce yürüdü; sokak lambalarının altında, gece rüzgârının yüzünü okşadığı uzun kaldırımlarda…
Ayakları ağrıyor, nefesi daralıyordu; ama durmadı.
Kalbinde ilk defa taşıdığı umut, bir an kırılmıştı; ama bu kez içine başka bir ses de konuşuyordu:
"Sen o eski kadın değilsin Akel… Sen artık kendin için adım atan birisin…"
> Hatırladı:
İlk defa korkarak da olsa kızına ulaşmak için mücadele etmişti.
İlk defa "ben de varım" demişti.
Ve en önemlisi… Bu gücü Ali'den değil, aslında kendi içinden bulmuştu.
> "Bana değer veren birini sevdim; ama ben kendime de değer vermeyi öğrendim…" diye fısıldadı geceye.
Gözleri doldu, ama bu kez ağlamadı.
Sadece derin bir nefes aldı; kendini daha önce hiç hissetmediği kadar gerçek ve güçlü hissetti.
---
Eve döndüğünde Ali hâlâ salondaydı; gergin ve üzgün görünüyordu.
"Akel… lütfen beni dinle," dedi.
Ama Akel'in sesi, beklenmedik bir sakinlikteydi:
"Hayır Ali… Bu kez ben konuşacağım."
> Birkaç adım attı; derin bir nefes aldı:
"Sen bana çok iyi geldin. Bana sevgiyi, güveni, yanımda birini hissetmenin nasıl olduğunu hatırlattın."
Sesi titredi; ama devam etti:
"Ama ben artık sana tutunarak yürümek istemiyorum.
Ben kendi ayaklarımın üzerinde durabilirim… ve duracağım."
> Ali'nin gözleri doldu: "Sadece Elif'e destek oluyordum, sana ihanet etmedim…"
> Akel başını salladı; bakışları yumuşak ama kararlıydı:
"Belki… Ama benim kalbim buna hazır değil.
Ve ben artık kendime zarar verecek hiçbir şeyi hayatımda tutmayacağım."
> Birkaç saniye sessizlik oldu; odada sadece kalp atışları duyuluyordu.
Akel derin bir nefes aldı:
"Git Ali… Ve sakın kendini suçlama.
Sen beni yarı yolda bırakmadın; ben kendi yolumu buldum."
> Ali, söyleyecek söz bulamadı.
Sonunda başını eğdi; sessizce kapıya yöneldi.
> Kapı kapandığında, Akel tek başına odada kaldı; gözleri doldu, kalbi ağrıdı…
Ama bu kez o ağrı, korkudan değil; bir veda etmenin doğal acısından doğmuştu.
> Ve Akel ilk defa kendi kendine fısıldadı:
"Ben güçsüz değilim… Artık değilim."
Kapı kapandığında ev bir anda sessizliğe gömüldü.
O sessizlik, Akel'in kalbinde yankılandı; sanki bütün duvarlar, yalnızlığını hatırlatıyordu.
> Salonda bir süre öylece durdu; Ali'nin bıraktığı boşluk çok büyüktü.
"Artık tek başımayım…" diye düşündü.
Kalbi sıkıştı; gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü.
> Bir an, eski günlerdeki gibi o sessizliğe yenileceğini sandı; kaçıp yatağın altına saklanmak ister gibi…
Ama sonra derin bir nefes aldı; kendine fısıldadı:
"Korkuyorsun, evet… Ama artık kaçmayacaksın."
> Mutfağa gidip bir bardak su içti; elleri hâlâ titriyordu.
Çantasını, sabah için hazırladı; alarmı kurdu.
Aynada kendine baktı; gözleri dolu doluydu, ama içinde ince bir direnç de vardı.
> Yatağına uzandığında sessizlik yine üzerine çöktü.
Başını yastığa koydu, kalbi hâlâ hızlı atıyordu.Henuz kendine bile itiraf edememişti onları öpüşürken gördüğünü,bu görüntüyü silmek istercesine gömdü zihnine ve kalbine fısıldadı sus artık;
"Yarın… yine kalkacaksın."
> Gözleri yavaşça kapandı; uykuya teslim olurken, yalnızlığının da kendisinin bir parçası olduğunu ilk defa kabullendi.
🕰️✨ Zamana sığınmak
> Günler haftalara, haftalar aylara karıştı.
Akel sabah erkenden uyanıyor; kimseyle konuşmadan hızlıca hazırlanıyor, her zamanki otobüsüne binip iş yerine gidiyordu.
İşe adım atar atmaz zaman hızlanıyor; makine sesleri, kâğıt kokusu, raporlar, bitmeyen toplantılar arasında gün nasıl geçiyor anlamıyordu.
> Mesai çıkışı bazen yorgunluktan nefes almak bile zor geliyordu; ama tam da bu yorgunluk onu en çok rahatlatıyordu.
Çünkü ne kadar yorulursa, o kadar az düşünüyordu…
Ali'yi, Elif'i, geçmişini… Ve en çok da kızını…
> Akşam eve döndüğünde yemeğini hızlıca hazırlıyor; çoğu zaman yarısını bile yemeden bırakıyordu.
Yatak odasında, kenarda bir defteri duruyordu:
Kızının ismini yazdığı, kısa notlar aldığı; "Bugün seni düşündüm…", "Bir gün anlatacak çok şeyim var…" diye başlayan cümlelerle dolu bir defter…
O defter, en büyük sırrı ve en sessiz dostuydu.
> Bazen gece yarısı uyanıp mutfağa gidiyor, dolabın kapağını açıp kapatıyor; nefesi kesiliyor, kalbi hızla çarpıyordu.
Sonra aynaya bakıp kendi kendine fısıldıyordu:
"Devam et… Güçlü kal…"
> İş yerinde ise bambaşka biriydi; daha sert, daha dikkatli, daha az konuşan ama daha çok iş yapan biri…
Zamanla yöneticilerin dikkatini çekti; "Akel çok çalışkan, güvenilir" dediler.
Bazı akşamlar bir mesai daha alıyor; sırf eve erken gitmemek için.
> Aylar geçti; Ali'yle ilgili acısı donuk bir boşluğa dönüştü.
Yine de bazen ansızın, bir sokak lambasının altında yürürken, içini keskin bir yalnızlık sızısı kaplıyordu.
O an, gözlerinin dolduğunu kimse görmesin diye başını çeviriyordu.
> Ama her sabah, o yorgun ellerle hazırlanıp kapıdan çıkarken aklında hep tek bir cümle vardı:
"Bir gün… kızım için daha güçlü döneceğim."
> Ve o cümle, Akel'i her sabah yatağından kaldırmaya yetiyordu.
📩✨ Mahkemeden haber
> O sabah da diğer sabahlardan farksız başlamıştı.
Erken uyanmış, aynada kendine kısa bir bakış atıp çantasını toplamış, sessizce evden çıkmıştı.
Fabrikanın soğuk koridorlarında yürürken, zihni çoktan raporlara, sipariş listelerine ve teslim tarihine gömülmüştü.
> Masasına oturduğunda, telefonunda yanıp sönen bir bildirim gördü:
"Avukatınızdan yeni bir belge var"
> Birkaç saniye bakakaldı; kalbi birden hızla atmaya başladı.
Elleri hafif titreyerek telefonu açtı, e-postayı okumaya başladı:
"Mahkeme, çocuğunuzla kontrollü görüşme talebinizi uygun bulmuştur.
Görüşme günü ve saati belirlenmiştir. Daha fazla bilgi için lütfen en kısa sürede arayın."
> Gözleri satırlarda gezinirken nefesi kesildi.
Kalbinde korkuyla umut birbirine karıştı; avuç içleri terledi.
"Bu… gerçek mi?.. Gerçekten görebilecek miyim?"
> Yan masadan bir iş arkadaşı bir şey sordu; ama Akel duymadı bile.
Boğazında bir düğüm, gözlerinde ani bir ısınma hissetti.
"Hayır… şimdi ağlama…" diye kendine fısıldadı; burnunu çekti, derin bir nefes aldı.
> Ellerini dizlerine koyup bir süre öylece oturdu; gözlerini kapattı.
İçindeki küçük, ürkek sesi duydu:
"Belki de bu defa… gerçekten olacak…"
> Avukatı arayıp detayları öğrendi; evrakları almak için öğlen kısa bir izin aldı.
Kalbi hâlâ deli gibi çarpıyordu; ama bu kez korkudan çok, ilk kez gerçek bir adım atmanın heyecanı vardı.
> Masasına döndüğünde kendini hâlâ titrek hissediyordu; ama aklında tek bir cümle yankılanıyordu:
"Kızımı göreceğim… Onu gerçekten göreceğim."
🌱✨ Kızını gördüğü gün
> Sabah erkenden kalktı; gece boyunca neredeyse hiç uyuyamamıştı.
Aynaya baktığında, gözlerinin altındaki mor halkalar bile bu heyecanı bastıramıyordu.
Titreyen elleriyle saçlarını topladı, sade bir elbise giydi; defalarca çantasını kontrol etti: kimlik, mahkeme evrakı, peçete…
> Görüşme salonuna giderken kalbi göğsünü dövecek gibi atıyordu.
"Ya beni tanımazsa… ya bana bakmazsa…" diye düşündü; boğazı düğümlendi.
> Görevli, küçük bekleme odasının kapısını açtı:
"Hazır mısınız?" diye sordu.
Akel yutkundu; gözleri doldu, başını salladı.
> Odaya girdiğinde zaman bir an durdu.
Karşıda, ince uzun saçlarını omuzlarına bırakmış küçük bir kız duruyordu; çekingen gözlerle etrafa bakınıyordu.
O gözler… Akel'in kendine en çok benzeyen yanını taşıyan o gözler…
> Akel'in dudakları titredi; dizlerinin bağı çözüldü.
"Merhaba…" dedi kısık bir sesle.
Kız başını hafifçe kaldırdı, göz göze geldiler; bir anlığına dünya sessizliğe büründü.
> Akel korktu; belki kızın onu soğuk karşılayacağından, belki sırtını döneceğinden…
Ama o küçük kız, utangaç bir adım attı; sonra bir adım daha…
Akel de titreyen adımlarla yaklaştı.
> Ve birden, kız ince kollarını açıp usulca Akel'e sarıldı.
Akel, kokusunu içine çekti; yılların yükü, gözlerinden sel gibi aktı.
Dudaklarından sadece bir fısıltı döküldü:
"Canım kızım…"
> Kız sessizce başını salladı; Akel'in göğsünde nefes aldı.
O an, bütün korkular, pişmanlıklar, eksikler… her şey sustu.
Sadece ikisinin kalp atışları kaldı.
🌿✨ Ve yeni bir başlangıç
> Görüşme süresi dolduğunda birbirlerinden ayrılırken Akel'in kalbi yine sızladı; ama bu defa o sızı umudu da taşıyordu.
Çıkışta derin bir nefes aldı; gökyüzüne baktı.
Gözleri hâlâ ıslaktı; ama dudaklarında ince bir gülümseme vardı.
> "Her şey bitmedi… Asıl şimdi başlıyor."
> Ve Akel, ilk kez kendini eksik değil; tamam hissetti.
Yıllar süren yalnızlıktan, korkudan ve kırılmışlıktan sonra…
Şimdi hayatının en zor, ama en gerçek yolculuğuna cesurca adım atıyordu…