Ficool

Chapter 4 - The Secret of the Blue Seal

Balo gecesinden bu yana üç gün geçmişti.

Saray eski düzenine dönmüş gibi görünüyordu ama herkes, o geceki fısıltıları hâlâ konuşuyordu:

Margoslu kızın güzelliğini…

Ve Kaelreth'in onunla dans edişini.

Kaelreth, eğitim alanından dönerken kılıcını zırh odasına yerleştiriyordu.

Yalnızdı.

Ta ki kapı aralanana kadar.

"Komutan…"

Ses, hafif ve tanıdıktı.

Başını kaldırdığında Elira'yı gördü.

Günlük, sade ama zarif bir elbise giymişti.

Taç yoktu, makyaj hafifti.

Ama gözlerindeki bakış, tüm saraydan daha ağırdı.

"Prenses, bu saatte burada olmanız—"

"Sebebi sensin," diye kesti Elira.

Kaelreth duraksadı.

Elira birkaç adım daha attı, aralarındaki mesafe iyice kapandı.

Zırh odasının loş ışığında yüzü daha belirgindi.

"Balo gecesinden beri seni göremedim.

Ya da… belki sen beni görmezden geldin."

"Görevlerim vardı." dedi Kaelreth, sesini soğuk tutmaya çalışarak.

Elira gülümsedi, ama bu gülüş alayla karışık bir sitemdi.

"Görevler…

Her zaman görevlerin var.

Ama biliyor musun, Kaelreth…

Bir kadının kalbini kaybetmenin en kolay yolu… onu görmezden gelmektir."

Kaelreth gözlerini ondan kaçırmak istedi ama Elira yaklaştı.

Parmak uçlarıyla komutanın eldiveninin kenarına dokundu.

"Ben seni tanıyorum.

O sert bakışlarının ardında, bir kez olsun kendini bırakmak isteyen bir adam var.

Ve eğer o adam… benim yanımda olmak isterse…

Onu beklerim."

Kaelreth derin bir nefes aldı.

Bu sözler, zırhını delip geçen bir ok gibiydi.

Ama görevine ve şüphelerine tutundu.

"Prenses… bazı şeyler… imkânsızdır."

"Belki," dedi Elira, gözleri onunkinden ayrılmadan.

"Ama bazı imkânsızlar… denemeye değerdir."

Ve o an, Elira arkasını dönüp çıktı.

Kaelreth, zırh odasında yalnız kaldığında, farkında olmadan elini hâlâ onun dokunduğu yerde tuttuğunu fark etti.

Gün, sakin başlamıştı.

Gravella, sabahın erken saatlerinde odasında yalnız kalmış, kahvesini yudumluyordu.

Dışarıdan gelen hafif yağmur sesi, sarayın ağır sessizliğine karışıyordu.

Ama içindeki huzursuzluk, balodan bu yana hiç dinmemişti.

Özellikle Kaelreth'in bakışları…

O bakışlar, sanki zihninin en gizli köşelerine kadar işliyordu.

Hizmetçilerden biri, şifonyerin çekmecesini boşaltırken elinde katlanmış, mühürsüz bir zarfla döndü.

"Bu… çekmecenin arkasına sıkışmış, Leydim."

Kağıt, yıpranmış ve hafif sararmıştı.

Üzerindeki yazıysa… tanıdıktı.

Morf alfabesi.

Natali olduğu eski hayatta, merak yüzünden öğrenip "asla işime yaramaz" dediği o garip kod.

Şimdi karşısında, sarayın ortasında…

Merakına yenik düşerek zarfı açtı.

Satırları yavaş yavaş çözdü:

"Yarınki sevkiyat, doğu limanında.

Muhafızların dikkati başka yöne çekilecek.

Margos'un kızı, bundan haberdar olmamalı."

Gravella'nın kaşları çatıldı.

"Sevkiyat" derken neyi kastediyorlardı?

Ticari bir anlaşma mı?

Saray içi bir teslimat mı?

Yoksa… başka bir şey mi?

Kelimeler havada asılı kaldı.

Mektubun sonunda ise tanımadığı bir imza vardı.

O an, soğuk bir rüzgar odadan geçti — aslında rüzgar değildi, kapının önünde duran adamın varlığıydı.

Kaelreth.

Siyah saçlarının gölgesi eşiğe düşüyordu, yüzünde ifadesiz bir sertlik.

"Ne okuyorsunuz, Leydim?" diye sordu, sesi yumuşak ama tehlikeli bir derinliğe sahipti.

Gravella gülümsemeye çalıştı, kâğıdı hızlıca katlayıp masaya bırakarak:

"Sadece… eski bir yazı. Anlamı pek yok."

Kaelreth başını hafifçe eğdi, ama gözleri ondan ayrılmadı.

"Öyle mi? İlginç… Sizden saklanması gerektiği yazılan bir şeyi, bu kadar önemsiz bulmanıza sevindim."

Söylediği söz, ince ama kesin bir bıçak gibi Gravella'nın üzerine saplandı.

Adam hiçbir şey eklemeden uzaklaştı.

Ama adımlarının ritmi, sanki "sana güvenmiyorum" diyordu.

Gravella elini mektubun üzerinde gezdirdi.

Aklında tek bir soru yankılanıyordu:

"Neden benden saklamalılar?"

Gece, limanın üzerinde ağır bir sis dolaşıyordu.

Ay ışığı, deniz yüzeyinde titrek bir gümüş yolu çiziyor; rüzgâr tuz ve yosun kokusunu Gravella'nın pelerinine taşıyordu.

O sabah bulduğu mektubun kelimeleri hâlâ zihninde yankılanıyordu:

"Yarınki sevkiyat…"

Ne sevkiyatı? Silah mı? Ticaret malları mı?

Yoksa… çok daha karanlık bir şey mi?

Sessizce iskeleye indi. Etraf bomboştu.

Ne adam ne sandık başında bekleyen muhafız vardı.

Hiçbir şey bulamamıştı. Yine de içini kemiren merak, adımlarını yavaşlatmıyordu.

Tam limanın çıkışına yöneldiğinde arkasından bir ses duyuldu:

"Bu saatte burası tehlikeli olabilir, leydim."

Gravella irkilip arkasına döndü.

Uzun boylu, koyu renk pelerinli bir adam karanlıktan belirmişti.

Yüzünde tanıdık bir gülümseme vardı ama Natali, bu bedende onu ilk kez görüyordu.

Bir an durdu… Sonra hafızasının derinlerinden bir anı çaktı.

Romanın sayfaları, gözlerinin önünde yeniden açılmıştı.

O tanım… omuzları geniş, koyu renk saçlı, ince mizahi bir bakışı olan Margoslu kont…

Kont Edrian.

Natali, romanın o bölümünü hatırladı:

"Çocukken Gravella'nın en yakın arkadaşıydı, ancak yıllar önce yolları ayrılmıştı. Edrian, gittiği deniz yolculuklarından egzotik hediyeler getirir, ona liman hikâyeleri anlatırdı…"

İçinde istemsiz bir sıcaklık yayıldı. Dudaklarında hafif bir tebessümle konuştu:

Gravella: "Ah… Kont Edrian. Yıllar olmuş."

Edrian: "Demek beni hatırladınız. Bunca zaman sonra sizi burada görmek… ilginç bir tesadüf."

İkili adımlarını ağır ağır liman boyunca sürdürdü.

Gecenin sessizliğinde, sohbetleri eski günlerin hatıralarıyla doluydu.

Ama Gravella farkında değildi…

Uzakta, gölgelerden onları izleyen bir çift keskin göz vardı.

Kaelreth D'Armonte, ay ışığında netleşen siluetleri dikkatle inceliyordu.

Pelerinin altında gizlenen ellerini yumruk yapmış, bakışlarını onlardan ayırmıyordu.

"Margos'un kızı… Gece yarısı. Limanda. Ve yanında eski bir tanıdık.

Bunu masumca açıklayabileceğini sanmıyorum…"

Edrian, Gravella'ya hafifçe eğildiğinde Kaelreth'in çenesi kasıldı.

İçinde hem kıskançlık hem de suç şüphesi büyüyordu.

Belki de bu gece gördükleri, uzun zamandır aradığı cevabın parçasıydı.

Gece yarısı limandan dönerken Gravella'nın ayak sesleri sarayın taş koridorlarında yankılanıyordu.

Pelerini hâlâ tuz kokuyordu.

O mektuptaki "yarınki sevkiyat" cümlesi aklından çıkmıyor, Kont Edrian'la karşılaşması ise kafasını daha da karıştırıyordu.

Odası sessizdi.

Yatağa uzandı, tavanın işlemeli ahşap detaylarına boş boş bakarken kendi kendine mırıldandı:

"Burada herkes başka bir oyun oynuyor… Benim payıma ne düşecek, bilmiyorum."

Göz kapakları ağırlaştı.

Bir süre sonra derin bir uykuya daldı.

Sabah, ince perde aralıklarından süzülen güneş ışığıyla uyandı.

Hizmetçileri henüz gelmemişti.

Bir an aklına geldi: Sarayın diğer kısımlarını henüz gezmemişti.

Uzun, kıvrımlı koridorları adımlarken uzaktan metalin metale çarpan sert sesleri duydu.

Merakı ağır bastı, sesi takip etti.

Büyük taş bir avluda, talim alanına vardığında onu gördü.

Kaelreth D'Armonte…

Geniş omuzlarıyla, güneş altında parlayan siyah saçlarıyla kılıç çalışıyordu.

Her hamlesi keskin, her hareketi ölümcül bir zarafete sahipti.

Gravella, kaşlarını hafif kaldırıp istemsizce düşündü:

"Celladım… çok yakışıklıymış. Buraya ilk geldiğimde telaştan fark etmemiştim."

Tam geri dönüp uzaklaşacaktı ki Kaelreth'in bakışları onu buldu.

Kılıcını yavaşça indirdi, dudaklarında soğuk bir çizgi belirdi.

Kaelreth: "Leydim Gravella… Liman gezilerinizden sonra sabah sporuna mı geçtiniz?"

Sesinde alay ve ima dolu bir ton vardı.

Gravella'nın gözleri bir an şaşkınlıkla büyüdü.

Ne demek istediğini biliyordu ama belli etmemeye çalıştı.

Gravella: "Liman mı? Sanırım beni bir başkasıyla karıştırdınız, komutan."

Kaelreth (hafif gülümseyerek): "Ah, belki de… Ama insan, gece yarısı gölgelerde gördüğü silueti kolay kolay unutmaz."

Kaelreth, yeniden kılıcına dönerken Gravella'nın boğazında görünmez bir düğüm oluştu.

Artık onun sadece celladı değil, aynı zamanda en tehlikeli gözlemcisi olduğunu biliyordu.

Kaelreth, talim alanında kılıcını yerine bırakmış, Gravella'yı hâlâ dikkatle izliyordu.

Sert bakışlarının altında, dudak kenarında belli belirsiz bir kıvrım vardı.

Gravella, başını hafif yana eğip gülümsedi.

Gravella: "Bana öyle bakmaya devam ederseniz… Gizli bir hayranım olduğuna inanmaya başlayacağım."

Kaelreth'in kaşları kalktı, yüzünde yarı alaycı, yarı meydan okuyan bir ifade belirdi.

Kaelreth: "Belki de öylesinizdir, leydim… Ama hayranlıkla gözetlemek arasında ince bir çizgi vardır."

Gravella hafifçe gülerek karşılık verdi.

Gravella: "Ah, o çizgiyi çoktan geçmiş olmalısınız."

İkisi de birbirine bakarken aralarında görünmez bir kıvılcım dolaştı.

Gravella, hafif bir reverans yaparak uzaklaşmak için döndü… ama aniden ayağı taş zemine takıldı.

Bir anlık refleksle Kaelreth ileri atıldı, onu belinden kavradı.

Hareketin hızından dengelerini kaybettiler; Kaelreth de Gravella'yla birlikte yere düştü.

Gravella, onun göğsüne yaslanmış, nefes nefese kalmıştı.

Kaelreth'in bakışları onun şaşkın yüzünde kilitlendi.

"Gözleri… orman gibi. Bu kadar yakından hiç görmemiştim…"

Elleri önce istemsizce Gravella'nın yanağına, ardından parlak turuncu saçlarına uzandı.

O an, zaman kısa bir anlığına durdu.

Gravella, utangaç bir sesle mırıldandı:

Gravella: "Pardon…"

Tam kalkmak üzereydi ki eli kaydı ve tekrar onun üzerine düştü.

Kaelreth'in yüzündeki kontrol çizgisi çatladı; bakışları karardı, nefesi hızlandı.

Bir an sanki onu bırakmak istemiyor gibiydi… ama sonra iradesini toplayıp Gravella'yı hafifçe kenara itti.

Kaelreth: "Dikkatli olun, leydim."

Sesi her zamanki kadar soğuktu ama gözlerinde belirsiz bir gölge vardı.

Gravella, hızla kalkıp oradan uzaklaştı.

Nefesi hâlâ düzensizdi; ne olduğunu anlamaya çalışırken kendini sarayın kütüphanesinde buldu.

"Az önce ne yaşandı? O eller… o bakışlar…"

Raflar arasında gezinirken bir anda yukarıdan ağır bir kitap kafasına düştü.

Acıyla başını tutarken, kitaptan göz kamaştırıcı mavi bir ışık yayılmaya başladı.

Mana gibi parlayan bu ışık Gravella'nın etrafında dönüyor, sonra yavaşça kitabın kapağına çekiliyordu.

Elini uzattı.

Kitabın üzerinde, altın kabartma harflerle yazılmış bir başlık vardı.

Ve kapakta iki figür… kendisi ve Kaelreth D'Armonte.

Gravella: "Bu… değişmiş mi? Neden… neden celladım ve ben?"

Merakla sayfalarını açmaya çalıştı ama sayfalar sıkıca mühürlenmişti.

O an mavi ışık yeniden parladı ve kitap, sanki hiç var olmamış gibi elinden kayboldu.

Gravella, boş ellerine bakarken kalbi hızla atıyordu.

"Bu neydi? Ve… bana ne anlatmaya çalışıyor?"

Yeni bölümlerin devamı için bol bol yorum yapalımmm

More Chapters