Ficool

Chapter 1 - Bölüm 1: Gölgeler Arasında İlk Adım

Annemin, yani imparatoriçenin bana takdim ettiği yüzüğü parmağımda taşıyordum. Bu benim için bir ilkti. Halkımı korumak için bu yüzüğü takıp güçlerimi geliştirmem gerekiyordu. Üstelik imparatoriçenin varisi olduğum için başarılı olmak zorundaydım.

"Lunaria, bu yüzük senin ana gücünü ortaya çıkaracak bir ganimet. Onunla çalışarak gücünü en saf hâliyle açığa çıkaracaksın ve bizden sonra melek halkını, Aurelia'yı koruyacak imparatoriçe olacaksın." Annem elini nazikçe başıma koydu, gözlerindeki gururu saklamadan baktı.

Böylece yüzükle olan imtihanım başlamış oldu.

Ama yüzüğün tamamen bana ait olmasıyla ablam Nerissa bana daha da kötü davranmaya başladı. "O senden daha büyük, neden varis o değil?" diye sorabilirsiniz. Sebebi, ablamın doğuştan Auror Yorgunluğu denilen bir hastalığa sahip olması. Ruh enerjisini sürekli kaybediyor; her güç kullandığında bu tükenme daha da hızlanıyor. Tedavisi yok. Ve bu yüzden varis olamıyor. Çocukluğumdan beri bu durumun hıncını benden çıkarır. Biz hiçbir zaman gerçek anlamda abla-kardeş olamadık.

Yüzüğü almamın ertesi günü eğitimlerim başlayacaktı. Saray koridorlarında yürürken karşımdan ablam geldi. O anki bakışı… şimdiye kadar bana hiç böyle bakmamıştı. Soğuk, keskin, neredeyse nefretle dolu.

"Biricik kardeşim, sonunda yüzüğe sahip olmuşsun." Sesindeki alay saklanmıyordu. "Umarım bu sorumluluğun altından kalkabilirsin… ama pek zannetmiyorum." Ardından küçümseyici bir gülüş bıraktı.

Normalde onun bu tarz sözlerine cevap vermezdim. Ama bu sefer, yüzüğün ağırlığı ve sorumluluğu zihnime daha çok yüklenmişti. Moralim fena bozulmuştu. Huzur Ormanı'na gidip biraz yürüyüş yapmak iyi gelirdi.

Saraydan çıkıp ormana vardım. Bir süre yürüdüm, sonra büyük bir ağacın altına oturup yüzüğümü seyretmeye başladım. Tam o sırada, önümdeki çalıların arasından bir hışırtı geldi. Kalbim hızlandı. Sonuçta ben Aurelia'nın varisiydim ve korumasızdım. Ayağa fırlayıp savunmaya geçtim.

Derken çalıların arasından bir melek oğlan çıktı.

"Sen kimsin? Ne yapıyordun orada?" Sesim kararlı ama temkinliydi.

"Hey, sakin ol," dedi ellerini kaldırarak. "Bu ormana hep kafa dinlemeye gelirim. Çalıların arasında uyuyakalmışım, çıkmaya çalışıyordum."

Bakışlarımı üzerinden çekmeden birkaç saniye düşündüm, sonra savunma hâlimden çıktım. "Anladım… biraz korkmuştum sadece."

Aslında ailem dışında pek kimseyle konuşmadığım için yabancılarla iletişim kurmakta zorlanırdım. O ise parmağımdaki yüzüğe bakarak sordu:

"Sen imparator Uriel'in kızı değil misin?"

Sanırım halkın önüne çok çıkmadığım için beni yüzümden tanımamıştı. "Evet. Sanırım yüzüğümden anladın. Neyse, gitmem gerek."

Konuşmayı uzatmak istemiyordum. Hem hâlâ ona tam olarak güvenememiştim. Arkamı dönüp ormandan ayrıldım. Saraya döndüğümde akşam olmuştu. Ailemle yemek yedim, sonra Nerissa ile daha fazla muhatap olmamak için odama çekildim.

Eğitimler yüzünden yarın çok yorulacağımı biliyordum. Üzerimi değiştirip yatağıma uzandım. Uykuya dalmaya çalışırken aklım hâlâ ormandaki oğlandaydı. Nedense yüzü sürekli gözlerimin önüne geliyordu. Ve sonunda, düşüncelerim bulanıklaşırken uykuya yenik düştüm.

Ertesi sabah, hizmetçim Elysia erkenden uyandırdı. Anne ve babam dışında iletişim kurduğum tek insandı o. Sıcakkanlı, tatlı ve güven veren biriydi. Uyanınca yüzümü yıkadım, eğitim kıyafetlerimi giydim. Henüz yemek saati olmadığı için kahvaltı yapmadan büyü antrenman alanına gittim. Orada, daha önce sadece uzaktan gördüğüm ama hiç konuşmadığım büyü öğretmeni beni bekliyordu.

"Merhaba Lunaria. Ben Elionas. Büyü gücünü artırıp, tam olarak ortaya çıkarabilmen için seni eğiteceğim," dedi samimi bir gülümsemeyle. Otuzlu yaşlarında, ciddi ama sıcak bakışlı bir adamdı. Biraz çekinerek konuşabildim.

"Merhaba… Memnun oldum. Beni çalıştıracağınız için teşekkür ederim."

Elionas elini uzattı. Gülümsemesi değişmedi. Fazla bekletmeden elini sıktım.

"Pekâlâ, fazla uzatmadan bugünkü çalışmamıza başlayalım. Şu an fiziksel bir şey yapmayacaksın, sadece dediklerimi dikkatle dinle. Anlatacaklarım çok önemli."

Duruşumu düzelttim, tüm dikkatimi ona verdim.

"Bildiğin gibi, her imparator veya imparatoriçenin yüzüğüyle birlikte farklı bir güç ortaya çıkar. Şu an senin gücün ne bilmiyoruz, bu yüzden kolay büyülerle başlayacağız. Zamanla zorluk seviyesini artıracağız. Bu süreçte zihninin tamamen berrak olması önemli."

İlk dersimiz böyle geçti, sadece konuştuk. Ardından yemek saati geldiğinde ara verdik. Yemek salonuna girdiğimde annem, babam ve Nerissa çoktan oturmuştu.

"Günaydın," dedim sakince, yerime otururken.

Annem ve babam meraklı ve heyecanlı bakarken, Nerissa'nın bakışları kıskançlık doluydu. Babam söze girdi:

"Günaydın hayatım. İlk dersin nasıl geçti?"

Bir lokma aldıktan sonra cevapladım. "İyiydi. Henüz uygulamalı çalışmaya başlamadık. Yemekten sonra bir dersim daha var."

Annem yumuşak bir ses tonuyla, "Bebeğim, kendini fazla zorlama. Senin yapabileceğini biliyoruz," dedi. Tam gülümseyip cevap verecekken Nerissa dayanamayıp araya girdi.

"Anne, onu ne kadar abartmaya devam edeceksiniz? Daha hiçbir şey başarmadı!"

Annem ve babamın kaşları çatıldı. Babam sert bir şekilde masaya vurdu. "Nerissa! Kardeşine moral vermek yerine neden böyle konuşuyorsun?"

Ablam, babamın uyarısını umursamadan ayağa kalktı. "Her zaman onu pohpohluyorsunuz! Benim yaptıklarımı görmezden geliyorsunuz!"

Ben sessizce oturmaya devam ettim, ama içim sıkılıyordu. Babam hâlâ sakinliğini korumaya çalışıyordu. "Otur ve yemeğini ye," dedi.

"Yapmıyorum! O benim yarım kadar bile değil!" diye bağırdı Nerissa. Babam sonunda sesini yükseltti. "Yeter! Haddini aşıyorsun!"

Sonra hizmetkâra seslendi. "Arthur, Nerissa'yı odasına götür ve kardeşinden özür dilemeye karar verene kadar çıkmasına izin verme."

Ablam, giderken nefret dolu bakışlar attı. "Sizden nefret ediyorum!" dedi.

Annem elini nazikçe elimin üzerine koydu. "Tatlım, ablanı biliyorsun. Hastalığından dolayı böyle davranıyor. Ona aldırma."

Başımı salladım. "Ben doydum. Afiyet olsun," dedim ve kalktım.

Ders alanına döndüğümde Elionas beni karşıladı. "Tekrar hoş geldin. Bu kez uygulamalı çalışacağız," dedi. Basit büyü egzersizleri yaptık. Yorulmadım, çünkü bu tür şeylere zaten alışkındım.

Ders bitince odama döndüm, üstümü değiştirdim. O anda, dün gece uykumu bölen o yüz aklıma geldi. Huzur Ormanı'nda olduğunu söylemişti. Merakım ağır bastı. Saraydan çıkıp ormana doğru yürüdüm.

Ormanın içinde yaklaşık yirmi dakika dolaştım. Çocukluğumdan beri buraya gelirdim; yollarını avucumun içi gibi bilirdim. Arkadaşım olmadığından, hep hayvanlarla vakit geçirirdim.

Bir süre oturup bekledim. En son geldiğimde onu burada görmüştüm. Bekledim, bekledim… kimse gelmedi. Sessizlik içinde uyuyakalmışım.

Omzumda bir dokunuş hissettiğimde gözlerimi araladım. Karşımda yine o melek çocuk vardı. Hızla ayağa kalktım. O, hafif bir sırıtmayla geriye doğru çekildi.

"Günaydın," dedi.

Yüzümü buruşturdum. "Yine mi sen?"

"Evet," dedi gülerek. "Hep burada olduğumu söylemiştim. Uyumaya mı geldin?"

"Hayır. Sadece… uyuyakalmışım," dedim, elbisemi düzelterek.

Ellerinin arkasından bir sepet çıkardı. "Bunları yeni topladım. Yaban mersini. Beraber yemek ister misin?"

"Hayır teşekkürler. Tanımadığım insanların verdiği şeyleri yemem," dedim.

Çocuk kahkaha attı. "Anladım prenses. Haklısın, sonuçta varissin."

"Bunda komik bir şey yok! Gidiyorum," deyip arkamı döndüm. Tam uzaklaşırken, bileğimden tutup durdurdu.

More Chapters