Geniş salonun kristal avizeleri tavanı süslüyor, cam duvarların ardından Boğaz kıpırtısız bir tablo gibi uzanıyordu.
Kameralar köşelere yerleşmişti, masalar özenle dizilmiş, her sandalyeye şirket logolu bir kart bırakılmıştı.
Duru Korel, omzunda beyaz ceket, kararlı adımlarla içeri girdiğinde salondaki birkaç baş ona döndü.
Ama bu dikkat onun için sıradan bir durumdu.
İş dünyasında, önce varlığın, sonra sesin duyulur.
O bunu erken yaşta öğrenmişti.
Masaların arasından geçerken göz ucuyla tanımadığı yüzleri süzdü.
Bugün otel ortaklığı üzerine planlanan özel bir program vardı.
İki büyük şirket bir araya geliyor, geleceğe dair yatırım planları tartışılıyordu.
Duru ve diğer temsilciler, ailelerinin ikinci kuşak yüzleri olarak oradaydı.
"Temsilciler Masası" salonun tam ortasındaydı. Sahneye en yakın, basına en açık nokta.
Duru, kendine ayrılan sandalyeye oturduğunda henüz kimse gelmemişti.
Bu kısa yalnızlık ona iyi gelmişti.
Notlarına göz gezdirirken kahvesini yudumladı.
Beş dakika sonra biri yaklaştı.
Sessiz ama kendinden emin.
Koyu gri bir takım, zarif ama iddiasız bir stil…
Sandalyeye oturduğunda gürültü bile çıkarmadı.
Başını Duru'ya çevirdi, elini uzattı:
"Mert Sayhan," dedi.
Net, kısa ve kararlı.
Ne fazlası vardı, ne eksiği.
Ses tonu ne yüksek ne de alçak… tam olması gerektiği gibiydi.
Duru elini uzattı.
"Duru Korel."
İkisi de soyadlarıyla tanıttı kendini.
Çünkü bu tanışma kişisel değil, kurumsaldı.
Ama bu resmiyetin altında tanımlanamaz bir başka şey vardı.
Mert gülümsedi.
"Bugün Korel ve Sayhan isimleri biraz daha kalabalık konuşulacak gibi."
Duru başını hafifçe yana eğdi, gözleri keskin ama samimiydi:
"Umarım sadece konuşulmakla kalmaz, dinlenir de."
Bir saniyelik sessizlik.
Sonra göz göze geldiler.
Kalabalığın uğultusu uzaklaştı, sadece ikisinin oturduğu o masa netti şimdi.
Tanışmamış gibi görünen bu iki insan, kelimeleri sanki yarım kalmış bir diyaloğun devamıymış gibi kuruyordu.
Ve Duru o anda fark etti; bu tanışma, sıradan bir iş görüşmesinden fazlası olacaktı..