Bölüm 5
Aşağıya inene kadar itiraf etmeliyim ki diken üstündeydim. Üzerimdeki örtüyü kafama kadar çekmiş ve arabanın en köşesinde küçücük kalmıştım. Şimdiye kadar peşime düşmüş olmalılardı. Duvarın oraya gelişi benim için he iyi hem de kötü olmuştu. İyi kısmı mesajımı direk kendisinin görebilecek olmasıydı. Doktorun kanlar içindeki halini gördüğünde suratının alacağı ifadeyi görmek için yanıp tutulsam da her şeyin zamanı vardı. Kötü kısmı ise beni yakalayabilecek tek kişi belki de oydu. O arabaya binmediğimi anlayacaklarını elbette biliyordum ama Duvar eğer oyunumu hemen anlarsa vapura binmeden yakalanırdım ve eğer o adamların söyledikleri doğruysa bugün nefes aldığım son gün olurdu. Ve kesinlikle bugün ölmek gibi bir niyetim yoktu. Bu yüzden aşağı inene kadar hep tetikteydim. Ormanı geçip insanları görmeye başlayınca bir an çok kısacık bir an utandığımı hissettim. Sanki herkes başıma gelenleri yüzümden okuyabilecekler gibiydi. Başıma gelenlerden utanması gereken ben değildim ama yine de bundan kaçamayışımın suçlusu bendim. İnsanlar nasıl bu kadar aptal olabildiğimi görebileceklermiş gibi buradan yok olmak istedim. Dünyadaki bütün kötülerin utancı omuzlarıma yüklenmişti. O andan sonra insanlara bakmak yerime hep önüme baktım. Yapmam gereken buydu çünkü hep önüme bakmalıydım. İnsanları görmeden dinlemeden sadece hedefime odaklanmalıydım. Çarşıya indiğimizde bu kadar kalabalık ve gürültüden uzun süre ayrı kalmış bedenim küçük bir anksiyete krizine çoktan hazırdı. Başıma şiddetli bir ağrı girmişti ve odağımı toplamakta zorlanmaya başlamıştım. Derin bir nefes aldım ve anksiyeteye teslim olmamak için kendimi zorladım ve bakışlarım önümde sadece atların ayak seslerine odaklandım. Bir süre daha gittikten sonra araba yavaşlayarak durdu. Kafamı kaldırdığımda vapura geldiğimizi gördüm ve hızla üzerimdeki örtüyü atıp öndeki abiye döndüm. Abide hafif bana dönerek elindeki telefonu gösterdi.
"Geldik kızım istersen arkadaşlarını arayalım." Dedi. Rolümü bozmayarak
"Hiç gerek yok abi. Biletim yanımda onlara içerdedir zaten. Allah razı olsun bıraktın buraya kadar." Dedim. Abinin pek içine sinmişe benzemiyordu ama fazla da üstelemedi. Bende arabadan inerek onun yanına yürüdüm.
"Abi kalem kağıt var mı?" dedim. Aslında cebimde bir tane vardı ama onunla bir daha yazı yazabileceğimi sanmıyordum. Abi cebinden yarısı kullanılmış bir kurşun kalemi ve bir faturayı çıkartıp bana uzattı.
"Kağıt bu var sadece olur mu?" dedi. Sadece başımı sallayıp uzattıklarını aldım. Faturanın boş bir yerine adresi yazıp adama geri uzattım.
"Abi buraya adresimi yazdım. Başın derde girerse ya da bir ihtiyacın olursa bu adrese gel. Oylum hanımla görüşmek istiyorum de yeterli. Adın neydi bu arada?" dedim. Bu adam olmasa bir adım bile öteye gidemezdim. Bu iyiliğini karşılıksız bırakmayacaktım. Tıpkı hiçbir kötülüğü karşılıksız bırakmayacağım gibi. Abi önce adrese baktı sonra bana dönerek
"Kızım senin başın bela da mıydı?" dedi şüpheyle. Zaten Duvar'ın bu adamı bulması akşamı bulmazdı.
"Korkma akşama beni sormaya gelecekler. Onlara beni çarşıya iner inmez indirdiğini söyle. Bir de bu adresi başka bir yere yazdıktan sonra sana gelen adama ver. Karşılığını alacaksın abi korkma." Dedim. Adamın şüpheli ifadesi korkuya dönüşmüştü. Başına bela olacağımdan korkuyordu ki haklıydı ama Duvar ona bir şey yapmayı göze alamazdı. Yoksa yaptığı her şey ortaya saçılırdı. Adam hızla kağıdı bana uzattı.
"Benim başımı belaya koyma al adresini de. Çoluğum çocuğum var benim." dedi. Kağıdı almadan elini tutarak ona doğru ittim.
"Korkma sana bir şey yapmayacaklar. Çoluğun çocuğunun tüm hayatı artık bana emanet. Tabi dediklerimi yaparsan." dedim. Kararsız bir şekilde bir süre yüzüme baktıktan sonra sadece kafasını sallayarak kağıdı cebine koydu.
"Adım Rüstem." Dedi. Başımı sallayıp ona tebessüm ettikten sonra arkamı dönerek kapıya doğru yürüdüm. Kapıdan geçerken her an yakalanabilirim korkusu dizlerimi titretse de bunu belli etmeden gayet sakin adımlar atarak güvenlikten geçtim. Elimi cebime atarak bileti çıkarttım. Kapının köşesinde bir süre durarak bilet kontrolünden geçen insanları izledim. Kimlik kontrolü yapmıyorlardı ve doktorun dediği gibi sadece biletin üstündeki barkodu okutup geçiyorlardı. Vapurun kalkmasına çok az kalmıştı ve artık geçmem gerekiyordu. İçimde fırtınalar koparken ve vücudum bu kadar strese tepki göstermek için benimle savaşırken içimin aksine gayet sakin adımlarla bilet kontrolü yapan adama yaklaşıp biletimi uzattım. Bileti stresten biraz fazla sıkmıştım sanırım çünkü epey buruşmuştu. Elimle biraz düzeltip barkod kısmını açtım. Adam yüzüme bile bakmadan barkodu okuttu. Okutur okutmaz sadece kolay gelsin dedim ve vapura doğru yürümeye başladım. Adamı arkamda bırakınca çaktırmadan bir oh çekmiştim ki arkamdan
"Hanım Efendi pardon." Diye bir ses duyunca az önceki stres katlanarak vücuduma geri döndü. Olduğum yerde adeta çakıldım ama belli etmemek adına arkamı döndüğümde adam bana
"Biletinize bir daha bakabilir miyim?" dedi. İşte o an dizlerimin bağının çözüldüğünü gerçekten hissettim. Her şey bir saniye kadar flulaştı ama hemen aklımı topladım ve bir şey belli etmeden adama doğru yürüdüm. Ellerimin titremesini engellemek için o kadar kasmıştım ki canım yanıyordu artık ama hızlı ve gergin bir şekilde değil gayen sakin ve yavaş bir şekilde bileti uzattım. Adam bilete bakıp elindeki makineye bir şeyler yazdı. Sorunun ne olduğunu anlamamış gibi
"Bir sorun mu var acaba?" dedim. Sorgulamayışım bir problem olduğunu zaten biliyor ama anlaşılmasın diye sessiz kalıyorum gibi bir hava verebilirdi. Bu yüzden her şey normalken bir anda hiç beklemediğim bir sorun çıkmış gibi davranmam şüpheleri üstümden uzaklaştırırdı. Adam bileti bana geri uzatıp gülümsedi
"Hayır bilet buruştuğu için okumadı makine arada böyle olur. Bilet numaranızı girdim. İyi yolculuklar." Dedi. Ne kadar rahatladığımı anlatmam mümkün değildi belki ama stresin vücudumdan kayıp gittiğini hissetmek inanılmazdı. Adama gülümseyip teşekkür ettim ve vapura yetişmek için bu sefer hızlı adımlarla çıkış kapısından çıktım. İskele boyunca vapura kadar adeta koşarak gelmiştim. Az önceki stres ve heyecandan dolayı hala vücudum tepki gösteriyordu. Dizlerimdeki güç çekilmiş gibiydi ve sanki havada yürüyordum. Hızlı adımlar atıyordum ama dizlerim titrediği için çok kuvvetli adımlar değildi. Sanki kısacık bir an dursam dizlerim görevi bırakacak ve yere düşüp kalacaktım. Bu yüzden hızla neredeyse koşarak vapura bindim. Bilette koltuk numarası yazmıyordu. Zaten vapurda çok yeni gibi değildi. Bu yüzden içeriye geçip kapıya en yakın köşeye oturdum. Vapur hareket edene kadar bir gözüm hep kapıdaydı. Buradan hem limanın girişini hem de kapıyı görebildiğim için gelen biri olduğunda hemen pozisyon alabilirdim. Neyse ki korktuğum gibi olmadı ve vapur yavaşça limandan ayrıldı. Vapur hareket edince dışarı çıkarak vapurun arkasından git gide uzaklaşan adaya baktım. Bir devri ve bir hayatı geride bırakmıştım. Mihri'yi, Doktoru, çaresizliği ve tutsaklığı geride bırakmıştım. Adadan uzaklaştıkça ve artık küçülüp gözden yok olunca bunu daha iyi görebiliyordum. Şimdi başka İstanbul'dan ayrılırken geride kalan herkesle yüzleşmek ve onları yok etmek için geri dönüyordum. Belki aynı kadın değildi geri dönen ama ben sadece kendi intikamım için değil Mihri'nin ve ne kadar umurumda olmasa da Duvarın hayatını mahvettiği herkesin intikamı almak için geri dönüyordum. Yapacaklarımı düşündükçe ellerim kaşınıyordu ve Doktoru öldürürken içimden çıktığını hissettiğim o canavarın zihnimin duvarlarını zorladığını hissedebiliyordum. Bir süre daha orada durduktan sonra artık vücudum da rahatlamış dizlerime gücü geri gelip titremesi geçmişti. Yavaş adımlarla üst kata çıktım burası aşağıdan daha kalabalıktı. Biraz ilerleyip denizi gören tarafta bir yere oturup denizi izlemeye başladım. Güneşin denizin üzerindeki parlayışını suyun üzerindeki ufak dalgaların hareketini uçan kuşları dahil her şeyi en ufak bir detayı bile kaçırmak istemiyordum ve sıradanlaşmış her şeyin aslında ne kadar kıymetli olduğunu kendime her fırsatta hatırlatmak için önceden kıymeti olmayan her şeyi aklıma kazımak istiyordum. Gözlerimi kapatıp denizin kokusunu içime çektim. Her gözlerimi kapattığımda ya gözlerimi açtığımda yine orada olursam korkusunu aklımdan çıkaramıyordum ve eminim ki bu bir süre daha benim lanetim olmaya devam edecekti. Bu yüzden derin nefesler alarak denizin kokusunu orada olduğunu zihnime kanıtlamak isterdim. Güneşin görmesem bile tenimdeki sıcaklığına odaklandım. Gözlerim hala fazla güneşte acıyorlardı bu yüzden başımı biraz geri çekip hafif sağ tarafa doğru kaydım. Artık güneş direk yüzüme vurmuyordu sadece ellerimin üzerinde hissedebiliyordum. Biraz daha böyle gözlerim kapalı denizin kokusunun tadını çıkarırken bir yandan insanların seslerine de alışmaya çalışıyordum. Merkeze ilk indiğimdeki gibi büyük bir krizin eşiğinde değildim artık ama hala birden fazla sesin uğultusunu duymak tüylerimi diken diken ediyor vücudumu her an saldırıya hazır halde tutuyordu. Bunlar olacağını bildiğim şeylerdi. Bir süre daha böyle sorunlar yaşayacaktım ama vücudumu bunlara yavaş yavaş alıştırmak gibi bir lüksüm yoktu. Bu yüzden vücuduma karşı bile bir mücadele vermek zorundaydım. Yapabilirdim sıkıntı değildi. Zaten bu yolda çok fazla heyecan ve anksiyeteyle baş etmek zorunda kalacaktım. Vicdansız hatta belki acımasız olabilirdim ama bu hiçbir şey hissetmediğim anlamına gelmiyordu. Korkusuz değildim. Sadece korkunun beni yönetmesine izin vermiyordum o kadar. Gerçi artık herhangi bir şeyin beni yönetmesi fikri bile onu yok etmem için yeterliydi. Ben tutsaklığı ve ondan kurtulmanın bedelini biliyordum. Özgürlüğü ve ona sahip olmanın bedelini de. Bu bedeli ödemeye başlamışken tekrar kaybetmek gibi bir aptallık yapmazdım. Yapmayacaktım. Yaklaşık bir saati bunları düşünerek ve planımı tekrar tekrar en ufak ayrıntı ve ihtimali hesap ederek geçirdim. İtiraf etmeliyim ki yol çok uzundu. Tüm hayatımı on kere falan tekrar gözden geçirsem yolu anca yarılardım. O kadar uzundu. Üstelik çok da yorgun hissediyordum. Bütün bu aksiyon ve sonsuzluğa ulaştığımız yol hala gücünü tam toplayamamış bedenime fazla gelmişti.
"Yazık şu kadına ya daha ortada cesedi bile yok ama öldü sayacaklarmış." Arkamdan gelen bir kadın sesi gözlerimi açmama sebep oldu. Tanıdık bir hikayeydi çünkü. Vücudum tekrar savunmaya hazır hale gelmişti ve kadının arkadaşıyla olan konuşmasına kulak kesildim.
"O kadına bende üzüldüm ya bir de üstüne kardeşi gidip kadının sevgiliyse evlendi." Dedi yanındaki. Evlenmişler miydi? Aptal. Gerçekten gidip evlenmiş miydi? Mihri bile bu kadar salak değildi. Kesin tüm yetkilerini devretmiştir bile. Beni o deliğe tıkıp kurduğum tüm düzenin üzerine oturabileceklerini zannediyorlardı. Benim kurduğum düzenin! Şimdilik kıza dokunamazdım. Bu evlilik işi hiç iyi olmamıştı. Eğer alçini boğarsam kocası yani o pislik her şeyin üzerine kolayca konardı. Yasal mirasçısı olmuştu artık. Elimle yüzümü sıvazladım sııntıyla. Planımda bazı kısımları değiştirmem gerekecekti.
"Gıcık oluyorum zaten o kadına baksana resmen ablasının hayatını kıskanıyormuş. Bence kadına da onlar bir şey yaptı. Bir de açıklama yaparken ağlamış. Timsah ya resmen." Duyduklarımla keyiflenmediğimi söyleyemeyeceğim. İnsanların bu yaftalayan tarafı ilk kez bir işe yarıyordu. Alçin'e olan bu kıskanç kardeş tavrı çok işime yarayabilirdi.
"Evet ya baksana ne demiş 'Canım ablamın kaybı ailemizi öok yıprattı. Bu kalbimi ne kadar parçalasa da en doğrusunun artık onun gittiğini kabullanmek olduğuna inanıyorum.'" Yarım ağız bir gülüşle içimden tabi eminim öyledir dedim. Kalp nasıl parçalanıyormuş gösterecektim ben ona. Neyse daha önemli bir sorunum vardı. Resmen ölü gösterilecektim ama henüz iki sene bile olmamıştı ki. Bu işte bir iş vardı ve çözebilecek zamanım yoktu. Bir an önce her şeyi toplamalı ve ortaya çıkmalıydım.
"Bakma sen çoktan öldü gösterirlerdi de Alparslan Sancaklı bastırıyormuş da onun korkusundan durmuşlar." Dedi içlerinden biri. Duyduğum isim bir süre nefesimi kesti. Sanki zaman durdu içimde. Sesleri çok uzaktan duyar gibi oldum. Hazırlıksız olduğum ve asla da kendimi hazır hissetmeyeceğim tek konuydu Alparslan. Yarım kalan bir hikayeydi. Yine de hala benim için çabalıyor muydu?
"Vallahi bu ailedeki entrikayı aşırı merak ediyorum keşke dizi çekseler." Dedi kızlardan biri. Bu söylediğine normalde gülerdim ama hala Alparslan'ın etkisindeydim. Onca şeyden sonra bile hala…
Alparslan'ı düşünme.
Henüz…
Boğazım düğüm düğüm olmuştu. Boğazımı temizleme için kısa bir öksürükten sonra arkama dönüp kızlara
"Pardon kızlar kulak misafiri oldum da ne zaman ölüm haberini vereceklermiş biliyor musunuz?" diye sordum. Kızlar bana döndüklerinde beni tanımamışlardı. Kısa saçlı olan elindeki telefona bakıp
"Burada iki hafta sonra resmileşeceği yazıyor." Dedi. İki haftam vardı. Kafamdaki her şeyi yapamayabilirdim ama en önemlileri için yeterdi. Kızlara kısaca sağ olun deyip önüme döndüm. Sadece iki haftam vardı. İlk durağım belliydi zaten. Planımın en küçük ama en önemli parçasını almalıydım önce.
…
Sonsuzluk gibi gelen yolculukta neyse ki artık sona gelmiştik. Yolculuk boyunca aklımda sürekli 'neden şimdi öldüğüm resmileşiyor? Neden daha önce ya da sonra değil de iki hafta sonra? Kayıp kişilerin ölü olarak sayılmaları için beş yıl geçmesi gerekir ama benim durumumda kazada öldüğümü düşünüp ceset olmasa bile o günden itibaren ölü kabul edilmem gerekirdi. Kızların söylediğine bakarsam da belki Alparslan buna engel olmuş olabilirdi. Peki ne oldu da o da vazgeçti?' soruları dönüp durdu. Neyse ki ben bu sorularda boğulmadan sonunda varabilmiştik. Gemi limana yaklaşırken etrafa biraz bakındım. Burası gerçekten çok tatlı bir kasaba gibiydi. Filmlerdeki gibi bir sahil kasabasına benziyordu. İskelenin hemen önünde boş bir park vardı. Parktaki kocaman Atatürk heykeli altında birkaç genç sigara içip gülerek sohbet ediyorlardı. Nedense buradaki herkes çok mutludur dedim içimden. Bir an buradan ayrılmak istemedim. Denizi gören bu eski apartmanlardan birinde kimse beni bulmadan gündüzleri denize girip akşamları parkın yanındaki restoranda balık yiyerek yaşayabilirdim. Her şey bambaşka olabilirdi. Eğer bir cehennemden çıkmasaydım bu cenneti seçebilirdim ama ateşi görmüştüm, yanmıştım. Cennet artık sadece arzulayacağım ama asla sahip olamayacağım bir gerçekti. Burada kalmak istedim ama yapamayacağımı biliyordum. Bu yüzden ateşi seçtim. Bildiğim cehenneme geri dönmeyi. Bu sefer ateşini tamamen söndürmek için. Gemiden inip güvenliğin yanına geldiğimde minibüslere nereden binildiğini sordum. Bana limanın az ilerinden geçen ana yolu gösterdi ve tüm minibüslerin metrobüs durağına gittiğini söyledi. Parkın içinden yürürken hala bir yanım bu sakinliği seçebileceğimi söylüyordu. Yine de durmadım. Durağa geldiğimde içi boş bir minibüse direk bindim.
"Ben metrobüs durağına gideceğim." Dedim. Adam bana bakmadan elindeki telefona bakmaya devam etti.
"Gider ablacım." Dedi. Adamın yanındaki boş koltuğa oturdum.
"Yalnız ben yolu bilmiyorum ve cüzdanımı çaldırdım. İneceğimiz yerde bir arkadaşım var o verse paranızı olur mu?" dedim. Kaçmadan önce para kısmı hiç aklıma gelmemişti. Gelseydi bile doktoru öldürdüğüm için para alma kısmı biraz imkansız hale gelmişti. Adam beni şöyle bir süzdü. Tipimin düzgün olduğuna karar verdi herhâlde çünkü
"Olur. Sıkıntı değil." Dedi. Onu dolandırmayacağıma emin olmuştu herhâlde o iki saniye de. İnsanları görünüşleriyle yargılamak ne büyük yanılgıydı. Dolandırıcı değildim belki ama cebindeki silahla birkaç saniye önce birinin boğazını parçalamış bir katildim. Sanırım katillik en kolay saklanan suçtu. Hırsızların tipinde anlaşılabiliyordu biraz ne oldukları ama katiller. Onları tanımak imkansızdı.
Yola çıktığımızda iki durak sonra bir yokuşu çıkmaya başladık. Yokuşu çıkarken sanki bir portaldan geçiyor gibi hissettim kendimi. Başka bir dünyayı arkamda bırakmışım gibi. Her şeyin daha kolay olabileceği bir dünyayı. Belki paralel evrenler doğruysa başka bir hayatta bu yokuşun aşağısında gerçek dünyadan uzakta o denizin kenarındaki evlerden birinde çayımı yudumluyorumdur. Belki Oylumlardan biri bu kadar şanslıdır. Düşündüğüm şeye güldüm sonra. Bu kadar drama yeterdi. Kendi gerçekliğime dönmeliydim. Yine de bu yokuşu çıkarken biliyordum; bir gün buraya geri dönecektim.
Bir süre daha gittikten sonra araba durdu ve minibüsçü
"Metrobüs durağı kalmasın!" dedi. Camdan bakınca doktorun tarif ettiği gibi durağın yanında su satan bir çocuk gördüm. 10 yaşlarında bir çocuğa mı bırakmıştı anahtarı? Minibüsçüye dönüp
"Biraz bekler misin paranı getireyim." Dedim. Minibüsçü saatine baktı ve beni başından savmak istediğini belli eder bir tonda.
"Ablacım saatimi kaçırdım in hadi." Dedi. Başka bir zamanda bu üslupsuz tavrına yapacağımı bilirdim ama dua etsin ki daha önemli önceliklerim vardı. Adama bir şey demeden yanımdaki kapıyı açıp aşağı indim. Ben iner inmez minibüs hızla uzaklaştı. Etraf kalabalıktı. Sanırım okul çıkışına denk gelmiştim çünkü etrafta bir sürü liseli oldukları her hallerinden belli çocuk vardı. Aceleci adımlarla sucu çocuğa doğru yürüdüm. Çocuk yanına geldiğimde yerdeki kafasını kaldırıp bana baktı. Hiç duraksamadan
"Anahtar için geldim." Dedim. Çocuk kısa bir süre yüzüme bakıp muhtemelen ne istediğimi anlamadı. İki saniye kadar baktıktan sonra elini cebine attı ven bir anahtar çıkartıp bana uzattı. Anahtarı elinden aldığımda eliyle ilerideki bir yeri işaret etti. Neresi olduğuna baktığımda sıra sıra dizilmiş yol kenarındaki arabaları gördüm. Gözlerim siyah Hyundai'yi aradı ama göremiyordum. Tekrar çocuğa döndüm ama arabanın ne olduğunu bilmediği her halinden belliydi. Konuşabildiğine bile emin değildim.
"Sağ ol." Dedikten sonra tam yanından ayrılacakken elimi tutarak beni durdurdu. Tekrar ona döndüğümde bu sefer cebinden bir kart çıkarttı. Kırmızı kart bir banka kartıydı ve üstünde biletteki kadının ismi yazıyordu. Çocuk bana kartı verince tekrar ilerideki bir yeri işaret ettiği. Bu sefer işaret ettiği yerde bir ATM vardı.
"Şifresi ne peki?" dediğimde çocuk elimi bırakıp parmaklarıyla şifreyi gösterdi. 1485. Kafamı sallayıp aksak adımlarla ATM ye doğru yürüdüm. Doktor sandığım kadar aptal değildi demek ki. Bu para işi çok iyi olmuştu. Karnım feci halde acıkmıştı ve sıcaktan susuzluğum en üst seviyeye gelmişti. Ne tuhaf ki çocuk bana kartı uzatıncaya kadar ne acıktığımın ne de susadığımın farkındaydım. Tek odaklandığım bir sonraki adımda ne yapacağımdı. ATM ye ulaşınca kartı sokup bekledim. Şifreyi girdikten sonra hesaptaki paraya baktım. İçinde 5500 TL vardı. Neyse ki bu para yeterdi. Tüm parayı çektikten sonra elimdeki paraya baktım. Kısa bir gülüş belirdi suratımda. Eskiden bu parayı sadece bahşiş vermek için kullanırdım. Şimdi her bir kuruşuna ihtiyacım vardı. Belki de beni bu noktaya getiren şeylerden biri de buydu. Kibir.
Ayağımdaki ağrı git gide daha da büyüyordu ve yürümemi zorlaştırıyordu. Umarım araba otomatik vitestir çünkü bu ayağımı daha fazla kullanmam imkansızdı. Arabaların olduğu yol boyunca yürüdüm. Arada anahtarı kullanarak arabayı bulmaya çalışıyordum. Yolun sonlarına doğru siyah arabayı gördüm ve tekrar anahtara bastığımda kilidi açıldı. Sonunda oturabilecek olmanın ve arabayı bulmanın verdiği rahatlamayla ayağımın izin verdiği ölçüde hızla arabaya bindim. Neyse ki araba otomatik vitesti. Oturduktan sonra koltuğu biraz geri çekerek burktuğum ayağıma bakmak için pantolonun paçasını kaldırdım. Bileğim mosmor olmuştu ve eğer hızla bu durumu çözmezsem daha da kötü olacağı belliydi. Ne yazık ki bu riske girmek zorundaydım. En az bir gün daha ayağımı bir doktora gösteremezdim. Halletmem gereken çok daha önemli şeyler vardı. Yine de üstümdeki bluzu ve içimdeki atleti çıkartım atleti bacağıma sıkı sıkı sardım. En azından sabit kalmasına yardımcı olurdu. Felaket şekilde canım acıyordu ama şimdi duramazdım. Bir süre başımı direksiyona koyarak bekledim. Az önce sardığım bileğimin acısının biraz hafiflemesini bekledim. Bir süre sonra başımı kaldırıp çıkarttığım tişörtü giydim ve torpido gözünü açtım. Neyse ki araba da su vardı. Günlerce susuz kalmış biri gibi resmen suyu saniye de içtim. Birazını da yüzüme döküp acıdan dolayı terleyen suratımı rahatlattım. Neyse ki biraz kendime gelebilmiştim. Derin bir nefes alıp arabayı çalıştırdım. Yola çıktığımda uzun süredir araba kullanmadığım için bir süre hareketlerim tamamen bilinçsizdi. Şeritte kalmakta bile zorlanmıştım ama neyse ki birkaç dakika sonra alıştım. Araba sürmeyi Mihri hiç sevmezdi. Dedemin zoruyla ehliyet almıştı. Belki lazım olur diye öğrendiği şoförlüğü unutmamak içinde arada bir sürerdi ama çok hevesli değildi. Açıkçası bende araba sürmeye pek hevesli değildim. Kesinlikle şoför tercih ederdim. Çünkü bence yolculukla düşünmek için eşsiz fırsatlardı. Yanınızda muhabbet etmek zorunda olduğunuz biri yoksa ki benim genelde olmazdı yolculuk bitene kadar istediğiniz şeyi istediğiniz kadar detaylı düşünebilirdiniz. Bu yüzden bu fırsatı kaçırmazdım. Genelde işle ilgili fikirler yolculuklarda camdan dışarıyı izlerken aklıma gelirdi. Gerçi Mihri duvarla tanıştıktan sonra bu yolculukları onun gözünü açmak için kullanıyordum ama pek de bir işe yaramamıştı. Çünkü insan bir şeyi görmek istemezse ondan müthiş şekilde kaçabilirdi. Aklını ve kalbiniz el ele verip aynı anda bağırarak sizi uyarsalar bile görmek istemedikten sonra bir önemi yoktu. İnsan içindeki rahatsız edici hisle bile ateşe yürüyebilirdi. Kendimizden bile böyle kolay kaçabiliyorken bizi ne durduracaktı peki? Ne bizi hata yapmaktan alıkoyacaktı?
Hiçbir şey.
Hatayı olduğunu bildiği halde ona doğru gitmişti Mihri. Çünkü Kendisine bile sırt çevirmesine neden olan bir illüzyon vardı.
Sevildiğini zannetmek.
Duvar onu öylesine ilgiye boğuyordu ki kendiyle kalmaya belki de fırsatı bile olmuyordu. Acaba dediği her anın ardından bir hediye, bir bakış ya da güzel bir söz her defasında kendisine sırt çevirmesine neden oluyordu.
Tüm bunları anlıyordum tabi ama bu onu affedeceğim anlamına gelmiyordu. Yapmamayı tercih etmek bizi o kafese sokmuştu. Tercihlerinin nedenini anlayabilirdim ama sonuçlarını affedemezdim.
…
Saatlerdir yoldaydım ve sanırım artık acıdan bayılmak üzereydim. Arada bir görüşüm bulanıklaşıyor ama sonrasında anlımda dökülen terlerin gözlerime girmesiyle irkiliyor ve elimle silerek kendime gelmeye çalışıyordum. Yolu bitirmek üzereydim. Merkeze gelmiştim ve artık yapmam gereken lokantayı bulmaktı. Arabayla cadde üstünde giderken Bir börekçinin önünde oturmuş iki amcayı görünce arabayı sağa yanaştırıp camı indirdim.
"Pardon amca Meliha hanımın lokantasını biliyor musunuz?" dedim. Amcalardan zayıf olanı önce bana bir baktıktan sonra
"Az ileride bir manav var o manavın sokağından gir ikinci sağdan dön dışı yeşil böyle kırmızı sarmaşık güller var. Sen niye sordun Meliha hanımı?" dedi biraz şüpheyle. Halimi görünce beni bağımlı falan da sanmış olabilirdi tabi. Çünkü acıdan ne kadar silsem de engel olamadığım terlerim ve kıpkırmızı olmuş gözlerimle pek güvenilir durmadığım kesindi. Yine de dik duruşumu bozmadan
"Ben internette gördüm lokantasını merak ettiğim için geldim. Müşteriyim yani." Dedim. Ben öyle söyleyince
"Haaa tamam o zaman yavrum sen tarif ettiğim gibi git kolay bulursun." Dedi. Allahtan çok üstelememişti. Belki de basit bir meraktı ama maalesef ki fazla şüpheci olmam gereken günlerdeydim. Amcaya teşekkür edip arabayı tarif ettiği yere sürdüm. Dediği yerden sağa dönünce lokantayı hemen fark ettim. Fark edilmeyecek gibi değildi çünkü. Saklanan birine göre fazla gösterişli bir yerdi. Dışı yemyeşildi ve kırmızı sarmaşık gülleri lokantanın dışını tamamen sarmıştı. Çok romantik bir havası vardı. Dışarıdaki masalarda oturmuş birkaç genç dışında kimse yoktu. Arabayı lokantanın önüne park ettiğim sırada içeriden çıkan kişiyle onun doktorun annesi olduğunu hemen anladım. Orta yaşlı hafif kilolu bir kadındı ama doktora çok benziyordu. Onun gibi zarif bir havası vardı. İçeriden elinde bir tabakla çıkıp kapının hemen yanındaki masaya bıraktı. Yüzündeki gülümsemeyle masadakilerle sohbet etmeye başladı. Daha fazla oyalanmamak için kendimi toplamaya çalıştım. Dikiz aynasından kendime baktığımda berbat görünüyordum. Sıcaktan ve acıdan yine terlemiştim ve saçlarım da bağladığım tokadan fırlayıp dağılmıştı. Önce yüzümdeki terleri silip saçlarımı tekrar bağladım. Gözlerim kızarmıştı ama ona yapacak bir şeyim yoktu. Saçlarımı topladıktan sonra koltuğu geriye çekerek ayağımdaki bezi çözdüm. Bacağım mosmor olmuştu. Eğer biraz daha doktora gitmezsem kangren olacaktım. Pantolon bileğimi kapatıyordu ama üstüne basamıyordum. Yine de arabadan yavaşça indim. Yükümü ayağıma vermeden yavaş adımlarla kafeye yürüdüm. Doktorun annesi hala masadakilerle muhabbet ediyordu. Onlara yaklaştığımda geldiğimi hissetmiş gibi bana doğru döndü ve beni görür görmez gülümsemesi yok oldu. Zaten güzel şeyler benim olduğum yerde olmazdı ne gülümsemeler ne çiçekler. Buraya gelişimle önce bu gülümseme solmuştu gidişimle de bu çiçekler çok sürmeden solacaklardı. Burada güzel ne varsa hepsini soldurup gidecektim.
Doktorun annesi önce yüzüme sonra da aksayarak yürüdüğümü gördüğünden ayağıma baktı. Aramızda iki adım kala durdum. Bu kısa yürüyüş davul gibi olmuş bileğim için çok zordu ve canım anlatamayacağım kadar çok acıyordu. Kadın halimi görmüş ama bir tepki veremeyecek kadar şok olmuştu. Görüşüm git gide bulanıklaşmaya başlamıştı ve artık dayanamayacağımı anladığımda kendimi bıraktım. Hatırladığım son şey doktorun annesinin kollarına yığıldığımdı.
Çok uzaklardan gelen bir ağlama sesi duyuyordum. Arada kesilip tekrar başlıyordu. Her başladığında sesler daha da netleşiyor ve bende uyanmaya bir adım daha yaklaşıyordum. Ne kadar süredir uyuyordum bilmiyorum ama gözlerimdeki acıdan ve şişlikten az olmadığı belliydi. Artık tamamen uyanmışken gözlerimi açmadan önce kendime gelebilmek için bir süre bekledim. Hala ağlama sesleri duyuyordum ama onu görmezden gelerek en son ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Ayak bileğim burkulmuştu ya da kırılmıştı bilmiyorum. En son lokantayı bulmuştum. Sonra doktorun annesini gördüm sonrası yok. Acıdan bayılmış olmalıyım. Kadının beni görür görmez tanıdığına emindim. Bakışlarını hatırlıyordum. Koku ve şaşkınlıkla bana bakıyordu. Şu sürekli gelen ağlama sesine bakılırsa da kadın beni eve getirmişti. Getirmişti de kendi neredeydi? Kız sürekli ağlıyordu ama gelen giden yoktu. Yavaşça gözlerimi araladığımda ışıktan dolayı önce kısarak tekrar kapattım. Camın hemen altında yatıyordum ve bu kadar çok ışık aylarca ışık görmemiş ve yüksek ihtimalle de günlerce kapalı kalmış gözlerime fazla geliyordu. Bir süre sonra gözlerim alışınca etrafa baktım küçük bir salonda kanepede yatıyordum. Yan tarafımdan gelen ağlama sesiyle oraya döndüm. Kanepenin iki adım ilerisinde bir beşik vardı. Etrafı kapalı olduğu için içindekini göremiyordum ama tahmin etmek zor değildi. Daha fazla bu sese dayanamayacaktım. Bu yüzden yattığım yerden dikleşerek oturur pozisyona gelmeye çalıştım. Bileğimdi bir sızı vardı ama dayanılmayacak bir ağrı değildi. Üzerimdeki örtüyü kenara çektim ve bileğimin sarılı olduğunu gördüm. Hafif hareket ettirince çok büyük bir ağrı yoktu ama yine de yürürken zorlanacağım kadar sızlıyordu. Yavaşça ayağımı kanepeden sarkıttım ve dikkatli bir şekilde ayağa kalktım. Biraz başım dönmüştü ama koltuğa tutunup bekleyince geçmişti. Ayağımın üstüne basıp beşiğe doğru adım atınca ayağımın sızısı kemiklerimi titretti resmen alt dudağımı dişlerimin arasına alıp ısırarak acının geçmesini bekledim. Çok yük vermeden bir adım daha attığımda ilk anki kadar acımadığını fark ettim. Belki de yürüdükçe açılırdı. Beşiğin yanına gelince içindeki küçük canavarı gördüm. Beşiğin kenarlarına tutunup yükümü sağlam ayağıma vermiştim ama ağlayan bir bebeğe ne yapılır hiçbir fikrim olmadığı için öylece kıpkırmızı olmuş yüzüne bakıyordum. Bebekte beni görüce önce bir susar gibi olmuştu ama herhalde tanımadığından tekrar daha yüksek desibelde ağlamaya başlamıştı. Bu kadar küçük bir bebekten bu kadar yüksek bir ses çıkması normal miydi? O böyle katıla katıla ağlarken şaşkın ördek gibi önce etrafa baktım ama evin içinde kimsenin olmadığı belliydi. Tekrar bebeğe dönüp
"Dur ağlama sakin ol bir şey yok." Dedim. Saçmalıyordum resmen ama bebek hiç dediklerimi dikkate almadan ağlamaya devam ediyordu. Belki de kalkmak istiyordur diye düşünüp ellerimi ona doru uzatınca daha çok ağlamaya başlamıştı. Her seferinde bir üst notaya mı çıkacaktı bu çocuk.
"Tamam tamam dokunmadım. Ağlamasana." Dedim ellerimi geri çekerek. Ne yapacağım ben şimdi ya. Beşiğin ucundaki bir oyuncak çekti dikkatimi. Acaba bunu mu arıyor da ağlıyor diye düşünerek peluş arıyı ona doğru uzattım.
"Bu mu bunu mu istiyorsun?" diyerek görmesi için biraz kaldırdım. Mayıs arıya bakınca resmen gözleri parladı ve sanki susman tuşuna basmışım gibi birden sesini keserek ellerini öne uzattı.
"Tüm yaygara bunun için miydi yani." Dedim ve tekrar ağlamasından korkarak hemen oyuncağı ona uzattım. Arısını alınca ona sarıldı ve ısırmaya başladı. Isırdığını görünce hemen geri aldım. Vermemek için direndi ama küçücük bir bebek benden kuvvetli olamayacağı için arıyı ellerinden aldım. Hemen tekrar ağlayacaktı ki.
"Sakın ağlıyayım deme ısırmak yok." Dedim. Şimdi ağzına tüy falan kaçardı. Bir de bununla uğraşamazdım çünkü kendisi bana canlı lazımdı. Sesimdeki sertlik onu korkutmuş olacak ki ağlamadı ama her an ağlayacak gibi alt dudağı titriyordu. Gözünü bile kırpmadan arıya bakıyordu. Arıyı biraz sağa biraz sola hareket ettirince gözleriyle arıyı takip ettiğini gördüm. Bu arı bu minik canavar için çok önemliydi anlaşılan.
"Arıyı mı istiyorsun?" dedim. Sanki cevap verecekmiş gibi bir eli ağzında bana baktı.
"O zaman ısırmak yok." Dedim. Elini ağzından çıkarıp tekrar bana doğru uzattı.
"Bu evet demek mi?" dedim. Resmen bebekle konuşmaya çalışıyordum. İyice delirdim. Arıyı ona uzatınca bu sefer ağzına sokmadan elleriyle oynamaya başladı.
"Anlaşmak o kadar da zor değilmiş değil mi?" dedim. Üzerinde durduğum ayağımda artık ağrımaya başlayınca beşiğin hemen yanındaki tekli koltuğa oturmak için hareket edince bebekten bir çığlık yükseldi. Durup ona döndüm
"Ne? Şimdi ne oldu?" dedim. Tekrar elindeki oyuncağa dönünce öylesine bağırdı herhâlde diye düşünüp tekrar hareketlenecektim ki yine bir çığlık attı.
"Ne oldu ya? Gitmeyim mi?" dedim. Galiba birilerini görmeyince tek kaldığını düşünüp korkuyordu. Bebek olmakta zordu. Bu beşikten görebildiği kadar bir dünyası vardı. Gerçi büyüklerin dünyası da sadece görebildikleri kadardı ama.
Neyse
Bebeğe eğilip
"Daha fazla ayakta kalamam o yüzden sende benimle gel bakalım." Dedim. Tam onu kollarıma alacakken
"Ne yapıyorsun sen orada?" Arkamdan gelen sesle irkilerek bebeği almadan yerimden doğruldum ve arkama döndüm. Doktorun annesi elinde bir poşetle kapının ağzında durmuş endişeyle bana bakıyordu. Muhtemelen torununa zarar vereceğimden korkmuştu. Haklıydı çünkü bir bilinmezliktim onun için. Niyetim neydi bilemiyor ve bunu onu korkutuyordu.
"Ben sadece ağladığını duydum o yüzden…" lafımı tamamlayamadan elindeki poşeti yere bırakıp yanımıza geldi ve beni es geçerek bebeği beşikten aldı.
"Ne zaman uyandın sen?" dedi. Daha fazla ayakta duramayacaktım bu yüzden
"Az önce ağlama sesine uyandım." Derken bir yanda da az evvel yattığım kanepeye oturdum.
"Ayağın acıyor mu?" diye sordu. Bebek elinde hala arısıyla ananesinin kucağında sessiz sessiz duruyordu.
"Biraz sızlıyor. Dayanılmayacak gibi değil." Dedim. Ayağımın düzelmesi için bir süre daha dinlenmeliydim ama vaktim yoktu maalesef.
"İyi madem kendine geldin o zaman burada ne halt ettiğini anlatmaya başlayabilirsin." Dedi. Sesini yükseltmek istemiyordu ama öfkesine de engel olamıyordu. Elimle kucağındaki bebeği gösterip
"Bu konuşmayı onun yanında yapmayalım bence." dedim. Umurumda olduğundan değildi ama küçücük bir bebek ortamın ciddiyetini inanılmaz aşağı çekebilirdi. Kucağındaki torununa bakıp haklı olduğuma karar vermiş olacak ki kucağında bebekle salondan çıktı. Bir iki dakika sonra tek başına geri geldi.
"Otur istersen." dedim. Beşiğin yanındaki tekli koltuğu göstererek. Dediğimi yapmak yerine kapının yanındaki sandalyeyi alarak tam karşıma getirip oturdu.
"Konuş artık." Dedi. Sabırsızdı ama bunun da ötesindeki korkunun kokusunu alabiliyordum.
"Kim olduğumu biliyorsun. Kaçarak buraya geldiğime anlamışsındır…"
"Kızım nerede?" dedi sözümü keserek. Biraz duraksayıp sanki üzgünmüşüm gibi bir ifadeyle
"Bilmiyorum." dedim.
"Ne demek bilmiyorum. O yardım edecekti sana."
"Etti zaten. Buraya geldiğim araba, vapur biletleri hepsini o ayarladı ama şimdi nerede bilmiyorum. Ben kaçtıktan sonra oda vapura gelecekti ama ben inerken O adamın arabasını gördüm. Büyük ihtimalle kaçamadı ama ona ne oldu bilmiyorum." Dedim. Kadın karşımda resmen korkudan titriyordu ama bunu gizleyerek.
"Kızımı orada mı bıraktın yani." Dedi öfkeyle. Bende duruşumu dikleştirip sesimi biraz yükselterek
"Ya ne yapsaydım onun arabasını gördüğümde ben zaten başka bir arabadaydım. İnip geri dönsem bile ona yardım edemezdim. Sende çok iyi biliyorsun. Bak normalde planda benim buraya gelmem yoktu. Vapurdan sonra ayrılacaktık ama ben buradan çıktıktan sonra kızını korumasına yardım edeceğime dair söz verdim. Sırf bunun için ona bir şey olduysa diye tüm her şeyi riske atıp kalkıp buraya kadar saatlerce araba sürerek geldim. Sözümü tutabilmek için." Dedim. Kadın söylediklerimle derin bir ah çekip başını öne eğerek elleri arasına aldı.
"Kim bilir ne yaptı o herif kızıma." Dedi. Ağlamıyordu ama endişeden kafayı yemek üzereydi. Rolümü hiç bozmadan bu durumu kullanmalıydım.
"Meliha Hanım bakın sizde o adamı benim kadar iyi tanıyorsunuz eğer bana güvenmezseniz buraya geldiğinde torununuzu koruyamazsınız." dedim. Birden kafasını kaldırıp
"Ya kızımı öldürdüyse." Dedi panikle. Birden ne diyeceğimi bilemedim ama bu ihtimali düşünmesini engellemek zorundaydım.
"Sakin ol. Onu öldürmez büyük ihtimalle bana yardım ettiğini düşünüyor ve yerimi öğrenmek için onu konuşturmak isteyecektir. Onu öldürmediğine eminim." Dedim. Kadın bir süre sessiz kalıp düşündü. Cebinden telefonunu çıkarıp
"O zaman seni ona verirsem kızımı bırakır." Dedi ve ayağa kalktı. Peşinden bende hemen ayağa kalktım.
"Ne? Sakın böyle bir şey yapmayın." dedim ona doğru yürüyerek. Aniden bana dönüp
"Neden? Seni ona verirsem kızımı bırakır. Derdi seninle bizimle değil." Dedi. Korku tüm bedenini ele aldığı için mantığı tamamen devre dışı kalmıştı.
"Beni ona verirseniz bitecek mi peki? Ne olacak ben o deliğe kızınızla birlikte dönerim. Tabi bu en iyi ihtimal. Çünkü yüksek olasılıkla kızınız kaçmama yardım ettiği için onu tekrar başıma dikmeyecektir. Bu durumda kızınız ne işe yarar ki? Sizi de torununuzu da kızınızı da hayatta tutmasının bir anlamı kalmamış olacak. O zaman ne olacak sizce. Onu tanıyorsunuz. Sizi öylece serbest mi bırakacak yoksa sizden sonsuza kadar kurtulacak mı?" söylediklerimin bir iki kelimesini bile duyması yeterliydi durması için. Eğer doktor ölmemiş olsaydı olacak olan buydu. Bana yardım ettiğine anlayamayacak kadar salak biri değildi Duvar. Eğer doktoru ben öldürmeseydim bile o öldürecekti. Bu hikayede doktorun mutlu ve özgür olduğu bir son yoktu.
"Seni bulamazsa da kızımı öldürecek. Hem sana niye güveneyim belki de bilerek bıraktın kızımı" Dedi haklı olarak.
"Çünkü kızınız bana güvendi." Dedim. Söylediklerimle gözleri doldu. Onu yıkmak üzereydim.
"Kızınız bana onu koruyacağım için yardım etmedi Meliha Hanım. Kızını koruyacağımı bildiği için yardım etti." Dedim.
"Nasıl yani." Dedi.
"Bakın kızınız gibi torununuzda arık o adama bulaştı. Ne yaparsanız yapın kızınızı o adamdan kurtaramadınız. Doktor da kendi gibi ne yaparsa yapsın kızını o adamdan kurtaramayacağını biliyordu. Bana yardım etmesinin nedeni buydu. Sizin gibi bir gün kızı öldürülecek mi diye korkmamak için." Dediğimde kadın artık dayanamamış ve telefonu bırakarak sandalyeye tekrar oturmuştu. Telefonu elime alarak bende eski yerime oturdum.
"Kızımı orada bırakamam." Dedi.
"Merak etmeyin elimden geleni yapacağım." Dedim. Bu bir yalandı ve yalanı hiç sevmezdim ama şu an başka seçeneğim yoktu. Kadın derin bir nefes alarak toparlanmaya çalıştı.
"Tamam. Tamam bir planın vardır herhalde." Dedi. Aslında bir planım vardı ama bunu duymaktan hoşlanmayacağı için. Hoşlanabileceği bir plan anlatmak daha mantıklı olacaktı.
"Tabi ki var. Buraya gelmek planlarımda yoktu evet ama eğer buraya gelmeseydim. Çok güvendiğim birinin yanına gidecektim. Ondan sizi alıp buradan göndermesini isteyecektim ve böylece en azından sizi güvence altına almış olacaktım. Sonra…"
"Bizi bulurdu. Kaçarak ondan kurtulamayacağımızı biliyor olman gerekir." Dedi. Sakin kalabildiği anlarda zeki bir kadındı.
"Arkadaşım Alparslan." Dedim. Alparslan'ın ismi uzun bir süredir dilimden dökülmemişti. Bir an sanki bir yabancıdan bahsediyormuşum gibi olmuştu. Meliha hanım Alparslan'ın ismini duyunca şaşırdı.
"Şu senin ölümünü ilan etmesinler diye uğraşan iş adamı mı?" dedi. Başımı evet anlamında sallayıp
"Evet o çok eski dostumdur. Onun gücüne güvenebilirsiniz. Sizi hiç kimse bulamaz ben bile." Dedim. Kadın alaycı bir şekilde güldükten sonra
"O adamın sadece dostun olduğunu düşünüyorsan ya kızım kadar aptalsındır ya da kör." Dedi. Ya da başka biriydim. Tabi bunu anlatmam da anlaması da imkansızdı.
"Neyse senin planından başka bir şey yok elimde. Bu yüzden neye ihtiyacın varsa söyle." Dedi.
"Tamam önce öğrenmem gereken birkaç şey var; Kaç gündür buradayım ve burada olduğumu kimler biliyor?" dedim. Hareket etmeden önce nereye hareket etmem gerektiğini görmeliydim? Maalesef çok vaktim yoktu. Ademi almaya gitmeliydim. Geç kalamazdım çünkü eğer geç kalırsam panikleyip saçma sapan şeyler yapabilirdi.
"Pastanede bayılınca müşteriler tedirgin oldu ambulansı arayalım dediler ama hastaneye gitmenin riskli olacağını biliyordum bu yüzden onlara engel oldum. Senin geldiğin arabayla eve getirdim seni. Seni eve sokarken kimse görmedi ama aşağı mahalleden tanıdığım bir doktoru buraya getirdim. Bir tek o biliyor. Korkma ama ağzı sıkıdır. Kimseye bir şey söyleme dedim. 3 gündür de ağrı kesicilerin etkisiyle uyuyorsun. Arada uyandın ama bölük bölük belki de ondan hatırlamıyorsundur." Dedi. Hiç hatırlamıyordum. 3 gündür burada olmam hiç iyi olmamıştı. Ademi almak için hiç vaktim yoktu. Yarın o mezarlıkta olmak zorundaydım. Bu yüzden her şeyi hızlandırmam gerekiyordu.
"Kimsenin burada olduğumu bilmemesi iyi ama 3 gündür yatıyor olmam kötü oldu." Dedim. Hızlı hareket etmem gerekiyordu. Belki de b planına geçmeliydim.
"Niye ki?" dedi doktorun annesi. Kadın bir planım olduğuna ve o plana onları da dahil ettiğime çok emindi ve haliyle öğrenmek istiyordu. Kızı gibi birden bana inanmayacaktı. Tüm şüphelerinin giderilmesine ihtiyacı vardı ama ne yazık ki benim artık o kadar vaktim kalmamıştı.
"İstanbul'da birinin yanına gitmem gerek. Aslında buraya gelmeden gitmem gerekiyordu ama" dedim ve durakladım. Ademi bilmesine gerek yoktu. Bir de ona güvenebileceğine dair bir ikna konuşması yapamayacaktım.
"Neyse şimdi plan şu yarın hava açmadan benim arabayla İstanbul'a gidiyoruz. Ben sizi güvenli bir yere yerleştirdikten sonra gitmeniz için gereken her şeyi ayarlayıp sizi buradan göndereceğim." Diye devam ettim. Meliha hanım bir süre düşündükten sonra
"Bizi saklayamazsın sen bizi gönderene kadar çoktan bizi bulur." Dedi. Duvardan en az kızı kadar korkuyordu. Onu suçlayamam çünkü hayatlarının tümünü ele geçirmişti o pislik. Artık ondan kurtulamayacaklarına çok eminlerdi.
"Ondan korktuğunu biliyorum. Bak senin gözünde kızın gibi kandırılmış bir kız çocuğu olabilirim ama öyle değil. O herifi benden daha iyi kimse tanıyamaz. Bu yüzden sizi bulamayacak çünkü hep bir hamle önde olacağız. Sizden haberim olduğunu bilmiyor şu an tüm odağı beni bulmak. İnan benim gibi bir tehdit dışarıdayken buraya gelip kızını kontrol etmek aklına bile gelmez." Dedim. Kaçtığımı görür görmez normal bir baba muhtemelen kızını korumaya almak isterdi. Ne de olsa ardımda bir cesetle gitmiştim ama Duvar bunu asla yapmazdı. Doktorun bana kızını anlatacak kadar güvendiğine hesap etmeyecekti. Çünkü muhtemelen Ademin bana yardım ettiğini düşünüyordu. Ona göre Ademin yardımıyla doktoru öldürüp oradan kaçmıştım. Böyle düşündüğüne emindim. Bu yüzden buraya gelip bu kadına kızının öldüğünü söylemek özellikle de ben dışarıdayken olayları daha fazla karıştırırdı. Bu işi sessizce çözmek isteyecekti. Bu yüzden şu an kimseye bir şey belli etmeden beni aradığına emindim. Meliha hanım söylediklerime tam ikna olmamıştı ama elinde de başka seçenek yoktu. Hala kararsızdı. Tam ağzını açıp bir şey söyleyecekken çalan kapı ziliyle ikimizde kapıya döndük.
"Birini mi bekliyordun?" dedim şüpheyle. Bana dönerek.
"Mayıs'ı kapıda oynayan kızlara bırakmıştım onu getirmişlerdir." Dedi ve yerinden kalkarak kapıyı açmaya gitti. Yine de diken üstünde bir kulağımı kapıya verdim. Bir şey duyamadan Mayıs'ın kahkahasını duyunca rahatladım. Beklenmedik bir sürpriz şu an hiç iyi olmazdı. Doktorun annesi kapıyı kapatıp kucağında Mayıs'la içeri girdi. Mayıs beni görünce sessiz sessiz suratıma bakmaya başladı. Tanımadı biri olduğum için çekiniyordu. Açıkçası çocuklarla pek iyi anlaşamazdım ama ne kadar görmezden gelsem de bu kızın annesini öldürmüştüm. Biraz acımayla süslenmiş bir şefkatim olmadığını söyleyemezdim. Meliha hanım mayısı halının üstüne bırakıp
"Bu durumlardan Mayıs'ın yanında konuşmayalım. Acıkmışındır ben mutfakta bir şeyler hazırlayayım sende Mayıs'ın yanında dur olur mu?" dedi. Torunuyla beni yalnız bıraktığına göre demek ki bana güvenmeye başlıyordu. Gözlerimi Mayıstan çekip ona baktım ve
"Tamam olur." Dedim. Meliha hanım odadan çıktıktan sonra tekrar gözlerimi Mayıs'a çevirdim. Öylece yerde durmuş Kucağındaki arısıyla bana bakıyordu. Sonra herhalde manasız bakışmadan sıkılmış olacak ki arısını bana uzattı.
"Az önce bu arı için kıyamet kopartan sen değil miydin? Şimdi onu bana mı veriyorsun?" dedim. Belki de bu arkadaş olmak için bir adımdı. Sonuçta arısını bulmasına yardım etmiştim. Yani artık o kadar da yabancı sayılmazdım. Yere mayısın yanına oturarak elindeki arıyı aldım. Mayıs önce bana sonra arıya baktı. Galiba arıyı bana verdiğine pişman olmuştu çünkü alt dudağı titremeye ve gözleri dolmaya başlamıştı. Bu beni güldürdü ve arıyı ona geri uzattım.
"Madem ağlayacaksın niye veriyorsun?" dedim. Mayıs arısını alıp oynamaya başlayın artık onun odağından çıkmıştım. Annesine çok benzeyen bir kızdı. Kafasının tepesindeki minik sarı saçları, masmavi gözleriyle annesinin kopyasıydı resmen. Babasını anımsatacak hiçbir özelliği yoktu. Bu aslında iyi bir şeydi. Ona her baktığımda o adamı hatırlarsam küçücük bir bebeği öldürmek isteyebilirdim.
"Ne kadar işime yarayacağını bir bilsen ortak." Dedim ona bakmaya devam ederken. Sesimi duymasıyla bana döndü. Elleriyle bana uzanmaya çalıştı ama dengesini kaybedince oturduğu yerden öne doğru devrilecekti. Neyse ki düşmeden onu tutmayı başardım ve eski pozisyonunda oturttum ama bundan pek memnun olmamış olacak ki bir çığlık atarak ellerini tekrar bana doğru uzattı. Çok çirkef bir kızdı. İstediğini alana kadar insana rahatsızlık vermekten çekinmiyordu. Belki de bu babasına benzeyen tek özelliğiydi.
"Her istediği olmadığında böyle çirkefleşemezsin." Dedim ama yine de onu tutup dizlerimin yanına oturttum. Yaralı ayağımı uzattığım için Mayıs'ın yeni odağı bileğimdeki sargılar olmuştu.
"Kötü görünüyor değil mi? Savaştaki ilk yaram." Dedim. Mayısı ağzından değişik sesler çıkartarak kucağındaki arıyı sallamaya başladı. Hiç umurunda değildim. Benden istediğini aldıktan sonra kendi halinde takılmaya devam ediyordu. Bir süre daha arıyı sallayarak perişan ettikten sonra önce kucağıma sonra arasına baktı. NE olduğunu anlamadan birden kafasını uzattığım ayağımın dizine koyarak arısına sıkı sıkı sarıldı. Bu teması hiç beklemiyordum. Hele kucağımda uyumasını hiç. Acaba beni annesine benzetmiş olabilir miydi? Bu kadar çabuk bana ısınması belki de bu yüzdendi. Annesi gibi sarışın ve mavi gözlüydüm. Sadece ondan daha zayıftım ama mayıs bu tarz farkları ayır edecek kadar büyük değildi. Belki de beni annesi sanmıştı. Bu düşünce beni çok rahatsız etti. Ben annesi değildim. Yakını ya da arkadaşı bile değildim. Ben onun henüz bunun farkında olmasa bile düşmanıydım. Annesini öldürmüştüm. Tüm hayatını alt üst etmiştim ve etmeye de devam edecektim. Ben tutunacağı bir dal değildim. Bu yüzden bir süre uykuya dalmasını bekledikten sonra arkamdaki kanepeden bir yastık alıp dizimin yerine başının altına koydum. Bir bebekle temas kurmak şu aşamada hiç iyi değildi. Üstüne de bir örtü örttükten sonra mutfağa gitmeye karar vererek yavaşça bileğime fazla yüklenmeden ayağa kalktım. Dünyanın bütün iyilikleri ardımda bıraktığım halının üzerinde uyuyorken ben çok kötü bir şey daha yapmak üzereydim.
Mutfağı bulmakta hiç zorlanmadım çünkü zaten salondan çıktıktan sonra ortasında masa bulunan salondan daha geniş bir alanla karşılaşmıştım ve salonun yanında bir kapı karşımdaki duvarda da kapısı kapalı bir oda vardı. Tuvalet ve banyo olduğunu kapısından aldığım bir kapı da diğer duvardaydı. Karşımdaki duvarın en köşesinde açık bir kapı vardı ve sanırım orası mutfaktı. Mutfağa girmeden önce yanımdaki komodinin üzerinde olan fotoğraflar dikkatimi çekti. Doktorun Mayıs'la ve annesiyle olan bir sürü fotoğrafı vardı. Hepsinde de gülümsüyordu. Kızına bakarken olan bir fotoğrafı elime aldım. Vicdan azabı çekmem gerekirdi belki de ama çekmiyordum. Aylarca çürümemi izlemişti bu kadın. Bir gün öldürüleceğimi bile bile aylaca acı çekişimi izlemişti. İyi biri değildi. Sadece kurban rolündeydi o kadar. Zaten kötülüğü sessizce izleyebilen birine iyi diyebilir miydik? Bana yapılan her şeyde onun da payı vardı. Mayıs için bu yüzden üzülmüyordum. Hem annesinin verebileceğinden çok daha iyi bir hayatı olacaktı. Çaresiz ezik bir anneden ve narsist bir babadan onu kurtarmıştım. Bence bana teşekkür bile edebilirdi. Elimdeki fotoğrafı yerine koyarken yanındaki başka bir fotoğraf dikkatimi çekti. Doktorun yanında esmer ona göre daha kısa boylu gözlüklü bir kızla üniversite önünde oldukları bir fotoğraftı ve ikisi de birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. Bu kız burada fotoğrafı olan tek yabancı olduğuna göre önemli biri olmalıydı. Kardeşi yoktu o halde en yakın arkadaşı olabilirdi. Her şeyi anlattığı bir en yakın arkadaş. İşime yarayıp yaramayacağını öğrenmem gereken bir arkadaş
"Ayaklanmışsın." Arkamdan gelen sesle biraz irkildim. Hala şu arkamdan sessizce gelen insanları onlar seslenmeden fark etme konusunda kötüydüm. Algılarım hala eskisi kadar iyi değildi. Ne kadar çaktırmasam da iyileşmek için biraz daha zamana ihtiyacım vardı. Elimdeki fotoğrafı bırakmadan Meliha hanıma döndüm.
"Evet Mayıs uyudu da bende size bakmaya geliyordum." Dedim. Kadın elindeki bezle ellerini kurularken yanıma geldi. Fotoğrafa bakıp
"Selvi kızımın en yakın arkadaşı. Kızım gibi severim. Tüm bu kötü şeyler olurken de hep yanımızdaydı." Dedi. Selvi… selvi arıcı. Doktorun bileti ve kartı aldığı kadın. Yani yüksek ihtimalle benden haberi olan biri.
"Bu Selvi, Selvi Arıcı mı?" dedim emin olmak isteyerek. Söylediğimle hafifçe kaşları çatıldı.
"Evet de sen nereden biliyorsun?" dedi. Fotoğrafı yerine koyarak
"Doktor vapur biletini onun adına almıştı bir de bir banka kartı verdi onda da onun adı yazıyordu. Muhtemelen kiraladığı araba da bu kız üzerinedir." dedim.
"Ona Selviyi karıştırma demiştim. Dinlememiş beni. Bu adam anlamaz değil mi Selvinin adını kullandığını" Dedi. Kadının haberi yoktu belli ki ama Selvi olan biten her şeyi biliyordu. Yedekte tutabileceğim biriydi.
"Selviyi tanıyor mu?" dedim. Eğer tanıyorsa her an an aklına selvinin adını kullanarak kaçmama yardım ettiği gelebilirdi.
"Yani tanıyor tabi ama onlar kaçtıktan sonra görüşmedi Selviyle. Sonra geri dönünce tekrar yakınlaştılar ama hep uzak tutmak istedi Selviyi. Ona da bulaşır diye korktu. Tekrar görüştüklerini bile hamile kaldıktan sonra benimle öğrendi kızcağız. Senelerdir yüzünü görmedi yani o herif selvinin ama bileti onun adına aldıklarını öğrenirse hatırlar." Dedi. Duyduklarımla rahatlamıştım çünkü Selvinin varlığını hemen hatırlayamazdı. Muhtemelen kalkan vapurlardaki biletleri kontrol ettirecekti ama hepsine kendi bakmadığı sürece selviyi görüp hatırlayamazdı. Selvi şu anlık bir tehdit değildi ama ileride olabilirdi. Tabi onu da yanıma çekmezsem.
"Merak etme Bindiğim vapurun biletlerine kendi bakmaz birilerine baktıracak onların da Selviyi hemen fark etmeleri imkansız." Dedim. Kafasını aşağı yukarı salladı ve
"Yemek hazır Mayıs uyanmadan yiyelim istersen." Dedi.
"Tamam ama önce ben bir ağrı kesici içsem?" dedim.
"Aç karnına ağrı kesici içilmez bir şeyler ye içersin." Dedi. Aç karnına ağrı kesici içilmedi tabi. Şüphelendirmemek için
"Doğru." Dedim. Mutfağa girmek için ilerlerken planımı değiştirmem gerektiğini ve alternatif ne yapacağımı düşünüyordum. Tam mutfağa girecekken imdadıma küçük ortağım yetişmiş ve mızırdanmaya başlamıştı. Meliha hanım Mayıs'ın sesiyle durdu ve bana
"Sen geç yemekler masada ben mayısı tekrar uyutayım." Dedi. Rahat bir nefes vermiştim içimde o Mayıs'la biraz oyalanırdı ve böylece planladığımdan daha fazla zaman kazanırdım. Başımı sallayıp o salona girince biraz bileğimi zorlayarak mutfağa girdim. Küçük bir mutfaktı ve kenardaki masanın üzerinde iki tane tarhana çorbası dolu kase vardı. Tezgahın üstündeki dolapları sessiz olmaya özen göstererek tek tek açtım. Üçüncü kapağı da açıp aradığım şeyi bulamayınca son olarak buz dolabının yanındaki kapağı açtım ve bingo. Aradığım şeyler buradaydı. Bir sürü ilaç vardı. Doktorun dediği gibi kadında bir sürü hastalık olmalıydı. Resmen kadını ilaçla hayatta tutuyorlardı. İlaçları biraz karıştırınca aradığımı buldum ve şişeyi sütyenimin içine tıkıştırıp elime tezgahın üstündeki bardaklardan birini alıp banyoya doğru gittim. Kapıdan çıkarken Meliha Hanım hala salondaydı ve Mayıs'ı oyalamak için bir şeyler söylüyordu. Banyo kapısını açıp içeri girdiğimde hızla sütyenimdeki ilaç şişesini çıkardım ve içinden bir avuç ilacı alıp elimdeki bardakla çamaşır makinesinin üzerinde ezdim. Kısa sürede ilaç tamamen toz haline gelmişti. Tozları elime alıp ilaç kutusunu banyo dolabının içine sakladım ve çamaşır makinesinin üzerinde kalan tozları temizledim. Banyodan hızla çıktığımda sessiz ve hızlı olmaya özen göstererek mutfağa geri girdim. Allahtan hala içerideydi. Yemeğe yaklaşıp içine elimdeki tozları attım. Kendi kaşığımla karıştırdım ve kaşığı kenardaki peçeteyle temizletip peçeteyi çöpe attım. Kaşığı kendi çorbamın içine atıp yerime oturduğumda Meliha Hanım da içeri girdi.
"Altını pisletmiş tekrar zor uyuttum ama uyudu çok şükür." Dedi ve karşımdaki sandalyeye oturdu.
"Başlamamışsın daha." Dedi. Kaşıkla çorbayı karıştırarak
"Lavaboya gittim de az önce şimdi başlıyordum." Dedim. Kapının sesini duyup beni test etmek için belli etmiyor gibi yapma ihtimaline karşı bu önlemi almalıydım.
"İyi hadi başlayalım o zaman." Dedi. Beni duymamıştı sanırım. Belki de kızı gibi biraz salaktır bu kadında. Onu şüphelendirmeden hemen çorbamdan içmeye başladım. O da kendi çorbasından birkaç kaşık içinceye kadar sessizliğimizi koruduk. Birkaç kaşık yeterliydi zaten.
"Biraz tuzlu mu olmuş." Dedi sonra. Benimki iyiydi ama belki attığım ilaç yemeği tuzlu yapmıştı.
"Ben hafif tuzlu severim o yüzden bana tuzlu gelmedi. Ellerinize sağlık." Dedim. Çorbalarımız bittikten sonra taze fasulye koydu tabağıma ama hiç sevmezdim. Yine de itiraz etmedim. Kendisine de koyduktan sonra bir iki çatal aldı ama sonra
"Midem bulandı ya yiyemeyeceğim galiba." Dedi. Birazda terlemeye başlamıştı. Elimdeki çatalı masaya bırakıp.
"Biliyor musunuz kızınız bana hikayenizi anlattığında böyle güçlü, ayakları üzerinde durabilen bir kadının nasıl olur da kızı bu kadar salak olabilir demiştim." Söylediklerimle kaşları çatıldı.
"Kızıma salak derken kendi konumuna bakmanı tavsiye ederim." Dedi hafif sinirle. Söylediğine güldüm.
"Doktora hiç anlatmadığım bir şey anlatmak istiyorum sana." Dedim. Kadın bakışlarımın değiştiğini görünce tedirgin olmaya başladı. Tıpkı doktorun onu öldürmeden önce bana baktığı gibi bakmaya başlamıştı. Ana kız son ana kadar karşılarındakinin gerçek yüzünü göremiyorlardı.
"Duvarla tanıştığımda onu hiç sevmedim. Pisliğin teki olduğunu hemen anlamıştım. Yüzündeki maskeyi ve o maskeyi neden taktığını da hemen anlamıştım ama gel gör ki sadece anlamakla kaldım. Buradakine bir türlü anlatamadım." Dedim baş parmağımı şakağıma bastırarak.
"İnsan bazen kendine söz geçiremez işte." Dedi ne kadar tedirgin olduğunu saklamaya çalışarak.
"Kendime tabi doğru ama şöyle bir sıkıntı var ki kendimden bahsetmiyorum." Dedim. Bakışlarındaki tedirginlik biraz daha arttı ama aynı zamanda gözleri de kaymaya başlamıştı.
"Ben Mayıs'a baksam iyi olacak." Dedikten sonra hemen kalkmaya yeltendi ama masaya koyduğum çatalı hızla elime alıp biraz ona doğru kaldırdım ve
"Otur." Dedim. Sesimdeki sertlik ve artık bakışlarımdaki karanlık onu korkutmuştu. Tek korktuğu kendisine zarar gelmesi değil biliyordum. Bu yüzden itiraz etmeden yerine geri oturdu. Zaten iki adım atsaydı bile başı dönmeye başlayacaktı.
"Kimsin sen?" dedi korkarak. Bir yandan da bakışları kayıyor ve kendini toplamaya çalışıyordu.
"Ben diğer kadınım." Dedim. Artık bakışları iyice kayıyordu ve kafasını sabit tutamıyordu.
"Mayıs." Diyebildi sadece. Çatalı tekrar masaya bırakıp
"Merak etme sizinle olabileceğinden çok daha iyi bir hayatı olacak." Dedim.
"Ne verdin bana?" dedi tekrar kendini zorlayarak ama kafasını taşıyamamış ve masaya doğru yaslanmıştı.
"Sadece çok fazla uyku ilacı içtin. Birazdan derin bir uykuya dalacaksın ve hiç uyanmayacaksın. Korkma acısız olacak kızının aksine." Dedim. Kızının adını duymasıyla zorlanarak da olsa kalkmaya çalıştı.
"Kızım?" dedi.
"Kızın hak ettiğini buldu. Aylarca beni nasıl nefessiz bıraktıysa oda öyle geberdi." Dedim. Direnmeye çalışıyordu ama artık daha fazla dayanamadı ve bayılarak sandalyeden yere düştü. Yerimden kalkıp yanına gidip bileğime dikkat ederek eğildim.
"Kızını öldürdüğümü öğrendiğinde peşime düşme riskini alamazdım. İnan bana başka bir yolu yoktu." Dedim. Tamamen baygın olduğuna emin olduktan sonra zorlanarak onu kaldırmaya çalıştım. Bileğimin üzerine baskı uyguladığım için canım feci acıyordu ama yapacak bir şey yoktu. Bu yüzden yavaş ve temkinli olmaya çalışarak kendi kilomun iki katı olan bu kadını taşımaya çalıştım. Banyoya girene kadar resmen cebelleşmiştim. Kadını duşa kabine oturttuğumda sırtını duvara yasladım ve geri mutfağa dönerek üzerimdeki tişörtü çıkarıp çekmeceden tişörtle dokunarak bir bıçak aldım. Parmak izimin bıçakta bulunması hiç işime gelmezdi. Bıçağı alıp banyoya geri girdim ve baygın yatan kadının yanına çöküp bir elini elime aldım.
"Küvet olsa daha dramatik olurdu aslında." Dedim kendi kendime ve bıçağı kadının eline tutuşturarak bileğinden koluna doğru düz bir çizgiyle ilerleyerek bileklerini kestim. Kurtulma riskini göze alamazdım. Bir yerde bileklerin yan kesildiğinde dikelebildiğini ama dik kesildiğinde dikelemediği için kurtulma şansı olmadığını okumuştum. Bir gün bu bilginin işime yarayacağını hiç düşünmezdim ama hayat işte. Her zaman kendi oyununu oynuyordu. Diğer bileğini de kestikten sonra suyu atım ve akan kan suyla beraber giderden gitmeye başladı. Sabah kafeye gitmeyince biri gelip onu bulacak ve zavallı kadının kızının derdiyle intihar ettiklerine inanacaklardı. Gerçi inanmasalar da olurdu. Konu polis tarafından kızına geldiğinde Duvar her şeyin üstünü kapatmak isteyecekti ve böylece bu ölüm cinayet ihtimali daha masaya yatırılmadan intihar vakası olarak geçecekti. Yerimden kalkıp bıçağı
Kenara koydum. Su parmak izlerini silmese bile üzerinde Meliha'nın parmak izlerini bulacaklardı. Banyoda ellediğim her yeri elimdeki bezle sildim. Mutfaktaki tabağı ve kullandığım kaşıkla çatalı yıkadıktan sonra peçeteyle kurulayarak yerlerine yerleştirdim. Mutfakta işim bittiğinde salona sessizce girdim. Mayıs beşiğinde uyuyordu. Aklıma gelenle fotoğrafların olduğu yere gittim ve ellediğim fotoğrafları da sildikten sonra salonda yattığım yatağı toplayıp kenara koydum. Mayısa bir çanta hazırlamam gerekiyordu. Birkaç günü idare edece kadar eşya yeterdi. Salondan çıkıp yan odaya girdim. Burası muhtemelen Meliha hanımın odasıydı. Karşısındaki diğer kapıyı açtığımda Mayıs'ın odasını gördüm. Zavallı doktorun bir odası bile yoktu burada. Mayısın dolabından bulduğun bir çantaya elime gelen kıyafetleri tıkıştırdım resmen. Biberon, emzik bolca bez ve ıslak mendilden sonra mutfaktan mayısın mamalarından da birkaç tane alıp çantayı kapattım. Saate baktığımda gece saat on bir olmuştu. Birkaç saat daha bekleyip öyle yola çıkmamız daha güvenli olacaktı. Mayıs hala uyurken bende etrafı tekrar kontrol ettim buraya gelirken giydiğim kıyafetler kösedeki masanın üzerinde duruyordu. Onları de bulduğum başka bir çantaya koydum. Arabanın anahtarı da buradaydı. Göz ucuyla camdan dışarı baktığımda arabayı göremedim. Biraz daha ilerilere bakmaya çalıştığımda sokağın başında aynı renkte bir araba gördüm. Umarım bu benim arabamdır. Çünkü elimde mayısla sokakta sessizce uzun süre ilerleyemezdim. Birkaç saat sonra artık dışarısının güvenli olduğuna kanaat getirdim ve bir elime çantaları alarak Mayıs'a yaklaştım. Mayıs hala derin bir uykudaydı. Üzerindeki örtüyle beraber onu kucağıma aldığımda mızırdandı ama biraz sallayıp pışpışlayarak tekrar sakinleşmesini sağladım ama çok sürmezdi. Hızlı olmalıydım. Bileğim tekrar ağrımaya başlamıştı ama umursamamıştım. Sessiz olmaya özen göstererek yavaş yavaş dış kapıya geldim ama elim kolum doluyken bu çok zordu. Ayakkabılığın yanında Mayıs'ın puseti vardı. Bu çok iyi olmuştu Mayıs'ı pusete yerleştirdim ve kapının önünde bıraktım. Elimde çantalarla arabaya doğru adete bir gölge gibi gizlenerek gelmiştim. Gözüm sürekli etraftaydı. Neyse ki camdan gördüğüm araba benim arabamdı. Arabaya binip hemen kapının önüne sürdüm ve aşağı inerek Mayıs'ı alıp arabaya yerleştirdim. Bir an önce basıp gitmem gerekiyordu. Evin kapısını yavaşça kapattım ve arabaya binerek oradan uzaklaştım. Planımda bir adımı daha tamamlamıştım. Bunlar en kolay adımlardı aslında. Şimdi çok daha büyük bir şeyle yüzleşmeye gidiyordum. Yardımı olmadan hareket edemeyeceğim adamla.
Alparslan'la.